Yazarlar

Kaz Dağları

post-img
İki günden beri ki, bu yazıyı kaleme aldığım sıra da dahil olmak üzere başımın üzerinden “pat, pat, pat” diye sesler çıkaran helikopterler geçiyor. Marmara Denizi’nden aldıkları suyu Uludağ’ın öte yakasına taşıyıp, Bursa’nın ormanlarını cehenneme çeviren yangının orta yerine  boşaltıyorlar. Siz hiç bir orman yangınının yakınında bulundunuz mu? O nasıl bir gürültü, nasıl da derin bir haykırıştır öyle? Ateşin yakıcı sıcaklığından çok ormandan çıkan inilti ürkütür insanı. Yangının yalazından çatur çutur çatlayan ağaç bedenlerinin yanı sıra ateşten kaçmaya çalışan börtü böceğin haykırışları, yuvalarındaki yavrularını kurtarabilmek için havada keskin dalışlar yapan kuşların çığlıkları, ağır adımlarla da olsa o büyük can pazarından uzaklaşmaya  çabalayan  kaplumbağaların sessiz feryatları neredeyse aklınızı alır o sıra. Dehşet içerisinde dona kalır, gözlerine far tutulmuş tavşanlara dönersiniz birden bire. Ben bu güne kadar her yaz yurdun her yerinde mutlaka çıkan orman yangınlarıyla ilgili üyelerini örgütleyen, bu felaketleri bir an önce söndürebilmek için gönüllü organizasyonlar kuran -sözde- hiçbir çevre örgütü görmedim mesela! Güya yeşilden yana çevre yapılanmasıdır ya onlar, hiç birinin gözümde şu kadarcık inandırıcı bir tarafı yok. Böyle düşünmek için nedenlerim var elbette. Bir ülkede geniş katılımlı çevreci kalkışmaların bir takım menfaat grupları ya da yabancı istihbarat örgütleri tarafından el altından desteklendiğini öğrenecek kadar büyüdüm çünkü. Aramızda bulunan bazı “rahatsızların” karınlarında oluşan “gaz sıkışmasını” giderebilmek için sazan gibi her yere, her şeye balıklama atladıklarını gördüm çünkü. Örneğin, ülkemize bir tık daha çığır atlatacak olan Akkuyu Nükleer Santrali… Ne yaygaralar kopardılar değil mi? Dünyada şu anda 31 ülkede aktif 437 nükleer reaktör bulunmakta. Tam 14 ülkedeyse 68 reaktörün inşaatı hala devam etmekte. Sadece 2030 yılına kadar 164 reaktörün daha yapılması planlanıyor. Şu anda dünyada elektrik üretiminde yüzde 40,6’lık payla kömür ilk sırada, ikinci sıradaysa ise yüzde 22,2’yle doğalgaz geliyor. Hidrolik enerji kaynaklarının yüzde 16’lık payla üçüncü olduğu listenin dördüncü sırasındaysa yüzde 13’le nükleer güç yer alıyor. Dünyanın, özellikle burnumuzun ucundaki batının her köşesi nükleer santrallerle doluyken, Türkiye’de bunun kurulmamasını kim ister? Birincisi rakip ülkeler, ikincisi de farkına bile varmadan bunların piyonu olan bizim yerli aynalı sazanlar! Bergamalı siyanürlü altın üretimine karşı köylüleri ve çıplaklık eylemlerini hatırlarsınız değil mi? Faili meçhul bir cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu’nun, Alman vakıfları ve Bergama’ya ilişkin yazdığı bir kitapla dökülmüştü foyaları. Güya bu sözde köylü hareketinin dış güçler tarafından yönlendirildiği ortaya çıkınca bir gram itibarları kalmadı ve sönüp gittiler. Senin toprağının altı gümüşle, altınla, bakırla doluysa çıkarmayacak mısın? Bunun için gerekliyse ağaç kesmeyecek misin? Böyle bir sakat anlayış dünyanın neresinde var? Bak arkadaşım… Bu adına “siyanür” denilen madde ta 1889’dan beri dünyada altın ve gümüş üretiminde kullanılıyor. Toprağın içindeki gözle görülemeyecek kadar küçük altın zerreciklerinin bir araya gelmesi için teknik olarak siyanür kullanılması şart. Ancak, bu altın üretiminde kullanılan son derece seyreltik bir siyanür. Mesela 10 bin damla su içerisinde sadece 3-5 damla kadar bulunuyor. İşlem sırasında siyanür kullanımının çevreye zarar vermesi bilimsel olarak mümkün değil. Tam 130 yıldır bu işte kullanılan sodyum siyanürden dolayı hayatını kaybeden bir tek insan bile yok! Kaldı ki günümüzde bu işin riskleri ve alınacak önlemler çok çok iyi hesaplanıyor. Ve bak kardeşim… Bu tartışma tamamen yapay ve kurmaca bir tartışma. Çünkü ülkemizde kullanılan siyanürün sadece yüzde 1 buçuğu altın üretiminde, geriye kalan yüzde 98 buçuğu da başta sentetik kumaş, iplik, naylon, plastik ve metal kaplama başta olmak üzere diğer sanayi dallarında kullanılıyor! Ses eden var mı? “Yok!..” Niye? Herkesin işi tıkırında da ondan çünkü! Peki, mesele “altın” olunca niye yaygara kopuyor? Türkiye her sene 5-6 milyar dolar civarında bir altın ithal ediyor da ondan çünkü! Bu büyük ticareti elinde bulunduran ülke ve şirketlerin eli armut mu dokuyor sanıyorsunuz?!. Şu fakir memleketimizde altın üretimi sadece 20 yıl kadar önce başladı. Bu güne dek ne bir çevre felaketi yaşandı ne de üretim yapılan yerlerin havası, suyu ve de toprağı zarar gördü. Avrupa Birliği’nin çok üstünde bir güvenlik standardımız var. Tekrar söylüyorum: “Ağaç mı?..” Ömrü boyunca bir tek fidan dikmemiş insanların ağaç sevgisi bana hiç inandırıcı gelmiyor artık! Mani hülyalara dalıp hayal aleminde gezmeyi bırakalım da insanı mutlu eden yalanlar yerine, çarpıcı ama gerçekçi doğruların peşinden koşalım azıcık! Kaz dağlarının peşinde kaz olmayalım!

Diğer Haberler