Şu insanoğlu hakikaten çok enteresan bir canlı türü.
Öyle enteresan ki, birinin felaketi gün geliyor, diğerinin ganimetine dönüşüveriyor mesela.
Önceki gün gece yarısı çıktığımız Silivri yolculuğunu, sabaha karşı çiğ düşmüş tarlaların ayazında, yüzümüzü alev gibi yakan soğuğun yalazında, 06 CHP 46 plakalı minibüsün arka kapısından inerek tamamlıyoruz.
CHP Bursa İl Başkanı Metin Çelik göreve gelir gelmez partisine yeni kazandırdığı Reno marka sıfır kilometre minibüsle götürüyor bizi Silivri cezaevi yerleşkesine.
Yerleşkenin her koğuşu bundan yaklaşık beş yıl önce yok “ergene kondulardı, yok yetişkine kondulardı” denilerek yerleştirilmiş aydın, gazeteci, yazar, düşünür, profesör, bilim adamı, paşa gibi toplumun en lüzumsuz kitleleri tarafından zaten doldurulmuş durumda!
Geriye kalan kesim de dışarıdaki yerini çoktan almış bile.
Sabahın köründe davulcu ve zurnacının orada ne işi var diyeceksiniz?
Avurtlarını şişire şişire üflüyor zurnacı zurnasını.
Davulu patlatacak gibi vuruyor gergin deriye tokmağını davulcu.
Hadi onlar üç beş kuruş ekmek parası derdiyle Keşan’dan kuş misali uçup gelmişler…
Ee be adam, sen de gelmişsin Malkara’dan da…
Zurnacının kulağına doğru eğilerek istek yapıyor ya?
Ve başlıyor kalabalığın ortasında oynamaya!
Yoldan geçen başkaları da katılıyor sabahın ayazında, soğuğun yalazında süren bu oynak havaya.
Kimi göbek atıyor, kimi gerdan kırıyor.
Davulcu vurdukça vuruyor… Zurnacı ciğerleri yerinden fırlayacak gibi üflüyor:
“Bu fasulya iki buçuk lira, hem kaynasın, hem oynasın!”
……………………
Davulcu gelmiş, zurnacı gelmiş…
Peki, sabahın köründe orada tezgah açmış çiğ köfteciye ne demeli?
Çiğ köfteciyi geçtik…
Anadolu’nun dört bir yanında oraya ulaşan insanların kahvaltılarını çiğ köfteyle yapmalarına ne buyurmalı?
Çiğ köftecinin önü kuyruk.
Dürümcüler, tükürük köfteciler, bayrakçılar, hediyelik eşya satıcıları…
Aklınıza ne gelirse hepsi var Silivri panayırının orta yerinde.
Sıcak bir çay almak için iki hanım tarafından bir minibüsün içine kurulan seyyar çay ocağının önünde duruyoruz.
“Abe” diyor biri, sohbetimiz sırasında, “Allah razı olsun, biz buradan beş yıldır ekmek yiyiyoruz, üç aile bakıyoruz. İnşallah bitmez bu yargılamalar da biz de ekmeğimizden olmayız.”
“Allah razı olsun” dediği kişi Tayyip Erdoğan’dan başkası değil herhalde!
Birilerinin felaketi, başka birilerinin ganimeti olup gitmiş Silivri Cezaevi’nde!
…………………….
Minibüsten iner inmez koskoca bir cami karşılıyor bizi…
Belli ki oraya gelen tutuklu yakınları önce Allah’a müracaat etsinler diye yapılmış.
Silivri’den adalet çıkacağı yok çünkü!
İçeridekilere destek için gelen on binlerce insan var dışarıda, bomboş araziye yapılmış camiye giren on insan yok!
Ama yapandan Allah razı olsun gerçekten.
Caminin tuvaletine girebilmek için önünde bir saat sıra beklemek zorunda kalıyorsunuz!
Bu ülkeyi yönetenler vatandaşı bu dünyada değil, öteki dünyada mutlu etmeye kararlı anlaşılan!
Azıcık gönülleri olsa bu dünyaya ilişkin, bir tuvaletçik kuruverirlerdi orada da vatandaş hacetini giderirken kulaklarını çınlatmazdı hiç olmazsa.
…………………..
Öncelikle CHP Bursa İl Başkanı Metin Çelik ve basın danışmanı Teoman Alper’e, böylesine önemli bir duruşmaya bizi davet ettikleri için teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Meğerse biz seyyar satıcıları görünce dışarısını panayır sanmıştık oysa, içerideki panayır şimdiye dek hiç görmediğimiz kadar renkli ve bir o kadar da sıra dışıymış.
Dışarıda ortaya konan insanların eğlence ve ihtiyaç malzemeleriyken, içeride oynanan şey insanların haysiyetleri, onurları ve yaşamları üzerineymiş meğerse.
Şimdi bakın…
Davanın seyrinden, teknik detaylarından filan bahsedecek değilim…
Bu yargılamanın nasıl yapıldığına dair bir tek sahneyi gözlerinizin önüne getirmenizi istiyorum sizden?
