Partisinin imajını değiştirip yeniden düzenlemek isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeligöreve geldikten sonra örgüte bir bildiri yayınlamış ve partililerinden şunları istemişti:
‘‘Parlak renkli giyim ve beyaz çoraptan uzak durun, terlemeye karşı hafif bir koku sürün, soğan ve sarımsak yemeyin, az sigara için, erkekler her sabah sakal ve bıyık traşı olsun, dişleri günde iki kez fırçalayın, yaşa uygun giyinin, gömlek ve kravat mutlaka giyin, kolye ve rozet gibi aksesuarlarda abartıdan kaçının, sıkıcı olmayın, oturuşunuz güven dolu olsun ve her zaman dik oturun.’’
Nasıl ama?
Ben Türk halkının bazen gecikmeli de olsa mizah gücüne hayranım arkadaş!
Devlet Bahçeli’nin teşhisiyle (!) MHP’nin geçmişte o soğan, sarımsak kokusundan yanına yaklaşılamayan, otuz senedir ağzına diş fırçası değmemiş, yumurta topuk ayakkabılı, beyaz çoraplı bıçkın ülkücüleri bu günlerde artık evrilip gelişmiş, ortaya karışık süper esprilerüretmekteler!
Facebook’ta önceki akşam o fotoğrafı görünce koptum!
Kendisinin başarısızlıklarından ve MHP’nin halinden hiç memnun olmayan iki sarkık bıyıklı ülkücü, sırf Devlet Bahçeli’yi protesto etmek için çekmişler ayaklarına kar beyazı çoraplarını, inadına poz vermekteler!
Bu mudur?
İşte tam olarak budur!
Öte yanda hayatı ve Bahçeli’yi çok ciddiye alan, çok enteresan sanrı ve saplantıları olan, parti içindeki muhalifleri “hainlikle” suçlayacak kadar da koltuğuna düşkün biri daha var MHP’de; o daGenel Sekreter İsmet Büyükataman’dan başkası değil.
Daha önce görev yaptığım Gazete Bursa’da, burada hazırlandıktan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gönderilen ve içeriğinde pek çok siyasiye ilişkin istihbarat bilgi notlarının bulunduğu bir rapor yayınlamıştım.
Orada sözü edilen ve hakkında bazı bilgiler olan insanlardan biri de İsmet Büyükataman’dı.
Ben bunları yayınlayınca telefon edip kendince doğruları açıklaması gereken Büyükataman ne yaptı?
Hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulundu!
Bunu yaptığı için de dolayısıyla otomatik olarak “kadraja” girdi zaten.
Oysa her şeyin ötesinde Bursa’dan tanışıyorduk, bir “merhabamız” vardı.
Daha sonra “Mayaş’a ne oldu” ve “Alparslan Türkeş’e kimler ihanet etti” ana başlıklarıyla devam eden bir dizi yazı daha geldi arkadan.
İsmet Büyükataman telefonu çevirmek yerine avukatını yine savcılara yönlendirdi!
Bereket versin ki bu ülkede “basın özgürlüğünü” koruyan Cumhuriyet Savcıları var!
Yoksa maazallah Büyükataman gibilere kalsak içeriden çıkamayız hiç birimiz!
Bir de oraya dilekçeye yazdırmamış mı avukatına, “İsmet Büyükataman necip Türk milletine mal olmuş bir insandır” diye, ne güldüm, ne güldüm!
Sokaktaki adama sor, “İsmet Büyükataman kimdir” diye, yüz kişiden biri tanısın dişimi kırayım?!.
Bursaspor’un Amigosu Selim’i bile daha fazla tanır insanlar!
Diğer taraftan o necip Türk milletinin necip MHP’leri Bahçeli ve sizi artık istemiyor Sayın Büyükataman, necip partililerinizin bu iradelerine neden hürmet etmiyorsunuz acaba?
Hülasa, üst mahkemeye yapılan itirazları da haksız bulundu MHP Genel Sekreteri’nin.
Yazıların içeriğindeki bilgileri zaman içinde yüzlerce insanla konuşarak edindim.
Sonrasında da partinin geçmişine ilişkin pek çok derin bilgiyi, pek çok MHP’li ilk kez benim kalemimden öğrendi.
