1390’lı yıllar Osmanlı’nın artık beylikten çıkıp, “devlet olma” döneminin tamamen başladığı yıllardır.
O günlere dek Bursa kalesinin dışına pek yatırım yapmayan Türkler, kurdukları düzenli ordularıyla fetih üzerine fetihler gerçekleştiriyor, akıncı birlikleriyle Avrupa’nın altını üstüne getiriyorlardı.
Bu kabuğu kıran Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt oldu.
Yeni yurdumuzun bundan böyle kesin bir şekilde bu topraklar olduğunu, bundan böyle bizi hiç kimsenin buralardan çıkaramayacağını dosta düşmana ispat edebilmek için şehir dışına Koza Han gibi, dönemin devasa alışveriş merkezlerini yaptırarak başladı işe Yıldırım.
Sonra, girişilecek Niğbolu cengi için de adak adadı Tanrıya, “eğer savaşı kazanacak olursak tam 20 de cami yaptıracaktı” Bursa’ya.
Aklı, damadı Emir Sultan verdi.
Dört bir yana küçük 20 camidense, 20 kubbeli ulu bir eser daha evlaydı Yıldırım gibi azametli, namlı bir padişah için.
O dev namazgâh için pek çok söylence vardır.
Caminin inşaatı sürerken Somuncu Baba oraya sık sık gelir, çalışan işçilere ekmek dağıtırmış.
Şimdi “vav” harfinin bulunduğu direğin dibinde taş kırarak çalışıp duran adamı fark etmiş gönül gözüyle önce.
Sonra da bileğinden sıkı sıkı tutarak yakalayıvermiş!
Hızır anlamış kimliğinin ortaya çıktığını.
“Eğer cami inşaatı bittikten sonra her gün tam buraya gelip namaz kılacağına söz vermezsen hemen herkese senin Hızır olduğunu açıklarım” demiş Somuncu Baba.
“Tamam” demiş adam, “ama benim de bir şartım var.”
“Nedir” demiş Somuncu Baba?
“Günün hangi vaktinde geleceğimi ben bileyim!..”
Hangi saatte geldiği bilinmez, o vakit bu vakittir Hızır Aleyhisselâm, inanışa göre her gün Bursa Ulucami’ye gelerek “vav” harfinin dibinde mutlaka namazını kılarmış.
Günün birinde Ulucami’ye gidecek olursanız eğer, “vav’ın” bulunduğu kolonun etrafına iyi bakın, kim bilir, belki de Hızır Aleyhisselâm’la yüz yüze geleceksiniz!..
Sadece yapılarıyla değil, hikâyeleri ve yaşanmışlıklarıyla da büyür kadim kentler.
Yalnızca hanlar bölgesini ihya etmedi Yıldırım Bayezid, şehrin çok ama çok uzağına ki, o yıllarda o bölge akıl almayacak kadar ıraktı Bursa’ya, içinde camisi, medresesi, imareti, ayrıca bir mektep ve hamam bulunan Yıldırım Külliyesi’ni de yaptırdı.
Bu artık tam bir meydan okumaydı dünyaya, Anadolu ve Balkanlar bir Türk yurduydu artık.
Tabii, o vakit bilemezdi Yıldırım, aradan yüzyıllar geçtikten sonra yaptırdığı külliyenin etrafından başlayarak yüzbinlerce insan o bölgeye yerleşecek ve zaman içinde meydana gelecek ilçe kendi adıyla anılacak.
Dahası, Gökdere’den, Kestel’e dek uzayacak o ilçe çarpık yapılaşmanın, kötü idarenin, yeterince hizmet alamıyor olmanın en berbat örneklerinden biri olarak kalacak yıllarca.
Doğu’dan Bursa’ya girenler çatılardaki demir filizleri, üstü kapatılmamış inşaat kolonu ormanlarıyla karşılaşacaklar.
Bu durum da yıllarca böyle sürüp gidecek.
