Arapların yaşadığı bölge ne kadar pis ve bakımsızsa, Yahudilerin yaşadığı alanlar o kadar temiz ve bakımlıydı.
Yahudiler ne kadar medeni ve gelişmiş bir topluma sahipse, Kudüs’teki Araplar o kadar ilkel ve çağın dışında yaşıyorlardı.
Mescid-i Aksa ve Kubbet-ül Sahra’nın da bulunduğu eskiden Mabed-i Süleyman’ı barındıran alana girerken İsrailli rehberimiz Ruth kapının dışında tutulmuş, bizler de Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olduğumuzu belgeleyen nüfus cüzdanlarını göstermemize rağmen, kelime-i şahadet getirerek Müslüman olduğumuzu ispatlamak zorunda kalmıştık Filistinli askerlere.
Hangi inanışa sahip olursanız olun, Türkiye’de her mabede rahatlıkla girebilirdiniz oysa!
İnsanın, insana yaptığı eziyetin başkentiydi adeta Kudüs hala…
Bu gün de öyle…
Dün zulüm görenler bu gün diğerlerine işkence ediyor…
“Süleyman Mabedi” Yahudilerin “Kutsal Ev” dedikleri tarihlerindeki ilk tapınakları.
Geçmişte iki kez yıkılmış…
Ayakta kalan bir duvarının dibinde yaklaşık 1000 yıldır ağlaşıyorlar, üçüncüsünü yapabilmek için.
Ve bu gerçekleştiğinde Mesih’in dünyaya geleceğine inanıyorlar.
Biliyor musunuz, Musevi inancına göre kıyamet yer küre henüz yok olmadan evvel, şimdiki hayat esnasında kopacak…
Ve insanlığın kurtarıcısı olduğuna inanılan Mesih, Kudüs’te ortaya çıkacak…
Ve o an ölmüş olan herkes dirilip ayağa kalkacak…
Ve Kudüs’te gömülenler Mesih’in eteğine tutunarak inayete erecekler…
Ve Zeytin Dağı’ndaki mezar yeri fiyatları onun için milyon dolarlarla ölçülüyor…
Ve kavmini 40 yıl boyunca çöllerde gezdirerek vaad edilmiş topraklara götürmeyi başaramayan Musa hayatında bir kez olsun Kudüs’ü göremeden öldü…
Bu gün hala gizemini koruyan Ahit Sandığı’nın ki, rivayete göre Yahudi peygamberinin tanrıyla haberleşmek için kullandığı radyasyon da içeren ve taşıyanları kısa sürede öldüren haberleşme cihazının içinde bulunduğu iddia edilen altınla kaplı özel bir kutudur bu, basit bir çadır yerine, doğru belli bir yapı içinde saklanması için yapılmıştır Süleyman Mabedi, her nedense Müslümanların da kutsal kabul ettikleri yerlerin başında gelir günümüzde de...
Ve günümüzde de Museviler Arapları öldürür, Araplar da onları…
Söylencelere göre kardeş çocuğudurlar aslında…
İşin ilginç yanı, kimi Hristiyanlar da inanır Mesih’in oradan çıkacağına…
Amerika bile büyükelçiliğini Kudüs’e taşır bu inanışa dayanarak.
Oysa, Sina Dağı’na çıkıp Tanrı’yla konuştuktan sonra “10 emiri” alan Musa aşağıya indiğinde kavminin boyunlarındaki, kulaklarındaki altınları eritip bir boğa heykeli yaptıklarını ve ona tapınmaya başladıklarını görmüştür!..
Sırf bu nedenle pek çoğunu öldürtür…
İşte o gün başlamıştır asıl zülüm aslında…
“İnanmamak” ölüm sebebidir inancın tarihinde!..
Dünyanın düz değil de yuvarlak olduğuna inanmak bile idamı gerektirmiştir bundan kısa süre önce…
Yahudiler başlangıçta ibadetlerini adına “Mişkan” denilen bir çadırda yaparlardı…
Kutsal “ahit sandığı” da işte orada saklanırdı.
Hazreti Muhammed haricinde ki, O da İbrahim soyundan akraba olduğunu ifade eder, kayıtlı tüm peygamberler Yahudi’dir biliyorsunuz…
İşte onlardan biri olan Davut (Davit) İsa henüz doğmadan 1000 yıl önce Kudüs’ü ele geçirdi.
Kutsal sandığı basit bir çadırda bulunmasından rahatsız olan Davut, Tevrat’a göre bir mabet yapmak istedi.
Lakin, -yapılan görüşmeler sonucu olsa gerek- Tanrı bunu uygun görmedi o sıra!
Ve Davut da tapınağın yapılacağı alanın krokisiyle ayrıntılı planlarını oğlu Süleyman’a (Salomon) verdi.