Sonra bir baktım ki, el değiştirdikten sonra bu yazılar Gazete Bursa’nın İnternet sitesinden kaldırılmış!
Bunun üzerine ben de iki tanesini alıp Yeni Marmara Gazetesi’nde tekrar yayınladım.
Her ne kadar içeriğinde MHP’nin Genel Sekreterliğini yürüten birine yine hiç yakışmayan, nezaketsiz ve saplantılı ifade ve iddialar bulunsa da İsmet Büyükataman bu kez doğruya en yakın bir yaklaşım sergiledi ve bir mektupla yanıt hakkını kullandı.
Ve bize de elbette yayınlamak düşer.
Bazen elim ağır kaçıyor, kendisini daha önce de epey hırpaladım, söylenecek çok şey var ama bu kez satır aralarına girmiyor, mektubu olduğu gibi değerlendirmenize sunuyorum.
Haydi buyurun, birlikte okuyalım:
“Sayın M. Ali Yılmaz
Sanırım birbirimizi yıllardır tanıyoruz. Her ikimizin de nerede durduğu bellidir, ideolojik tercihlerimiz de oldukça nettir.
Hakkımda aslı esası olmayan yazılar kaleme alıyor, gazete köşenizde yayınlıyorsunuz. Maksadını aşan iddialar hatta iftiralarda bulunuyorsunuz. İddia sahibi iddiasını ispatla yükümlüdür. Aksi takdirde müfteri olur. Şayet bir nebze fikir namusunuz kaldıysa “objektif” ve “tarafsız” olmanızı zorunlu kılan gazetecilik mesleğinizden bir kırıntı kaldıysa yazdığım yazıyı köşenizde yayınlarsınız.
Bu iddiaları hiç araştırma ihtiyacı duymadığınız belli. Yine belli ki bu yazılarınızı siparişle kaleme almışsınız. Karşılığında ne aldınız veya neler vaat edildi bilmiyorum, hoş önemi de yok…
Yalnız şunu iyi biliyorum ve eminim ki ne sizin ne de size sipariş verenlerin bu iddiaları yüzüme söyleyecek cesaretiniz de yok, yüreğiniz de yok. Çünkü bu konuları kaleme almazdan önce şayet samimi olsaydınız bana telefon açıp fikrime müracaat edebilirdiniz, etmeliydiniz. Ama bunu yapmadınız.
En kısa zamanda ziyaretinize de geleceğimi belirterek gelelim şu iddialarınıza;
- Evet ben Merzifonluyum, üniversite tahsilim münasebetiyle Bursa’ya geldim, eşim Bursa’lı, işim Bursa’da ve Bursa’ya 1984 yılından itibaren yerleştim. En az sizin kadar kendimi Bursa’lı kabul ediyorum. Bundan da onur duyuyorum.
- Çok severek tercih ettiğim matematik öğretmenliği görevim ne yazık ki sadece üç yıl sürdü. İddia ettiğiniz gibi bu mesleğimden istifa ederek ayrılmadım. Sizin de mensubu olduğunuz zihniyetin sayesinde mesleğim elimden alındı. 1978 yılında Türkiye genelinde ülkücü öğretmenlere yönelik başlatılan “kıyım ve imha” operasyonu ile ben de Kars ili Arpaçay kazası Koçköy Ortaokuluna sürgün edildim. O dönemde çok sayıda ülküdaşımız sürgüne gönderildikleri yerlerde hunharca katledildi. Ben 20 günlük rapor aldım, daha raporum bitmeden beni “müstafi” saydılar. Yani ben sizin iddia ettiğiniz gibi mesleğimden “İSTİFA ETMEDİM, ATILDIM.”
1978 yılında “mesleğim elimden alındıktan sonra” rahmetli Başbuğumuzun talimatı ile Ankara’ya intikal ettim ve eğitimciler kadrosunda yer alarak, Başbuğumuzun nezaretinde yürütülen eğitim çalışmalarına katıldım. Daha sonra MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) bünyesinde oluşturulan “eğitim dairesi”nde Ülkü Ocakları Eski Genel Başkan Yardımcısı ve Tokat Öğrenci Yurduna komünistlerin attığı bomba ile bir kolunu ve bir gözünü kaybeden gazimiz rahmetli “Ergin BAYRAMCI” ağabeyim ile birlikte göreve başladım. Bu görevimiz 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar devam etti.