Ta ki Yıldırım’ın başına eğitimli, bilgili, görgülü ve ufuk sahibi bir adam olan, aynı zamanda Osmanlı’nın manevi kurucusu Şeyh Edebali’inin ismini taşıyan İsmail Hakkı Edebali gelinceye kadar bu kötü manzara sürecek!
Edebali sadece Yıldırım için değil, Bursa için de çok büyük bir şanstır.
İnşaat Yüksek Mühendisi olan İsmail Hakkı Edebali’nin yüksek lisans tezi “kentsel dönüşüm” üzerine.
Şimdi de belediye başkanlığı görevini sürdürürken aynı zamanda konu üzerine doktora yapıyor.
Ve biliyor musunuz aynen 1855’te Ulucami’nin 20 kubbesini birden yıkan Bursa depremi gibi bir yenisinin olması er ya da geç kaçınılmaz ve İsmail Hakkı Edebali’yse, daha şimdiden genciyle, yaşlısıyla on binlerce insanın hayatını kurtaracak adımları atmış vaziyette!
Ankara yolundan girişte karşılaşılan gecekondu ormanı bundan böyle yavaş yavaş ortadan kalkacak, Edebali’nin planladığı kentsel dönüşüm sayesinde yeniden sıfırdan imal edilmiş dayanıklı evlerde oturacaklar bundan böyle sahipleri.
Üstelik ellerindeki çerden çöpten mevcut binalar beş para etmezken, tapusu, iskanı alınmış yeni konutları çok büyük ölçüde değerlenmiş olacak.
Tam 3 yıldır geceli gündüzlü bunun için çalışıyor İsmail Hakkı Edebali.
Bursa’nın gerçekten dönüşüm gerektiren ve olası bir büyük depremde taş taş üstünde kalmayacak bölgelerini bir bir iğne oyası işler gibi planladı önce; vatandaşlarla tek tek görüşülerek rızaları alındı.
Sonra onaylanması için bakanlığa gönderildi yeni imar durumları.
Ve Arabayatağı, Ulus, Mevlana, Hacivat, Yavuzselim, Çınarönü gibi mahallelerin onayları ulaştı geçenlerde belediyeye.
Bundan sonraki süreçte Yıldırım’ın en az üçte biri yıkılıp yeniden yapılacak.
İnsanlar ne kadar farkında bilmiyorum ama tam anlamıyla “devrim” niteliğindeki bu çalışma Bursa’nın geleceği için en az Yıldırım Bayezid’in geçmişte yaptıkları kadar değerli ve önemli!
Yıldırım Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü sevgili Okan (Kızılkaya) geçen 3 yılda yapılan veya hazırlığı süren hizmetlerin anlatıldığı bir cilt, eşşek kadar ansiklopedik bir kitap hazırlatmış.
Bir yerden kafanıza düşse kesin yarar!
Tam 464 sayfalık dev bir eser!
Ve yine tam 453 ayrı hizmet maddesinden oluşan giriş bölümünü görünce hemen pörtlüyor insanın gözleri!
Şimdi bir belediye başkanı düşünün…
Tarihinde ilk kez termal şifalı kaplıca suyunu Kükürtlü’den alsın, borularla ilçesine taşıdıktan sonra orada halka açık dev bir kaplıca ve şifa merkezi kursun; üstelik sadece bununla da kalmasın, o termal tesise benim de çocukluğumun geçtiği mahallede hayrat cami ve çeşmesi olan, Osmanlı’nın ilk “kadın elçisi Selçuk Hatun’un” adını koysun!
İsmail Hakkı Edebali’yi buradan sık sık övüyorum, kutluyorum ama inanın tümü gerçek, hiçbir abartı yok anlattıklarımda; bir insanın ufku bu kadar mı açık olur, bir insan tarihine, köklerine bu kadar mı meftun olur, bir insan bu kadar mı vefalı, bu kadar mı Bursalı olur?
