SEÇİMLER... SEÇİLECEKLER...SEÇMENLER...NASIL BİR YAŞAMI SEÇECEKLER ?... BUGÜNÜ DEĞİL DE YARINI DÜŞÜNEN, UZAĞI GÖREN SEÇMEN VE SEÇİLEN OYDAŞMA ÖNCESİ-GÜNÜ-SONRASI; HİÇ DÜŞÜNECEK Mİ GİDEREK DAHA ÇOK YANAN DÜNYA'YI VE KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SORUNSALINI?...
BİZ YİNE DE YAZALIM ÜŞENMEDEN, USANMADAN, BELKİ OLUR UYANAN, AYAN; SEN YALNIZCA CEBİNİ DÜŞÜNÜYORSUN DA, GERÇEKTE DÜNYA'DIR YANAN BE HEY İNSAN !...
Sosyal Zeka ve Duygusal Zeka kavramlarının yanı sıra; EKOLOJİK ZEKA kavramını bizlere kazandıran Daniel Goleman’ın aynı adlı kitabında şu sözleri yer almaktadır:
“Sağlığımızı tehdit eden ve çevreyi kirleten kimyasallar içeren ‘bitkisel’ şampuanlar satın alıyoruz. Mercan resiflerini görmek için dalıyoruz, ama güneş kremimizin içindeki bir maddenin bu mercanları öldüren bir bakteriyi beslediğinin farkında değiliz.
Organik pamuktan yapılmış tişörtler giyiyoruz ancak kullanılan boyaların fabrika işçilerinin lösemi olmasına neden olabileceğini bilmiyoruz.
Ürettiğimiz ve tükettiğimiz ürünler ve hizmetlerin etkileri hakkında hiçbir bilgi sahibi değiliz.
Oysa tüketiciler olarak büyük bir makinenin çaresiz dişlileri olmaktan çıkıp, ağırlığı olan bir kuvvete dönüşebiliriz. Şirketler ile müşteriler arasındaki temel dengeyi değiştirebiliriz.
Ticaretin yol açtığı zararlara ortak bir iradeyle son verebilir, değişen satın alma tercihlerimiz sayesinde şirketlere rekabet avantajında sağlıklı ve yepyeni finansal fırsatlar sunabiliriz.”
Daniel Goleman; EKOLOJİK ZEKA kavramıyla ürettiğimiz ve tükettiğimiz şeylerin gizli çevresel etkilerini gözler önüne seriyor. Bedenlerimizin ekosistemini yavaş, yavaş zehirleyen kimyasallara, tüketicileri pasif kurbanlar olarak gören anlayışa karşı duruyor.
Kuşkusuz GOLEMAN’ın bireysel tüketicilere yönelik bu uyarıcı yaklaşımı yalnızca insanlar için değil, üretim-tüketim sürecinde doğayı da, gezegenimiz Dünya’yı da etkiliyor. Çünkü insan üretim-tüketim sürecinde acımasızca Dünya’yı tüketiyor; bir bakıma “DÜNYANIN YEŞİL TARİHİ adlı çalışmasında Tarihçi Yazar Clive PONTING’in değindiği gibi” gezegenimiz, o tek evimiz Dünya yağmalanıyor. Bu yağmalama 17. yüzyıldan beri süregeliyor.
Örneğin; doğal dünyaya karşı genel tavır, 17. yüzyılda yaşamış İngiliz rahip Edmund Hickeringell tarafından şu sözlerle özetlenmiş:
“Bazı hayvanlar insanoğluna öylesine zararlı ve saldırgan ki bütün insanoğlunun her türlü yasal aracı kullanarak bu sıkıntıdan mümkün olduğunca çabuk kurtulması gerek”
Ve yine aynı yüzyılda ve yıl 1668’de yayınladığı “Systema Agriculturae” adlı kitabında John Worlidge; tarımda “zararlı” olarak öngörülen hayvanlara karşı aşağıdaki işlemlerin yapılmasını belirten bir takvime yer vermiş. Şöyle ki:
Şubat: Bulabildiğiniz bütün salyangozları toplayın, kurbağaları ve yumurtalarını yok edin.
Nisan: Solucan ve salyangozları yok edin.
Haziran: Karıncaları yok edin.
Temmuz: Yabanarısı ve sinekleri öldürün.
Oysa günümüzde bu kitabın yayınlandığı Büyük Britanya topraklarında; yaban arısı ve tüm arılar için çığlıklar yükseliyor, ola ki onlar yok olursa doğanın dengesi de bozulur ve giderek yok olur. Çünkü arılar meyve ağaçlarının döllenmesinde önemliler, gerekliler.
Ve Clive PONTING; diyor ki:
“İnsanların geçmişteki hareketleri, bugünün toplumlarını, çözülmesi gereken çok zor sorunlarla baş başa bıraktı.”