Süleyman, hükümdarlığının 4’ncü yılında ki, o dönemin peygamberleri aynı zamanda birer kraldı, yapmaya başladı tapınağını…
Zaman, Yahudilerin Mısır’dan çıkışının dört yüz sekseninci yılıdır…
Sur Kralı Hiram’dan malzeme ve usta yardımı aldı Süleyman…
Hiram ya da Huram bizzat inşaatın başında bulundu…
Masonik literatürde “dul kadının oğlu” olarak bilinen “Hiram-abi” bu Sur Kralıdır işte!..
Süleyman Mabedi, “birinci tapınak” olarak anılır.
Öyle söylenildiği gibi 1000 yıl filan da yaşamıyor rahmetli, öldükten sonra bastonunu kurtlar da kemirmiyor, her insan gibi vadesi geldiğinde göçüp gidiyor dünyadan…
Matrix Filmi’nde Morpheus’un yönettiği geminin adıdır Nebukadnezar…
Önce Süleyman’ın oğlu Kral Reveham zamanında Mısır Kralı Şeşonk yağmalıyor Kudüs’ü, sonra Babil Kralı 2’nci Nebukadnezar…
Binlerce yıllık anılarını bu gün hala Hollywood filmlerinde bile yaşatıyor İbraniler!..
Ve tapınak ilkin o dönemde tamamen yıkılıyor…
Ahit sandığı da o günden beri kayıp…
Tarihse milattan önce 586’dır…
Müslümanlığın ortaya çıkmasına daha 1000 yıldan uzun süre vardır…
Sadece mabedi yıkmakla kalmamıştır Nebukadnezar, tüm Yahudileri Babil’e sürgün etmiştir bir de üstüne, artık yine tefecilik mi yapıyorlardı ne?!.
Dönüşte, milattan önce 515’te bir kez daha yapıyorlar tapınağı…
Ve İsa’nın doğumunun üzerinden 70 yıl geçtikten sonra Romalı general Titus ve hemen devamında da ardılları yer ile yeksan ediyorlar mabedlerini…
Dümdüz…
İşte o gün bu gündür, üçüncü bir tapınağın inşa edilmesi için dua etmek bir Musevi için günde üç kez yapılan ibadetlerinin resmi bir parçasıdır artık.
İslam dininin ilk kıblesinin Kudüs'te bulunan Tapınak tepesindeki Mescid-i Aksa olduğuna inanır Müslümanlar...
Hazreti Muhammet’e ilk vahyin geldiği 610 yılında orada hiçbir yapı yoktur ki!..
Ahali tarafından taş ocağı ve çöplük olarak kullanılmaktadır bölge…
Amin Maalouf “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” isimli kitabında çok güzel betimler o günlerdeki sahneleri…
Kuran’da ilk kıble "Beit Al-Maqdes" ya da "Al-Masjid Al-Aqsa" (en uzaktaki cami) olarak geçer.
Peki, nerededir bu en uzaktaki camii; Kudüs’te midir acaba?
O sıra Kudüs’te hiç camii yoktur ki!..
Süleyman Tapınağı da yüzyıllar önce Romalı general Titus tarafından yıkılmıştır zaten…
Peygamberin ölümünden çok sonra Halife Ömer Kudüs'e girdiğinde, başpatriğe kendisini Tapınak Tepesine (yıkık olan Süleyman mabedinin yerine) götürülmesini rica eder...
Etraf döküntülerle doludur çünkü, şehrin bu bölümü Hristiyanlar zamanında taş ocağı ve çöplük olarak kullanılmıştır dediğim gibi.
"Ka'ab al-Ahbar" adındaki bir Musevi dönmesi Müslüman, dinsel bilgilerinin de yardımıyla Yahudilerin nerede tapındıklarını gösterdi, Ömer tapınaktan geri kalanları buldu ve bu yere Medine'de peygamberin mescidine benzer kamıştan bir mescid yaptırdı.
Ömer, 10 bin kişiyle birlikte tapınağın 70 yılında yıkılmasından sonra ilk kez bu yerde ibadet etti.
Ayrıca burada kurban kesilmesini de yasakladı.
Ömer, o günden yaklaşık 20 yıl önce İslam peygamberinin Miraç'a yükseldiğine inandığı Kubbet-üs Sahra'yı ararken, Kaab da "kutsalların kutsalını" yani, Süleyman Mabedini arıyordu.
Yerdeki enkaz temizlenirken herkesi şaşırtan bir şekilde büyük bir taş ortaya çıktı.
Ömer taşın etrafına bit çit yaptırdı çünkü, Ka'ab'ı çıplak ayakla kayanın etrafından dolaşırken görmüştü.
Taşın bulunduğu alanın üzerine 687-691 yılları arasında Emevi Halifesi Abdülmelik devrinde Kubbet-üs Sahra inşa edilmiştir.
Tapınağın altında bulanan Muallak Taşı Tanrı'nın, dünyayı ve ilk insan olduğuna inanılan Âdem'i yaratmaya başladığı yer olarak bilinir ve İbrahimî dinlerde büyük önem taşır.
Peygamber İbrahim de oğlunu orada kurban etmeye çalışmıştır söylenceye göre.