- Rahmetli Başbuğumuz ile münasebetimiz iddianızın aksine vefatına kadar devam etti. MHP Bursa İl Başkanlığı görevine Başbuğumuzun sağlığında talip oldum. İl kongresi 4 Nisan 1997 tarihinde Başbuğumuzun vefatı nedeniyle tehir edildi, bilahare 20 Nisan 1997 tarihinde yapılan il kongresinde il başkanı oldum.
12 Eylül 1980 askeri ihtilali sonrasında MHP başta olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlarımız kapatılmış, rahmetli Başbuğumuz dâhil binlerce ülküdaşımız tutuklanmıştı. Binlerce mağdurumuzun olduğu her türlü hukuksuzluğun sıradan hale geldiği günleri yaşıyorduk. Böyle bir ortamda ayakta kalan bir grup ülküdaşımızın fedakârlığı ile “MAYAŞ” kurulmuştu. Burada bir yandan çıkardığımız yayınlar ve dergiler aracılığı ile insanlarımızla irtibat ve iletişim kurulmaya çalışılıyor, diğer yandan cezaevinde bulunan ülküdaşlarımızın, dışarda bıraktıkları emanetlerinin durumları takip edilmeye çalışılıyordu. Her türlü faaliyeti sıkıyönetimce yakinen takip edilen, denetlenen bu şirketin iddia ettiğiniz gibi “MHP’nin Ankara’da Çankaya ve Kızılay’da paha biçilemeyecek iki dairesini”, “Bahçelievler’deki 350 yataklı Tokat Öğrenci yurdunu”, “MİSK’in mal varlıklarını” çeşitli yöntemlerle üzerine geçirmesi mümkün müdür?
“Çamur at, izi kalsın” anlayışı içerisinde ortaya attığınız bu iddialarınız akla ziyandır, maksatlıdır.
MHP’nin ve MİSK’in mal varlıklarının kayıtları devletimizin arşivlerinde mevcuttur. Atanan kayyımların bilgisi dâhilindedir. Dolayısıyla MAYAŞ’a aktarılan herhangi “mal-mülk” asla söz konusu olmamıştır.
- Ben Ankara’dan 1984 yılında ayrılarak Bursa’ya yerleştim. Bu sırada MAYAŞ’ın başında rahmetli Ali GÜNGÖR ağabeyim vardı. Daha sonra kesin tarihini bilmemekle beraber MAYAŞ’ın faaliyetlerine son verildiğini biliyorum.
- Bursa’ya geldikten bir müddet sonra yurtdışında bulunan bazı arkadaşlarımızla birlikte bir şirket kurarak ticaret yaptım.
İnşaat işlerine 1991 yılında üç arkadaşımla birlikte kurduğum şirketle başladım. İddia ettiğiniz gibi yurdun çeşitli yerlerinde dev inşaatlarım hiç olmadı. Şirketimiz kuruluşundan bu güne kadar hiçbir devlet ihalesine katılmamış ve iş almamıştır. Yine yerel yönetimlerden de kuruluşundan bugüne herhangi bir ihaleye katılmamış ve ihale almamıştır. Kuruluşundan bugüne sadece Bursa’da 4 ayrı yerde kooperatif inşaatları yapmıştır. Bugüne kadar yapmış olduğu her işi de zamanında başarı ile ve yüz akıyla sahiplerine teslim etmiştir.
Sayın M. Ali Yılmaz
İddia ettiğiniz gibi çok zengin bir insan değilim ama hamdolsun muhannete muhtaç olmayacak şekilde de geçimimi temin ediyorum.
Hayatımın hiçbir döneminde hesabını veremeyeceğim bir yanlışın içerisinde olmadım. Hamdolsun geçmişimde de bugünümde de utandığım hiçbir şey yok.
1974 yılında Bursa Ülkü Ocakları Başkanlığı görevini yürüttüğüm günden bu yana çizgimde hiçbir kırık olmamıştır. “Ülkücü Hareketin şerefli bir mensubu olmak” taşıdığım en büyük iftihar kaynağım ve zenginliğimdir.”
Evet…
İsmet Büyükataman’ın açıklamaları böyle.