Üstelik geçen yıllarla birlikte bu sorunlar arttı ve artan sorunlara önlem almak da ancak 20 yüzyılda insanların gündemine geldi. Bu konuda Roma Kulübü’nün çalışmalarından ve Bay-Bayan MEADOWS’lara hazırlattığı “Büyümenin Sınırları” başlıklı raporlardan söz edebiliriz. Ardından Stockholm ve Rio Konferansları, Kyoto Sözleşmeleri, Hükümetlerarası İklim Raporları gibi çalışmalar gelse de Clive PONTING’e göre; geçtiğimiz bunca yıl kaçırılan fırsatlarla dolu bir dönem olmuştur ki yazara göre de suçluyu bulmak için Machiavelli’nin PRENS adlı kitabındaki şu sözleri okunmalıdır:
“Devlet işlerinde,(sorunlarında) öngörebilirsek (ki bunu ancak yetenekli insanlar yapabilir), bu sorunların yol açabileceği sıkıntılar hızla çözülebilir; fakat öngörü eksikliği nedeniyle bu sorunlar herkesin görebileceği boyutlara ulaştığında, artık çözüm yoktur.”
Daha açık bir anlatımla Clive PONTING olumsuz iklim senaryoları bağlamında; öngörü yoksunu devlet ve siyaset adamlarına göndermede bulunmaktadır Machiavelli’nin PRENS’i aracılığıyla ve onların duyarsızlığı, sorumsuzluğu sonucunda en sıradan yurtdaş bile sorunların ayırtına vardıysa, demek ki sorunun çözümünde çok geç kalınmıştır…
Kuşkusuz günümüzde Dünya’nın karşı, karşıya olduğu en büyük tehlikenin; KÜRESEL ISINMA olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir. Bilim insanlarının yaptığı açıklamalara göre; Dünya’nın iklimi hızla değişmektedir, üstelik bu değişiklik önceleri varsayıldığı gibi soğuma olarak değil, ısınma olarak gerçekleşmektedir. Son verilere göre de Dünya’da gerçekleşmesi beklenen iklim değişikliğinin +6 derece olması durumunda kıyamet olasılıklarından söz edilmektedir.
Bu konudaki öngörülerin bulunduğu “6 Derece Isınan Dünyadaki Geleceğimiz” adlı çalışmasında Mark LYNAS; korkunç geleceğe ilişkin senaryolara değinmekte ve yazar okurunu şu sözler çerçevesinde uyarmaktadır:
“Zengin, fakir fark etmez, bütün ülkeler yaşanabilir olmaktan çıkacak. Dünya nüfusu ürkütücü şekilde azalacak. Bazı bölgeler kuraklıktan kırılacak, bazıları ise sellere boğulacak. Elbirliğiyle yaratmakta olduğumuz geleceğimiz işte bu: Altı derece daha sıcak bir Dünya. Bilimcilerin öngörülerine göre, 2100 yılına kadar atmosferin ortalama sıcaklığı 1,1 ile 6,4 derece artacak”
Yazara göre her bir derecelik artışta; kentlerimiz, kıyılarımız, dağlarımız, nehirlerimiz, ormanlarımız, ekili topraklarımız, kısacası yaşadığımız ortamın tamamı küresel ısınmadan etkilenecektir.
Yazar bu çalışmasıyla; “ya hemen harekete geç, ya da topluca yok olma riskini göze al” demek isterken, açıkça uyarmaktadır insan türünü…
Bir başka özgün çalışma olan İKLİMİN EFENDİLERİ’nde Tim Flannery adlı araştırmacı da küresel iklim değişikliği ve özellikle de küresel ısınma üzerine bizleri düşünmeye çağırmaktadır. Bugüne değin doğal kaynaklar, onların tüketilmesi sonucu ortaya çıkan çevre sorunları, giderek küresel iklim değişikliğine yönelik kaygılara uzanan süreçte yaşananlara değinirken; bu sorunları çözmede, iklimi düzenlemede İNSAN olgusunun önemini vurgulamakta, İKLİMİN EFENDİLERİ kavramıyla İNSAN iradesinin, istencinin başarıya ulaşmada en etkili öge olduğunu belirtmektedir:
“1972’de yayınlanan ‘The Limits to Growth’da Roma Kulübü, bizlere dünyanın kaynaklarının tükenmekte olduğunu anlattı ve on yıllar içerisinde gerçekleşecek bir felaketi öngördü. Aşırı tüketimin söz konusu olduğu bir çağda kimse toprağın altında saklı bulunan kaynakların miktarını bilmese de bu hayali hammadde kıtlığı halkın hayal gücünü ele geçirdi.
Ardından yürütülen jeolojik araştırmalar, mineral kaynaklarımıza dair tahminlerimizin ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu ortaya koydu ve bugün bile kimse ayaklarımızın altındaki petrol , altın ve diğer maddelerin miktarını doğru bir şekilde tahmin edemez.
