Yazarlar

Kabağın sahibi

post-img
Halk arasında Yunus Emre’ye atfedilen aşağıdaki dörtlük ne kadar da hoş değil mi? ‘’Olsun be aldırma, yaradan yardır. Sanma ki zalimin sana ettiği yanına kârdır. Mazlumun ahı en tepeden indirir şâhı, her şeyin bir zamanı, bir vakti vardır.’’   ………………….   Günün birinde, artık saçı sakalına iyice karışmış olan bir derviş tıraş olmak üzere bir berbere gider. Berberden de “sakal ve bıyığını kısaltmasını, saçını da usturayla tamamen kazımasını” ister bizim yaşlı derviş. Müşterisini derhal koltuğuna oturtup bıyık ve saçını makasla kısalttıktan sonra usturasını deri kayışa sürterek bu kez de kafayı kazımaya hazırlanan berber işini büyük bir titizlikle sürdürmektedir. Derviş, “vur artık usturayı berber efendi” der. Berber de böylece dervişin saçlarını kazımaya başlar. Yaşlı adam önündeki aynadan bir yandan da kendini izlemektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır bile. Berber usturayı tam da diğer tarafa vuracakken içeriye belinde saldırması olduğu halde bıçkın mı bıçkın siyah pos bıyıklı bir kabadayı girer. Doğruca dervişin yanına gider bu amansız, acımasız külhan beyi. Ve başının kazınmış çıplak kısmına doğru okkalı bir şaplak patlatarak, “kalk bakalım kabak dede, kalk oradan da tıraşımızı olalım” diye seslenir. Dervişlik bu! Öyle kolay yürünmüyor o yıllarda bu yollar. Sövene karşı dilsiz, vuranaysa elsiz olmak gerek. Hiç sesini çıkarmıyor bizim derviş. Biraz çaresiz, biraz da mütevekkil biçimde usulca kalkarak yan tarafta ayakta beklemeye başlıyor. Bununla da kalmıyor arsız, küstah kabadayı bozuntusu. Tıraş boyunca sürekli aşağılayıp hakaretler ediyor, dalga geçiyor, “çay getir, su getir” diyerek hizmetçi gibi kullanıyor dedesi yaşındaki adamı. Berber bu yaşlı ve gariban adama karşı çok mahcuptur ama kabadayının arsızlık ve pervasızlığından da çok korkuyor; sesini çıkartamıyor. Arsız kabadayı “kabak aşağı, kabak yukarı” diye sürekli aşağılayıp durmaktadır kafasının bir yanı kel olan bu adamı. Nihayet tıraş biter ve kabadayı dükkândan dışarı çıkar. Henüz birkaç metre bile gitmemiştir ki, gemlerinden boşalmış iki atın çektiği tahta bir araba, yokuştan aşağıya doğru hızla kabadayının üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlık içinde yol ortasında donmuş bir vaziyette kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının göğsünden girip, sırtından çıkar. Adam kaşla göz arasında kanlar içinde kalıp, hiç akılda fikirde yokken oracıkta can çekişerek ölüverir. Olayı gören herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur. Bir az ilerideki manzaraya, bir dervişe bakar ve onun beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar: “Bu biraz fazla ağır olmadı mı derviş efendi?” Derviş fazlasıyla mahsun durmaktadır. Cevap verir berbere: “Vallâhi ne yalan söyleyeyim, ben gücenmedim ona. ‘Cahildir, akıllanır’ diye düşünüp, hakkımı da helâl etmiştim açıkçası. Gel gör ki, bu kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı!..” Hiç kimsenin söyleyecek tek lafı dahi yok. Tam anlamıyla bir takdir-i ilahi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin’in vefat ettiği 11 Kasım 2009 tarihinden bu yana 6 sene dolmasına tam 45 gün kala “kabağın sahibi” hükümünü verdi! “Olmaz” dedi, “sen yapıp söylediğin onca şeyin ardından orada öylece oturup, bundan böyle şatafat içinde keyif süremezsin!..” Kul hakkı çok önemlidir! Benden yana hakkım Semih Pala’ya helal olsun. Ayrıca O’nun adına rahmet ve bağışlanma da diliyorum. Başkaları ne der, ne düşünür, insanların ter içinde kalacağı Ruz-i mahşer’de hakkında nasıl konuşurlar işte onu bilemiyorum? Hele hele “kabağın sahibinin” verebileceği acı hükümleri düşündükçe dehşetten, söyleyecek başka da söz bulamıyorum!  

Diğer Haberler