Yazarlar

İntihar bombacısının psikolojisi

post-img
Sadece bir gülümseme... Yaşayan tek görgü tanığının, 23 Ekim 1983 tarihinde, gün aydınlanırken bir ton patlayıcıyla Güney Beyrut'taki Amerikalı denizcilerinin kışlasına giren kamyon şoförüne ait görebildiği son şeydi bu!.. Daha sonra büyük bir patlama oldu, bina havaya uçtu ve tam 241 insan yaşamını yitirdi. Dhanu, 21 Mayıs 1991'de Hindistan başbakanı Rajiv Gandhi'ye yaklaştı; gelenekleri uyarınca ayaklarını öpmek için yere eğildi. Gandhi’yse onu ayağa kaldırmak istedi. O anda kızın sağ işaret parmağı, o devlet adamını, kendini ve başka 16 insanı daha paramparça eden bombanın ipini çekti. Suikastı gerçekleştirmeden önce çektirdiği son fotoğrafında, beyaz örtüsünün altından siyah perçemleri dökülmüş, beyaz elbiseli,  çekingen genç bir kadın görülüyordu. Bu elbisenin altına, ceplerinde 80 gram ağırlığında altı tane C4 RDX tipi ağır bomba, patlayıcı madde, ateşleyici ve bir de mikro pil bulunan bir kot yelek giymişti bir de. 11 Eylül 2001, saat 8.45... United Airlines şirketine ait bir jet uçağıyla New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin kuzey kulesine çarpan Muhammed Atta'nın son anlarıyla ilgili elde hiçbir bilgi yok; acaba adam o an ne hissediyordu? Bunlar, geçtiğimiz 20 yıl içinde tek bir hedefle, yani kendisiyle birlikte olabildiğince çok insanı ölüme götürmek düşüncesiyle, yaşamlarını feda eden 500'den fazla intihar komandosundan sadece üçü. Bu insanlar arkalarında büyük acılarla birlikte büyük bilinmezlikler de bıraktılar. Bizler bir insanın neden intihar bombacısı olduğunu bir türlü kavrayamıyor, ruhsal ve zihinsel sağlığımızı koruyabilmek için, canlı bombaları canavar ya da yozlaşmış karakterler olarak görüyoruz. Acaba öyle mi? Saldırganlar genellikle 22 yaşlarında, toplumun farklı tabakalarından ve farklı eğitim düzeylerinden gelen insanlardan oluşuyorlar. Yapılan araştırmalarda ne ortak bir karakter yapısı, ne de patolojik bir kimlik özelliği saptanabildi. Bütün canlı bombaların en önemli ortak özelliği hiç dikkat çekmemeleriydi. Dünyada en son Bursa’da gerçekleşen intihar eyleminin ardından pek çok insan gibi ben de kendi kendime sordum, “bu kişiler hadi bırakın başkalarını, nasıl olup da kendi hayatlarına kıyabiliyorlar” diye? Sorularıma yanıt bulabilmek için bazı okumalar yaptım. Aldığım notları bu gün sizlerle de paylaşmak istiyorum: Elbette ister Müslüman, isterse Hristiyan olsun bu eylemler, diğer saldırı türlerine oranla daha kolay planlanabiliyor ve son ana kadar denetlenebildiği için de, uygulama bakımından daha etkili ve sonuç odaklı oluyor. Eylemci, arkada işe yarar hiçbir iz bırakmıyor, yardım aldığı kişiler hakkında bilgi veremiyor. Hepsinden önemlisi de, eylem planının en zor bölümünü oluşturan "kaçış" için herhangi bir kaygı barındırmıyor. Seçilen eylemcilere baktığınız zaman, duyguları rahatlıkla harekete geçirilebilecek kişiler arasından belirlendiklerini görüyorsunuz. Ayrıca bu eylemciler çoğunlukla toplumda yer edinememiş kişiler arasından seçiliyor. Eylemcinin içinde kendini feda etme, bir kahraman olma duygusu ön plana çıkıyor. Bu insanlar çoğunlukla kalabalık ve ekonomik düzeyi düşük sorunlu aile bireyleri. Geleceğe dair umutları hiç yok. Hayatta tatmin olacağı ölçüde başarı gösterememiş ve hayal kırıklığı yaşamış kişiler. İtibar ve takdire, güce ve etkili olmaya, bir eylemle kendini ispat etmeye