İklim değişikliği meselesi daha farklıdır. Bu sorun hava kirliliğinden kaynaklanır ve atmosferimizin büyüklüğü ile yaydığımız kirliliğin miktarı kesin olarak bilinmektedir. Buradaki tartışma; bu kirliliğe neden olan bazı maddelerin (sera gazlarının) Dünya’daki tüm yaşam biçimlerine yönelik etkileri hakkındadır.”
Ve yazar şöyle bir sorgulama yapmaktadır:
“İklim değişikliği korkunç bir tehdit mi, yoksa bir toplumsal eylem bahanesi midir?... Büyük gayret mi gerektirir yoksa sızlanmak yeterli midir?... Belki de ikisinin arasında bir şeydir. İnsanlığın henüz değilse de, eninde, sonunda yüz yüze gelmek zorunda olduğu bir konudur. Dünya medyası bu görüşlerde herhangi birini destekleyecek bol miktarda kanıta sahiptir. Yine de aynı medyayı dikkatle incelemek bir şeyi açıklığa kavuşturuyor:
İnsanların, iklim değişikliğini tarafsız bir şekilde incelemeleri zordur, çünkü bu konu derin politik ve endüstriyel açılımlar içermekte ve uygarlığımızın başarısının temel süreçlerinden kaynaklanmaktadır. Bu sorunu gündeme getirmeye çalışmak, kazananların ve kaybedenlerin oluşmasına neden olacaktır.
Yüksek menfaatler söz konusudur ve bu da, özel çıkar guruplarının kendi davalarını savunmalarıyla birlikte, yanıltıcı hikayelerin sayısında artışa yol açmaktadır.
Ayrıca iklim değişikliği, hayli ilgi çekici bir hikayedir. Yalnızca 40 yıl önce uzmanlar Dünya ısınıyor mu, yoksa soğuyor mu diye hiç durmaksızın tartışmaktaydılar. Gelecekte bizleri küresel ısınmanın mı, yoksa buzulların mı beklediğine karar veremiyorlardı. “
Ve FLANNERY; karbondioksit sorunsalını da irdeliyor:
“Dünya’nın termostatı; temelinde renksiz ve kokusuz bir gaz olan karbondioksitin yer aldığı karmaşık ve hassas bir mekanizmadır. Karbondioksit; tüm yaşam biçimleri için gerekli olan dengeyi sağlamakta kritik bir rol oynar. Aynı zamanda gezegendeki hemen, hemen her insan; ısınma, ulaşım ve diğer enerji ihtiyaçları için fosil yakıtları atığı kullanır. Venüs ve Mars gibi ölü gezegenlerde karbondioksit atmosferin büyük bir bölümünü oluşturur ve eğer canlılar ve Dünya üzerindeki süreçler karbondioksiti sınırları içerisinde tutamazsa, burada da aynı şey söz konusu olacaktır. Gezegenimizin kayaları ve suları, havaya karışmaya ve okside olmaya can atan karbon elementi ile doludur.
Şu anda karbondioksit Dünya atmosferinin onbinde 3’ünü oluşturmaktadır. Bu durumun, makul bir miktar olmakla beraber gezegenin sıcaklığı üzerinde orantısız bir etkisi vardır. Her araba kullandığımızda, yemek pişirdiğimizde veya ışıkları yaktığımızda karbondioksit ortaya çıkardığımız için ve bu gaz; atmosferde yaklaşık bir yüzyıl boyunca varlığını sürdürdüğü için, soluduğumuz havada karbondioksit oranı hızla yükselmektedir.”
FLANNERY karbondioksit sorunsalına karşı önlemler için de şu önerilerde bulunuyor:
“En iyi kanıtlar karbondioksit yayılımını 2050 yılında yüzde 70 azaltmış olmamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Dörtçeker çekişli bir araca sahipseniz; bunu hibrit motorlu bir araba ile değiştirerek söz konusu azalma oranına yarım yüzyıl yerine yalnızca bir kaç günde ulaşmış olursunuz. Eğer elektrik sağlayıcısıysanız; günde bir fincan kahve fiyatına daha çevre dostu bir olanak sunuyorsa, evinizden yayılan karbondioksitte aynı büyüklükte bir düşüş sağlayabilirsiniz.
Ve eğer kendisini karbondioksit yayılımını azaltmaya adamış bir politikacıya oy verirseniz, dünyayı değiştirebilirsiniz. Eğer tek başınıza bu kadarını yapabiliyorsanız; herkes ve zamanla Dünya üzerindeki tüm endüstriler ve hükümetler de bunu yapabilir demektir.”
Seçmen insan; seçimini iyi yap, yanan senin üzerinde yaşadığın Dünya, evin, uzayda bulunabileceğin tek adresin...