Şimdiye dek yaklaşık 28 bin kadına hizmet veren Kanser Teşhis ve Tarama Merkezi…
Çağımızın getirdiği psikolojik sorunların aşılması için kurulan Ruh Sağlığı Merkezi…
Mahalle camilerine kadınları toplayarak, çocuklarda uyuşturucu kullanımıyla ilişkin bilinçlendirme toplantıları yapılması…
Çevre bilinci için binlerce çocuğa izletilen tiyatro oyunları…
Kentin her yerine dağıtılmış kedi evleri…
Gençlik merkezleri, mahalle konakları, başka işlevler de kazandırılan kapalı pazar alanları…
Tıp merkezleri, otoparklar…
Türkiye’nin en büyük spor kompleksi…
Parklar, bahçeler, konserler, konferanslar, seminerler…
Sosyal belediyeciliğin en güzel ama en gizli yardımlaşma örnekleri…
Kentsel dönüşüm zaten Bursa’nın kaderini değiştirecek olağanüstü bir çalışma ama…
Hikaye içre pek çok hikayeler var kentimizin her köşesinde, Hızır’la, Somuncu Baba’yla başladık bugünkü sohbetimize, gelin Selçuk Hatun’la devam edelim:
Tam 11 yıl boyunca kaos ve güvensizlik ortamı içinde süren Fetret Devri’nin ardından Osmanlı’yı derleyip toparlayan ve bugün Yeşil Türbe’de yatan 5’inci hükümdar Çelebi Mehmet’in 7 kızından biridir Selçuk Hatun.
Fatih Sultan Mehmet’in babası, şimdi yine Bursa’da, Muradiye Külliyesi’ndeki, vasiyeti üzerine mezarına yağmur düşebilmesi için kubbesi açık bırakılan türbesinde yatmakta olan Sultan 2’nci Murat 18 yaşındayken tahta çıktığında, kız kardeşi Selçuk Hatun henüz 14 yaşında gencecik bir kızdı.
Candaroğulları Beyliği’nin başındaki İbrahim Beyle nikahlandığındaysa on sekiz…
Kocasının saltanatı uzun sürmeyince yanına çocuklarını da alarak Kastamonu’dan Bursa’ya, ağabeyinin yanına döndü Selçuk Hatun.
Sultan Murat’ın vefatından birkaç ay önce de Setbaşı’ndan, Kayhan’a inilen yol üzerinde tek minareli küçük bir mescit inşa ettirdi.
Kayıtlara göre tüm malını mülkünü bu camiye vakfetmişti ancak akıbeti nedir bilen eden yok, Vakıflar Bölge Müdürü Mustafa Emek bilgi verse de, biz de öğrensek?
Sadece mescitle yetinmemiş, avlunun dışına köşeye yan yana büyük kemerli iki zarif çeşme de yaptırmış rahmetli.
Şimdi o çeşmeler teke inmiş durumda!
Çocukluğumun sıcak yaz günlerinde o çeşmeye ağzımı dayayıp çok defalar kana kana buz gibi suyundan içmişliğim vardır.
Bayram sabahları ya da cuma günleri Şahin’le ve babamızla birlikte namaz kıldığımız da çoktur Bursa’nın bir köşesinden sahibine dualar gönderen Selçuk Hatun Camisi’nde.
Bursa’nın ardından Osmanlı Devleti’ne uzun süre başkentlik yapan Edirne ve İstanbul’da da Selçuk Hatun’dan mimari izler vardır.
Ama Bursa’da bir eseri daha vardır ki, pek bilinmez.
Mihraplı ya da Hüdavendigar Parkı’nın yanında Nilüfer Çayı’ndan karşıya ulaşımı sağlayan çift şeritli bir köprü var ya?
İşte onun üzerine çıkıp da kuzey yakasından aşağıya doğru baktığınızda ağlayan suretiyle size yüzyıllar öncesinden acıyla bakan 8-10 gözlü unutulmuş bir taş köprü daha görürsünüz!
1465-1466 yıllarında Bursa’dan insanların Kirmastı’ya ulaşabilmeleri için o Mihraplı Köprüsü de Selçuk Hatun tarafından hayır için yaptırılmıştır.
