Yazarlar

Kapılar

post-img
Ortaokul yıllarımda tüm külliyatını edindiğim Said-i Nursi’nin kitaplarına pek bir şey dememişti sevgili babam; belli ki içinde Allah, Kuran yazıyor diye. Ancak lise yıllarımda Nazım Hikmetin şiir kitaplarını bir akşam okul dönüşü kovalı kömür sobasının içinde bu kez de dünyadaki üşüyen çocukları ısıtmaya çalışırken bulmuştum!.. Daha sonraları Georges Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri, Marks’ın Kapital’i, Lenin’in Emperyalizm kitabı da aynı akıbete uğradı o sıralarda edindiğim daha pek çok kitap, dergi ve gazeteyle birlikte. Tam olarak evladını koruma içgüdüsüydü bu ardında yatan nedenleri belki günün birinde mütevazı bir kitapta anlatırım; biliyorum. Ardından Turan Dursun ve devamında da Profesör İlhan Arsel’in kitaplarıyla tanıştım. Dine, dinlere dair daha önce hiç okuyup işitmediğim gerçekleri onların canları bahasına kaleme aldıkları eserlerinde görünce de yazılanları teyit etmek için İmam Gazali’den, Sahih-i Buhari’ye varıncaya dek İslam aleminde güvenilir kabul edilen hadis yazarlarının tüm ciltlerini incelemek üzere satın alıp koydum kütüphaneme. Bilmem benimle birlikte o da büyüdüğünden, bilmem “artık delilik/delikanlılık çağı geçti” diye düşündüğünden olsa gerek, sonraları hiç ilişmedi kitaplarıma sevgili babacığım. Ama onca yıl eskici antikacı gezip, bazen de harabe eski Bursa evlerinden çalarak topladığım “kapı tokmağı ve kilitlerinden” oluşan koleksiyonumu çatıyı derleyip temizleyeceğim diye kapının önünden iki tekerlekli arabasıyla geçen Niğdeli bir hurdacıya üç kuruşa sattığını öğrendiğim vakit  iki avucumu  yüzüme kapatarak oturup hüngür hüngür ağlamıştım doğrusu. Yine aynı şekilde teknolojinin o yok dönemlerinde elektronikçiler çarşısından kitlerini alıp kendi ellerimle derlediğim anfilerimi, ekolayzırlarımı, ışık sistemlerimi, ilk gençliğime ait Erkekçe ve Penthause dergilerimi, posterlerimi, çuval çuval kasetlerimi aynı hurdacıya verdiğinde inanın hiç üzülmemiştim bu kadar. Ama keşke canım babam bu gün sağ olsaydı da her Allah'ın günü neyim var neyim yoksa birer birer ya yaksaydı ya da hurdacılara tümden yine verseydi, ah ne olurdu! Niğdeliye gittiklerinde çatıda duran annemin ceviz ağacından o kocaman çeyiz sandığını dolduracak kadar olmuştu; akranlarım kibrit kutusu ya da pul koleksiyonu yaparlarken o yıllarda toplama başladığım kapı tokmağı ve kapı kilitlerden oluşan hazinem. Kim bilir, belki de kapı tokmaklarına nakşedilen misafire dönük özen ve zarafet etkilemişti beni bu tercihimde? Örneğin tunçtan zarif bir elin tuttuğu topuzlardan oluşan tokmaklarım vardı. Kapıya raptedilmiş tunç ellerin avuçladığı bu topuzlar misafir tarafından, yine kapıya sabitlenmiş metal bir kaideye vurularak ev sahibine gelindiği haber ediliyordu. Topuzlardan bazıları küçük, bazılarıysa büyüktü. O yıllarda öğrenmiştim, kapıların iki kanadına biri büyük, diğeri küçük olmak üzere yerleştirilen tokmaklardan küçük olanın ince, büyük olanınsa daha kalın tok ses çıkardığını ve ev sahibinin gelenin kadın mı yoksa erkek mi olduğunu böylelikle anladığını, gelen kadınsa kapıyı kadının, erkekse erkeğin açtığını!.. Her ayrıntısında bir sır gizliydi kapıların ve o sırlar, bazen de kadim kültürlerin izlerini taşıyorlardı mesela hem de  binlerce yıl öncesinden. Osmanlı’da da yüzlerce yıl kullanılan eski demirden mamul