Yeni tanıştık belki de
Ama kim bilir
Belki de hep vardı
Eşlik ediyorsun sessiz ve sinsice
Belki de
Şimdi şimdi anlıyorum
Kurnazca ayırdın
Beni belki de
Liğme liğme savurdun sevdiklerimi
Belki de
Yalnızlığım
Yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
Yalnızlığım
Kanımsın canımsın sen benim çaresizliğimsin
Yalnızlığım
Bugün yarınım sen benim hüzünlerimsin
Yalnızlığım
Tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin
Senin olmanı istedim
Ama belki de
Bir aşık gibi inatla bunca zaman
Kendine sakladın
Belki de
Bir tohum gibi serpildin filizlendin...
Sözlerini Mehmet Teoman'ın yazdığı, müziğini de Vedat Sakman'ın yaptığı bu parça Zühal Olcay'ın henüz botokssuz, güzel yıllarında seslendirdiği, Türk müziğinde kült olmuş parçalardan biridir.
Etrafımızdaki kalabalıklara, hayatımızdan geçip giden onca insana rağmen aslında çok yalnızız hepimiz...
Gerçekte yalnız geldik, yalnız ölüp gideceğiz...
Ve belki de bir hastanenin yoğun bakım servisinde son nefesimizi verirken, yanımıza elimizi dahi tutan hiç kimse olmayacak...
Sait Faik Abasıyanık da çok yalnız bir insandı...
"Yalnızlığını" anlatıp, "Alemdağ'da Var Bir Yılan" isimli kitabında paylaştığı öykülerle, Bursa Erkek Lisesi'nin orta mektebinde okurken tanışmıştım...
"Öyle Bir Hikâye, Yalnızlığın Yarattığı İnsan, Alemdağ'da Var Bir Yılan, Panco'nun Rüyası, Yani Usta, Çarşıya İnemem ve Yılan Uykusu" başlıklı bölümleri ruhumda ve beynimde derin izler bıraktı.
O kadar sıcak, içten ve samimi bir lisanla anlatıyordu ki söylediklerini, okurken sanki karşınızda biri var gibi hissediyordunuz...
Müthişti öyküleri...
Sirozdan ölmeden önce yayımladığı son kitabıydı yazarın.
O yıllarda "Türkçe" dersimize giren Necla Çandağ isimli öğretmenimizin tavsiyeleriyle okumaya başlamıştım Türk edebiyatının klasiklerini...
Çalıkuşu'yla, Kürk Mantolu Madonna'yla, Yaban'la, Memleketi'mden İnsan Manzaraları'yla, Zübük'le ve daha niceleriyle o yıllarda tanışmıştım...
Yüzündeki gülümsemesi hiç eksilmeyen, sarı saçlarının kakülü alnında, sevimli, sıcak mı sıcak bir hanım düşünün...
Ve öğrencilerinin kişisel gelişimi için çırpınan...
Ayrı bir güzeldi o dönemin öğretmenleri...
Ortaokuldan sonra lise yıllarımızda "Edebiyat" derslerimize de girdi Necla hoca...
Çeşitli "kollar", çalışma grupları oluşurdu her sene okulda.
İşte ne bileyim, kütüphanecilik kolu, Kızılay kolu, sağlık kolu, havacılık kolu filan gibi mesela...
Her öğrenci ayrı ayrı hocaların rehberliğinde oralarda yer alır, genel kültürlerini arttırırlardı.
Sonra bir gün "Havacılık Kolu" koridorlara bir duyuru astı...
Havacılığı sevdirip, tanıtmak amacıyla bir şiir yarışması düzenlenmişti...
Birincilik ödülüyse o sıra her gece düşlerimi süsleyen "Serçe" modelli maket uçak hediyesiydi.
Uçağın ahşap iskeletinin her parçasını yapıştırarak kendin monte ediyor, sonra pervane ve onu döndüren kauçuk lastiği yerleştirip, üzerini de kağıtla kapladıktan sonra yola çıkıp uçuruyordun...
Devasa bir modeldi...
Yine Necla Çandağ'ın tavsiyesiyle "iki şiir" yazıp verdim oraya...
Demek ki "şair" de olabilirmişim aslında!..
Yarışma sonunda biri "birinci" geldi, diğeri ikinci!..
Ev halkının pek girmediği misafir odasında özenle günlerce çalışarak uçağın iskeletini kurdum...
Artık o gün okuldan dönüşte gövdesini tamamlamayı planlamıştım ki, bir de ne göreyim?..
Benim uçağın kuyruğu ve kanatları paramparça, resmen kırıma uğramış!..
Girmişler içeriye iki kız kardeşim, uçağı bir biri tutmuş atmış ötekine "uçacak" diye, bir diğeri...
O ana dek öylesine sinirlendiğimi hiç hatırlamıyorum!..
Paralamak için arkalarından koşturdum ama annemin eteği altına saklanıp kurtuldular!
İnsanın hayatına dokunan bazı kişiler vardır...
Necla Hoca da bunlardan biridir...
Ve bu gün benim yazılarımı üşenmeden sonuna dek okuyorsanız eğer, bunda O'nun katkısı büyüktür...
"Kompozisyon Sanatı" diye bir kitap daha aldırmıştı mesela...
Akıcı yazı nasıl yazılır, insanlara kolayca nasıl okutursunuz?..
Ne çok şey öğrenmiştim oradan da...
Necla öğretmenim de çok yalnızdı son yıllarda...
Önce meslektaşı, hayat arkadaşı eşini kaybetmiş, ardından da çok kısa süre önce gencecik oğlu Mehmet'i yitirmişti...
"Evlat acısı" ne kadar derin bir ıstırap yükler insana seneler boyunca hiç tükenmeyen, çok iyi bilirim...
Vefat ettiğini öğrendim Necla Çandağ'ın...
Oğlu mu çağırdı ne?!.
Teşekkür ederim hocam...
Tüm öğrencilerin gibi bana da çok şey kattığın için minnettarım sana...
Ve şimdi seni yitirmekle biz, çok daha yalnızız artık...
Yine Mehmet Teoman'ın dizeleriyle veda etmek istiyorum Necla öğretmenime:
"Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
Ne olur terk etme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
Sen...