Ancak küçük bir not:
Büyükataman beni, bu güne dek temasta bulunduğu başka gazetecilerle karıştırıyor sanırım ve “fotoğrafı bundan böyle doğru okumak istiyorsa eğer, bu kanaatinden derhal vazgeçmesini” tavsiye ederim.
Bana yazı sipariş edecek, bırak onu, bunu teklif etmeye cüret dahi edebilecek adam anasından henüz doğmadı daha!
Mektubun bir yerinde diyor ki:
“Bu iddiaları hiç araştırma ihtiyacı duymadığınız belli.”
Yine ne tesadüf ki, önceki akşam Facebook’ta “beyaz çoraplı muhalif ülkücülerin fotoğraflarına” denk geldiğim sıra bir paylaşıma daha rastladım.
Bırakın yüze söylemeyi, aşağıdaki metni yüzbinler okuyup bilsin diye oradan paylaşan kişi, ilk kez Bursa’dan doğan Ülkü Ocakları’nın 17 kurucusundan biri, daha sonra Ülkücü İşçiler Başkanı, ardından MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Bölge müfettişi ve MHP’nin çeşitli kademelerinde yöneticilik yapmış olan Orhan Çavuşoğlu’ndan başkası değildi.
Orhan Çavuşoğlu Facebook’ta MAYAŞ’la ve o süreçte yaşananlarla ilgili yazımın altına şu yorumu yapmıştı:
“Yazılanların tamamına yakını benim bizzat yaşayıp bildiklerimle de örtüşüyor!..”
Şimdi de düşünceleri ve muhalefeti nedeniyle kısa süre önce MHP’den ihraç edilen ve hakkını geri almak için yargıya başvuran Orhan Çavuşoğlu’nun yazdıklarından pasajlariletelim, ola ki belki Sayın Büyükataman’a faydası olur, ufkunu açar:
“Ben ülkücüyüm. Komünist ve bölücüye göre hainim. Bana göre de onlar haindirler.
MHP Genel Merkez yönetimine karşı da bizler hainmişiz. MHP yöneticileri de Ülkücü iseler bizlere hain nasıl derler? Ülkücüler olarak 18 yıllık icraatları ile bunların davamızın takipçileri olmadıklarını fark ettik ve bunlardan yönetimi devralmak mecburiyetindeyiz.
Bunlar için yeteri kadar yazdık. Bu günkü MHP yönetiminin 3.5 yıllık iktidar döneminde Türk Halkını ve Milliyetçi kesimi memnun edici hiç bir icraatını göremedik. Pancarımızın, tütünümüzün bitirilmesinde, tahkim kanununda, RTÜK Kanunu’nda, hele hele uyum yasaları dedikleri, Türk Devleti’nin geleceğine dinamit olan ikiz yasalarda MHP yönetiminin günahları affedilir cinsten değildir. İkiz yasalarda bizzat Devlet Bahçeli'nin de imzası vardır. Tutarsız, basiretsiz, kemiksiz, kişiliksiz, siyasetleri milliyetçi tabana çok ağır bedeller ödetti. Ülkücü taban işi fark edip, bunlara karşı kafa kaldırmaya başlayınca, geçmişte Mao'cu, günümüzün AKP milletvekili Mehmet Metiner, MHP yönetimini korumaya almış, "bize son iktidarı bağışlayan Devlet Bahçeli'yi kimselere yedirtmeyiz" demektedir.
Artık görünen odur ki, bunlar MHP’yi bitirmek için görevlidirler. MHP’nin yönetiminden çekilmek istememektedirler. 18 yılın katılaştırdığı problemleri aşmak, kırgın gönülleri onarmak, soğumuş muhabbetleri ısıtmak, kolay olmayacaktır. Bunları kral yapan tüzüğü tarihe gömmek, küçük politik oyunların, küçük çıkarların üstüne çıkıp hırslarımızı, bencilliklerimizi yenmek, ortak değerlerimizde, ortak ülkümüzde, aynı yuvada birleşmek, ortaya çıkan adaylarımızın gayesi olmalıdır.
Bunu yapabildiğimiz takdirde büyük rüya gerçekleşmiş olur.”
İşte bu da muhalefetin sesiydi Sayın Büyükataman.
Size, “çekilin artık oradan” diyorlar!