kocaman kapı kilitlerinin tümünde, evin içine bakan kısımda göğüs, bel ve kalçadan oluşan bir kadın bedeni siluetinin bulunduğunun ve bunun Anadolu'daki 10 bin yıllık “ana tanrıçaları” simgelediğinin, bundan binlerce yıl önce o meskeni yine ana tanrıçanın her türlü bela ve tehlikeden koruması için tasarlandığının, çok değil 50 yıl öncesine kadar bu coğrafyadaki tüm demirci örslerinde aynılarının yapılıp satıldığının, bu figürlerin bazılarının başında güneş ışını şeklinde çizgilerin bulunduğunun, örneğin yine bu mizansenin mitolojide müziğin, güzel sanatların, güneşin ve ateşin tanrıçası Apollon’u simgelediğinin, Kybele’den, Artemis’e kadar her tanrıçaya ilişkin özel kadim tasarımların bulunduğunun kaçınız farkındaydı acaba? Ve o kapılar… Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kimi abanoz, kimi ceviz ağacından, çoklukla da çivi ya da  menteşe kullanılmaksızın işinin ehli ustalarca binlerce parçadan  kündekari yöntemle yapılıp işlenen muhteşem güzellikteki o varlıklarına şiir yazılası kapılar. Gizliliği, yalanı dolanı değil, sadece mahremi ve özel anları mahfuz kılan kapılar… Hep varlardı hayatlarımızda, hep de var olacaklar. Topkapı Sarayı’na giriyorsunuz örneğin, önce Bab-ı Hümayun, sonra Bab-üs Selam, ardından da Bab-üs Sade kapıları karşılıyor sizi; devamında dördüncü avluya, zengin ahşap işlemeli ve çinilerle süslü Bağdat ve Revan Köşklerine varıyorsunuz; kapı içre kapı işte orada da. İstanbul dediğiniz kent kapılardan ibaret sanki, işte size  Samatyakapı, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Demirkapı, Topkapı, Bahçekapı, Zindankapı, Eğrikapı, Edirnekapı ve daha onlarca farklı kapı. İşte Anadolu'daki ilk Türk devletinin başkenti o güzel kadim İznik: İstanbul Kapı, Lefke Kapı, Yenişehir Kapı, Göl Kapı, Hotos Kapı… Ve Bursamız: Hisar Kapı, Yer Kapı, Zindan Kapı, Pınarbaşı Kapı, Kaplıcalar Kapı… Gidileni, gelineni,  yeni bir mecrayı, yeni bir evi, ev sahibini, yeni bir heyecanı, yeni bir paylaşımı, onulmaz yaralara bulunan çareyi, umudu  temsil eder  kapılar;  yalanı,dolanı, o kapılar ardında çevrilebilecek hileyi ya da entrikayı değil!.. Desise insanın kendi içindedir; niyetine girdikten sonra kapılı da yapılır kapı olmadan da; içeride de yapılır, dışarıda da hiç kuşkusuz!.. Asıl önemli olan o kapıyı dışarıya karşı ahşap ya da metalden bir gergi değil, gelenin gidenin  eskisinden iyi karşılandığı yeni bir giriş, yeni bir çağ olarak algılayıp gösterebilme meselesidir ki anlam yerini bulabilsin. Bakıyorum da Bursa’da yeni seçilen bazı belediye başkanları ilk icraat olarak makam odalarındaki kapıları kaldırtıyorlar; bilmiyorlar, belki farkında değiller ki yaptıkları iş halk dalkavukluğundan başka bir şey değildir ve üstelik dalkavuk her zaman dalkavuktur! Gülüyorum! Geçmişte de bazıları aynısını yapmıştı. Ön kapılar kaldırılmış ancak çok değil 6 ay sonra her türlü iş bitişikteki ikinci odalarda kotarılmıştı yıllarca. İnsan olmak, insan olarak “büyümek” hakikaten çok zor!.. Kendi ödediği bedeller kadar, başkalarının yaptıkları için de canı yanıyor insanın. Yanan kitapların hepsi daha sonra geri geldi. Kapı tokmağı ve kilit koleksiyonumun hepsi gitti; gitsin, ziyanı yok; her şey gitseydi de bir tek babam kalsaydı geriye. Ama olmadı işte. O da herkes gibi bir kapıdan girdi bu dünyaya, başka bir kapıdan çıktı gitti!..

Diğer Haberler