Hakim kürsüden konuşuyor…
Zaten mıy, mıy, mıy, mıy, mıy da mıy bir üslubu var.
Sinirleri alınmış pastırma misali kim ne derse desin umurunda bile değil adamın.
Mübaşire diyor ki, tutanaklara yazılması için:
“Davalı vekillerine bir diyecekleri olup olmadığı soruldu, kendileri yok dediler…”
O, bu sözleri sarf ederken o arada ne oluyor biliyor musunuz?
Avukatlar bi taraflarını yırtıyorlar söyleyecek sözümüz var diye!
Hep birlikte masalara vuruyorlar.
Haykırıyorlar.
“Adalet, adalet” diye bağırıyorlar!
Hakim konuşmasını sürdürüyor:
“Davalı vekillerine bir diyecekleri olup olmadığı soruldu, yok dediler!..”
………………………
Gözüm o sırada hemen sol yanımızda oturan Şule Perinçek’e takılıyor.
Kadıncağız ömrü hayatında doğru dürüst bir koca yüzü görmedi neredeyse.
Adamın yaşamı hapislerde zindanlarda geçti.
Yaşlanmış Şule Perinçek.
Kolay mı koca içeride, oğlan içeride.
Ama İşçi Partisi ve partililer inanılmaz bir mücadele verdiler, veriyorlar.
Para yok pul yok.
Dışarıda çay çorba satarak para toplamaya çalışıyorlar biliyor musunuz?
……………………….
Gerçi, izleyicisinden avukatına, sanığından, dışarıda toplanan kalabalığa dek orada binlerce kahraman vardı ama benim bu duruşmadaki kahramanlarım CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’le, CHP’li Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve Veli Küçük’ün avukat kızı Zeynep Küçük’tü.
Bir jandarma astsubayının, CHP’li bir vekili kolundan çekiştirdiğini gören Muharrem İnce, salondaki bariyerleri Panter Emel gibi bir saniyede atlayarak varıyor olay yerine.
Ve arkadaşını o nahoş durumdan hemen kurtarıveriyor.
Gürsel Tekin’se dışarıda, o soğukta kalabalığın üzerine su sıkmaya başlayan jandarma panzerinin kapısını açıp içeri girerek müdahaleyi durduruyor.
Eğer su sıkılmaya devam edilseydi, o öfkeli kalabalığın durdurulması mümkün olmazdı sanırım.
Duruşma salonuna kadar girerdi insanlar!
Veli Küçük’ün kızı Avukat Zeynep Küçük’e gelince…
Panter Emel filan halt etsin! Kız adeta bir leopar!..
Nasıl güzel yetiştirmiş kendisini.
Hakimin, sırf savunma yapmakta ısrarcı olduğu için salon dışına çıkarılması talimatı verdiği Avukat Vural Ergün’ün etrafı avukat arkadaşları tarafından sarıldı önce.
Ardından ara verdi hakim.
Duruşmaya yeniden başlanınca kalktı söz istedi Zeynep Küçük.
Ne yaptı ne etti aldı eline mikrofonu.
“Sayın hakim” dedi, “arkadaşımız sizin talimatınızla çıkarılmamıştır! Duruşmanın selameti açısından ortamı germemek için kendi arzusuyla salondan çıkmıştır bu bir…”
“Tamam” dedi hakim, “öyle olsun”.
Devam etti Zeynep Küçük:
“Burada avukatların savunma hakkını yok ediyorsunuz… Jandarma kanalıyla dışarı atma tehdidi altında bizlerin görev yapmasının önüne geçiyorsunuz… Bu nasıl yargılama, bu nasıl duruşma böyle? Bu mu sizin adaletiniz, bu mu Mülk’ün temeline karşı tavrınız, duruşunuz?”
Zeynep Küçük’ün, kürsüdekilerin gözüne gözüne salladığı sağ elinin işaret parmağı sanırım mahkeme heyetini biraz olsun korkutmuş olacak ki, protestolar üzerine duruşmaya yine ara verilmek durumunda kalındı.
……………………..
Mahkeme heyetinin yaptığı şey, avukatları konuşturmamaktan ibaret.
"Savunmanızı yazılı verin" deniyor.
Oysa ağır ceza mahkemelerindeki müdafa yazılı değil, asıl sözlü savunma üzerine kuruludur.
Ama o kadar belli, o kadar aşikar ki yapılmak istenen…
Siz şunu bilin…
12 Eylül mahkemelerini bırakın bir kenara, engizisyon mahkemelerinde bile böyle bir tavır yoktur inanın.
Sanığı yakmadan önce engizisyon, en azından “ne diyorsun” diye sorardı sanırım? Burada sorgu bile yok!
Olayı özetlersek…
Tarihte sadece gülünecek bu komediye.
Ama acı acı gülünecek.
NOT: Bundan tam 5 yıl önce kaleme alınmış bir yazı… Keser döndü, sap döndü, gün geldi, hesap döndü. O günlerde Silivri’de hakim ve savcılık yapanlarla, yandaşları, şimdilerde aynı zindanlara tıkılmış vaziyette tarih önünde hesap veriyorlar!