İnanmak bedava, sorgulamaksa bedel gerektiriyor!
Ben gittim, yıllarca havada boşlukta durduğu anlatılan muallak taşını yerinde gördüm; hiç de öyle değildi, bildiğin yerde sabit duran köfeke bir taştı işte; dünyada pek çok insanın dokunmak istediği bir gök taşı olan Hacer-ül Esved gibi basit bir maddeydi işte…
İsa’nın ölümünden yaklaşık 130 yıl sonra paganizmden yan çizip Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden Roma’nın Kudüs bölgesini hac merkezi olarak kabul etmesiyle devam etti süreç…
Çünkü, aslında yine bir Yahudi olan İsa oralarda doğmuş, oralarda gezmiş, oralarda öldürülmüştü; üstelik de Romalı bir general tarafından!..
Ancak onu hatırlamaya hiç gerek yoktu; önemli olan neye inanılacağıydı nasılsa!..
Kudüs artık Hristiyanların kontrolündeydi…
Bölge, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katıldı.
Kanuni Sultan Süleyman, Kubbet-üs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirdi.
Binanın dış cephesini çinilerle kaplattı.
Kubbet-üs Sahra, Osmanlı padişahlarından III. Murat, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde de tamir edildi.
II. Abdülhamid, binanın zeminini İran halıları ile döşetti.
Yapının ortasına büyük bir avize astırdı ve eskiyen çinilerini yeniletti.
1955'te Ürdün hükûmeti tarafından çok geniş bir restorasyon ve yenileme programı başlatıldı.
Ürdün, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye'nin katkılarıya esaslı bir şekilde tamir edildi bina.
Bu yenilemede çoğu yağmur suyu girişi dolayısı ile ziyan görmüş olan, Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilen fonlarla yapılmış çini karolar restore edildi.
Şimdi gelelim zurnanın “zırt” dediği yere…
Malum, İsra Suresi’nde anlatıldığı üzere Hazreti Muhammed Recep ayının 27’nci gecesi “Burak” isimli bir araca bindirilerek alınıyor ve Mescid-i Aksa’ya götürülüyor…
İslam Peygamberi İsra ve Mirac hadisesini anlatırken şöyle der:
"Sonra Ben ve Cebrâil, beytu'l-makdis'e girdik ve her birimiz orada iki rekat namaz kıldık…”
"El-Mescidu'l-Aksâ" tanımından önce “Beytu'l-Makdis” (mukaddes ev) ifadesi vardır literatürde…
“Mescid-i Aksa” (en uzak mescit) sonradan kullanılmaya başlanan bir kavramdır.
Peki, Kudüs’te midir bu yer?
Muaviye’nin ölümü sonrasında, halife ilan edilen oğlu Yezid’in askerleri “Mekke” denilen şehri mancınıklarla taşa tutarlar.
Kabe tamamen yıkılır.
Kanadalı arkeolog ve İslam tarihi araştırmacısı Dan Gibson'a göre sözü edilen yıkım bugünkü Mekke şehrinde değil, bundan yaklaşık 1200 kilometre kuzeyde, Ürdün sınırları içindeki antik Petra'da gerçekleşmiştir.
Çünkü en eski camilerin kıble duvarları Mekke’yi değil, Petra’yı göstermektedir!..
Ona göre Kur'an'da bahsedilen “bekke” veya “mekke” sözcükleri de Petra'yı ifade ediyordu.
Müslümanların ilk kıblesi de Kudüs'teki Mescid-i Aksa değil Petra'da, Al-Lat tapınağı olarak kullanılan kübik yapı olmalıydı bu durumda.
Gibson’un bu iddiasını anlattığı videosunu “Kutsal Şehir” adıyla Youtube’da izleyebilirsiniz…
Dolayısıyla ilk hac yeri de burasıdır…
Dahası miraç o sıra üzerinde hiçbir yapı bulunmayan Kudüs’teki Süleyman Mabedi’nde değil, antik Petra Şehri’nde yaşanmıştır!
Adına “Uzak Mescid” denilen Mescid-i Aksa da Petra antik kentine 25 kilometre uzakta bulunmaktadır.
Hiçbir tarihi kaynakta şimdiki Mekke’nin adı ve varlığı 8’nci yüzyıldan önce geçmez.
Ticaret yollarının üzerinde olmadığı gibi, tarım için de uygun bir bölge değildir.
Ayet, hadis ve siyer kaynaklarına bakıldığında Hazreti Muhammed’in Petra’da yaşadığı ve sonra Medine’ye göç ettiği sonucu çıkar.
“Bekke” veya “Mekke” sözcükleriyle ifade edilen yerin aslında Mescid-i Haram yani, “yasak toplanma yeri” anlamındaki Petra olduğu anlaşılır.
Hal böyleyse eğer, Kudüs’te yüzyıllardan beri oluk gibi akan kanın ne anlamı var sizce?
Ve niye biz habire Suudileri zengin edip duruyoruz?
İnanmak bedava, sorgulamaksa bedel ister unutmayın!