Yazarlar

Keşkül-ü fukara

post-img
Her halde anlamı ve hangi mesajları içerdiği konularında üzerinde en çok düşünülen, en çok yorum ve değerlendirme yapılan sanat eserleri arasında ilk sıraları alır Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli tablosu. Bir kere tablodaki yerin Bursa’daki Yeşil Camii’nin üst katı olduğu iddia edilir. Belinde sıkı sıkı bağlanmış bir kemerle, kırmızı uzun etekli bir elbise giyen sakallı yaşlı adam, turkuaz renkli çinilerle süslenmiş bakımsız bir mekanda izleyicilere arkası yarı dönük bir şekilde ayakta dikilmektedir. Başında, çevresine gelişigüzel yemeni sarılmış bir arakiye vardır. Adamın ayaklarının dibinde yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar bulunmaktadır. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan bu muhterem bir de ney tutmaktadır. Kimileri vurmalı bir çalgı olan nakkareye benzetse de sırtında asılı duran yuvarlak cisim kesinlikle bir keşkül-ü fukaradır. Hem nakkare tek bedenden ibaret değildir, hem de adamın aynı anda hem nakkare-zen, hem de ney-zen olması düşünülemez. Peki, nedir bu keşkül-ü fukara? Çok önemli bir şeydir aslında. Edeptir, hayadır, zengin gönüllülüktür, yardımlaşma, dayanışmadır, İslam’ın Türkler tarafından yorumlanmasıdır, tasavvuftur, görgüdür, tok gözlülüktür ve daha çok şeydir. Bazıları geçmişte  “dilenciler de kullanıyordu” dese de inanmayın siz onlara. Dilenciler avuç açarlar, kullanmış olsalar dahi sahte derviştir onlar. Keşkül-ü fukara tekke için bir dayanışma, bir yardım, bir sadaka müessesesidir sevgili okurlar. Sırta takılır. Tekkenin parası mı bitti? Dervişlerden biri onu sırtına asarak başlar çarşı Pazar yerlerinde yürümeye. Mesela Kayhan’dan başlasın, Tuz Pazarı Caddesi’nden, kapalı çarşıya doğru yavaş yavaş yürüsün derviş amcamız. Esnaf onun geçtiğini görünce arkasından yanaşıp, keşkülüne para atar! Ne derviş amca kimlerin para koyduğunu görür, ne de yardımda bulunanlar kendilerini dervişe gösterirler! Gerçek yardımlaşma, gerçek dayanışma işte budur! Pazar yerini şöyle bir turalayan dervişin keşkülü kısa süre içerisinde dolacak, ardından dergahın yolunu tutan pirimiz onu boynundan çıkarıp, tekkenin bir duvarına asacaktır. İşte orada da kimin ne kadar ihtiyacı varsa gidip o kadarını alır. O gün yemek pişecekse mutfak malzemeleri için alınıp harcanır para, hasır gerekliyse de hasır için. Demek ki neymiş, hayır yaparken kendini göstermeyecekmişsin, gösteriş yapmayacakmışsın, görevini kimseye belli etmeden sessizce yerine getirip, görgüsüzlük etmeyecekmişsin. Bursa Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar geçen gün basın mensuplarını da toplayarak “helal gıda sertifikası” aldığı aşevinin yemekhanesini gezdirmiş gururla!.. Bu aşevinde, ekonomik durumu iyi olmayan vatandaşlar için her gün çorba kaynayacağının da müjdesini vermiş Mustafa Dündar. Bunda gurur duyulacak bir durum yok, olsa olsa utanılacak bir tablo mevcut orada. Bunca zamandan beri o bölgede hala bir aş evi kuramamış olmak bir yana, gitsin biraz akşamları Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’den “belediyecilik dersleri” alsın! Mustafa Bozbey ihtiyaç sahipleri için yıllardan beri yemek üretiyor. Üstelik de onları ayağına getirmek yerine sessiz sedasız, sefer taslarıyla evlerine gönderiyor. Recep Altepe, Osmangazi belediye başkanı olduğu dönemde Ulucami’yi ziyaret edip, abdest alacaklar için temiz havlu makinaları koymuştu oraya. Çok hoş bir hizmetti. Hatta kendi kendime düşünmüştüm, “sosyal demokratlar tarafından yönetilen belediyeler bu tür girişimlerde niye bulunmazlar” diye? Sonra öğrendim ki, yine Mustafa Bozbey yıllardan beri ilçesindeki okullar bir yana, tüm camileri de her üç ayda bir tepeden tırnağa temizletip paklatıyormuş. Geçen gün yanından geçerken baktım, Altepe’nin otomatları yerinde duruyor ama Mustafa Dündar oraya havlu göndermekten aciz! İş yapıp hizmet üretmek yerine gösteriş yapmayı pek seviyor Mustafa bey. Belediyenin sosyal tesislerine, aşevine “helal gıda sertifikası” almış. Sertifika dediğin belge parayla alınan bir şey. Üstelik de bu sertifikayı veren kuruluşların tamamı yurt dışında kurulu, kalıbımı basarım ki organizasyonların arkasında Yahudi parmağı da vardır! Asıl amaç gıda üreten markaların üzerlerine “helal” damgasını para karşılığı basıp, 2.1 trilyon dolar yıllık hacme sahip bu pazardan pay kapabilmek çünkü. Sen Sümbüllü Bahçe’ye dışarıya dünya kadar para ödeyip “helal sertifikası” alarak nereden, ne kapacaksın sevgili başkan? Helalin de ne olduğu yazılıdır kitaplarda, haramın da. Helal Arapça bir kelimedir. “Yasal, meşru, geçerli” manasınadır. Onun karşıtı olan Haram kelimesi ise yasal olmayan, gayrı meşru, geçersiz manasınadır. Yemek ve tüketmek için bir şey geldiği zaman Helal şartı, Müslümanın standart sınırıdır. Çok az istisnalarla, tüm saf ve temiz şeyler Helal kılınmıştır zaten. Domuz eti mi kullanılıyor Osmangazi Belediyesi’nin tesislerinde? Yoo! Çok arzu ediyorsan girişlere pirinç birer plaka taktırıp, “ürünlerimiz İslami esaslara uygundur” diye bir duyuru yapıverseydin; ne gerek vardı dışarıya para ödemeye? Fakat bu memlekette Avrupa Birliği kriterleri çerçevesinde domuz ve at eti satışını serbest bırakan da senin partinin kurduğu hükümet oldu sayın Dündar! Fakat ben yine de çok merak ediyorum… Bu gün Türkiye de dahil, dünyadaki pek çok memleketin tohum ihtiyacını İsrail karşılıyor ve daha geçenlerde oradan alınan buğday tohumlarında domuz geni tespit edildi! Size bu sertifikayı veren şirket, ekmeklere de bakmış mıydı acaba?                    

Diğer Haberler