O tarihlerde Fatih’in hükümdarlığı hâlâ sürüyordu.
Ağabeyi Sultan II. Murad döneminde Bursa’da mescit, köprü, kayıtlara göre bir imaret ve mektep; Edirne’de de mescit yaptıran Selçuk Hatun, yeğeni Fatih dönemini de boş geçirmemiş, İstanbul mimarisinin gelişmesine Aksaray, Taşkasap’ta yaptırdığı şimdiki Millet Caddesi üzerinde, kâgir duvarlı ve ahşap çatılı bir camiyle katılmıştı.
Minaresi kalın gövdeli ve taştan olan bu mescit 17 yüzyılda çıkan bir yangında tamamen yandı ve dönemin Kızlarağası Abbas tarafından yeniden yaptırıldı; bugün orası “Abbas Ağa Camisi” olarak anılmakta.
Ve günü geldi koca sultan kendisine yemeklerinde yavaş yavaş verilen zehrin etkisiyle öldü.
Haber 3 Mayıs 1481 günü salındı Amasya’da bulunan büyük şehzade Bayezid’le, Konya’daki küçüğü Cem’e.
Bayezid aradaki mesafenin kısalığından dolayı başkente kardeşinden daha çabuk ulaşarak tahtı kapmış, Cem Sultan’sa Bursa’yı ele geçirip padişahlığını ilan etmişti.
Hüdavendigar Vilayeti’ndeki 18 günlük iktidarının ardından ağabeyinin bir orduyla üzerine doğru geldiğini haber alan Cem onu durduramayacağını anlamış, 74 yaşındaki büyük halası Selçuk Hatun’u göndermişti meselenin sulh yoluyla çözülmesi için elçi olarak ona.
Selçuk Hatun, kıymetli yeğeninin bu ricasını bir an bile tereddüt etmeden kabul etti ve hemen bir heyetle diğer yeğeninin yanına doğru hareket etti.
Selçuk Hatun, padişahın elini öptükten sonra; “Padişahım; olmaz mı ki, can beraber olan kardeş kanını dökmeğe kalkışmayasın. İslâm arasında cenk ateşini yakıp tutuşturmayasın. Rumeli topraklarıyla yetinip Anadolu ülkesini, illerini kardeşine bağışlayasın. Böyle yaparsan o da eğdiği boynunu bir daha boyunduruğundan çıkarmaz ve bundan sonra da olmayacak bir yola girmez. Çekişme, bir ağaç dahi olsa üzüntüden başka meyve vermez. İki şanlı padişah dövüşmeye niyet ederseler bundan reaya büyük zarar görür. Ülke kavgası yüzünden ortalığı harabeye çevirmek yüce gönüllü olmaya ve yiğitlik şanına uygun değildir” dedi sultana.
Halasına hürmette hiç kusur etmeyen Sultan Bayezid bu ricaya bir Arap deyimi olan şu tarihî sözle cevap verdi:
“Lâ rahime beyne’l-mülûk!’’
Yani kısaca, “Hükümdarlar arasında merhamet olmaz” diyordu Padişah; tarih ve hocaları ona öyle öğretmişti çünkü, kardeşlerine acıyan pek çok hükümdar geçmişte acınacak duruma düşmüştü.
Selçuk Sultan aynı zamanda, Osmanlı’nın idaresinde etkili olan kadın sultanların ilkidir.
Buna rağmen devleti ihtirasları uğruna kullanmamış, tersine onun varlığı ve bekası için çalışmıştı.
Osmanlı tarihinde elçilik yapan ilk kadın sultandı.
İşte, aradan geçen yüzyılların ardından onun adını hatırlayıp yaşatarak Selçuk Hatun’u da ihya etti Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali.
Dilerim gelecek nesiller Edebali Başkanı da şükran ve iyilikle anarlar, onun da ismini yaşatırlar böyle güzel eserlerde.