muhtaçlar. Kendi bireysel varoluşları silik olduğundan bir dava üzerinden var olmaya çalışan anti sosyal, asi, isyankar, tepkisel, kendini ispat etmek isteyen ve birilerinden intikam almak isteyen bireyler. Kendilerini ait hissettikleri grubun çok ciddi bir sosyal baskısı da yaşatılıyor onlara. “Eğer intihar eylemini yapmazsa, o yapının içinde barınma şansları olmadığı” da empoze ediliyor. Peki günümüzde milyonlarca genç insan aynı bunalımlı ortamlarda yaşarken, neden sadece bazıları intihar komandosu olmaya karar veriyor? Canlı bomba haline gelinceye kadar nelerden etkileniyor ve hangi psikolojik baskıyı hissediyorlar? İntihar terörizminin altında, ağırlıklı olarak "şehit olma" inancı yatıyor. Buna bir nevi dini duyguların kötü emeller uğruna sömürülmesi de denilebilir. Geleneklerle yetişen dindar insanlar, öteki dünya ile ilgili vaatlere daha kolay inanıyorlar. En büyük ödül onların olacak: “Hem cennette, hem de öldükten sonra yeryüzünde, kahramanlaşarak ölümsüzlüğe ulaşacaklar...” Saldırı öncesi eylemcilerin motive olmaları için, narsist yanları iyice deşiliyor, varlıklarının tehlike altında olduğu tekrar tekrar vurgulanıyor. Böylelikle içlerinde şiddetli bir çatışma potansiyeli yaratılıyor. Ayrıca bu kişilerin bilinçaltına yavaş yavaş “sen zaten bu eylemi gerçekleştirmediğin zaman burada da insan gibi saygı görmeyeceksin. Ama bu eylemi yaptığın zaman hem grup adına hareket etmiş olacaksın, hem de kendini kahraman olarak farklı kılacaksın” fikri yerleştiriliyor. Beyin yıkama tekniklerine "düşünmeyi durdurma ritüeli" de dahildir. Grup halinde bir araya gelinerek “toplu yeminler” ediliyor, iyi ya da kötü, bazı sözler ve marşlar koro halinde saatlerce ateşli bir şekilde tekrarlanarak bilinçler uyutuluyor. Böyle toplantılar sıkça tekrarlanarak düşünme yeteneği iyice bastırılıyor. İlişkilerin ve bilgi akışının sıkı denetimi sonucu bireylerin bakış açıları iyice daraltıyor. Kişide en ufak bir tereddüt görüldüğünde grup derhal duygusal baskı uygulayarak, kişinin utanması ve kendini suçlu hissetmesi sağlanıyor. Sonunda da o insan, "korkak" damgası yemektense ölümü tercih ediyor. Bireylerin her şeyi sadece “siyah-beyaz” gören yalancı bir kişiliğe bürünmesi isteniyor bu yolda. Artık onların yaşamındaki her şey, sadece inananlar ve inanmayanlar, insan ve insan olmayanlar, her şey ya da hiçbir şeyden ibarettir! Sorunları çözebilmenin bir tek yolu vardır: “İntihar saldırısıyla düşmanın yok edilmesi!” Hasılı, onlara kızmak, küfür etmek, arkalarından söylenmek hiçbir anlam ifade etmiyor sevgili okurlar, çünkü intihar bombacıları psikolojik sorunları olan, beyinleri yıkanmış, hasta, zavallı ve acınası tipler. Tarihte Hasan Sabbah’ın yetiştirdikleriyle sıkça anıldığı gibi her zaman oldular, bundan sonra da var olmaya devam edecekler. Ama bilin ki bir devlet eğer güçlenmeye, hak iddia etmeye  başlamışsa hedef haline gelir; aksi halde ağa babaları tarafından tatlı tatlı sömürülüp durmakta, ne istenirse paşa paşa yapmaktadır zaten! Madem ki tüm dünyanın zenginliklerine ki, buna insan zenginliği de dahil, imrenerek baktığı Anadolu gibi bir coğrafyayı yurt olarak kendimize seçtik, mecburen katlanıp yaşayacağız bu tür eylemleri. Büyümenin, büyük olmanın bedeli acı çekmektir aynı zamanda. Ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi, “acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de!..”     

Diğer Haberler