Abdullah Gül Başbakan…
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’sa, başbakan yardımcısı ve devlet bakanı…
Recep Tayyip Erdoğan henüz Hükümetin başına geçmemiş, geçememiş…
Bir açıklama yapıyor gazetecilere; “Bakanları” diyor, “performanslarına göre değerlendirip notvereceğim!”
Ankara’nın gazetecileri çok zalimdir; öyle “offtherecord” falan onlara çalışmaz, en ufak bir haber kırıntısı buldukları zaman kan kokusu almış pirana balıkları gibi saldırıp, parça pinçik ederler adamı!
Ve taşradan, başkente gelmiş apolitik simaları 550 kişinin arasında enselerinden tanırlar.
Politikada ne söyleyeceğini değil, ne söylenmemesi gerektiğini yaşamı boyunca hiç öğrenememiş, öğrenmeye de gönlü olmayan Ertuğrul abiye yöneltirler ardından mikrofonları…
“Sayın Erdoğan bizim öğretmenimiz mi ki not verecekmiş” cümlesi çıkıverir Yalçınbayır’ın ağzından!
Oysa dediği doğrudur…
Kurucusu olduğu AK Parti’nin tüzük ve programının büyük bir bölümünü o yazmıştır.
Erdoğan’ın “hukuk mücadelesinin” en samimi destekçisi O’dur.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le birlikte yeni partinin en tepedeki 3’ncü adamı olarak görülmektedir.
Üstelik de “genel sekreterlik” gibi büyük bir siyaset-i makama sahip olmuştur o yapı içinde.
Kaldı ki hukukçu kimliği ve siyaset tecrübesiyle, onun eline su dökecek insan pek azdır Türkiye’de.
Buna rağmen, o beyanatının ardından Yalçınbayır’ın ayaklarının altındaki tabure daha işin en başında tekmelenir ve bir daha da asla ne milletvekili, ne de bakan yapılır AK Parti’de!
Neden biliyor musunuz?
Ertuğrul Yalçınbayır’ınlobisi yoktur da ondan; o ne holdinglerin adamıdır, ne İngiltere’nin, ne Amerika’nın, ne de Türkiye’yi her daim Osmangazi Köprüsü gibi kullanmaya alışkın uyuşturucu baronlarının!
Öte yandan bir başkası, aynı makama ANAP zamanında da getirilmiş, sonra Refah, ardından Fazilet derken, AK Parti’nin önlenemez yükselişinin görülmesi üzerine oraya monte edilerek, önce genel başkan yardımcısı yapılmış, Diyarbakır’dan yine milletvekilliği koltuğuna ve 2002 yılında İçişleri Bakanlığı’na oturtulmuş başka biri daha vardır…
Bu kişi Türkiye’de en uzun süre İçişleri Bakanlığı yapanlardan Abdulkadir Aksu’dan başkası değildir!
Peki, onun, devletin kalbinde bulunan bu en önemli görevde bu kadar uzun süre kalmasının sebeb-i hikmeti nedir sizce?
Çünkü Abdulkadir Aksu’nun çok etkili bir lobisi vardır!
Bu “lobi” olayı devlette ve siyasette çok önemli.
Osmanlı’da bile her şehzadenin bir lobisi vardı.
Küçük yaştan itibaren etrafında örgütlendikleri padişah çocuklarını tahta çıkarmayı başarabilirlerse eğer, dünya onlar için çok farklı bir yer olacaktı!
Devlet ve millet içindeki bu çıkar gruplarını iyi yönetenler hayatta kalmayı başarabilmiş, padişahın öldüğü haberi saray içinden kardeşlerinden önce ulaştırılanlar payitahta önce varıp, orduyu komutasına alabilmiş, rakipler boğulduktan sonra yakınları ve has adamları da katledilerek düzen böylece sağlanmaya çalışılmıştır.
AK Parti’nin iktidara hazırlanma süreci de bir “lobicilik” faaliyetinin ve “destanlaştırma”hikayesinin ürünüdür aslında.
Cumhuriyet’in kuruluşundan, hatta ne Cumhuriyet’i, Osmanlı’nın son 300 yılından beri devleti ve devlet olanaklarını bir fındık kurdu gibi kıtırkıtır yiyen “İstanbul Dükalığı” ve onların yabancı işbirlikçilerine karşı yavaş yavaş yürütülen hazırlıklar sonucuyaşam bulmuş bir “Anadolu sermayesi” ürünüdür AK Parti.
Bir siyasi yapının iktidarda kalabilmesi için asla oy yetmez, ortaya konan sandık sadece geniş halk kitlelerinin gazını almak içindir; asıl önemli olan şey “lobinin” içindeki unsurların koşulsuz çıkar ittifakıdır.
Bu ayaklardan biri ya da birkaçı çöktüğünde çözülmeler ve devr-i sabık başlar ki, altta kalanın canı çıksın!
Nitekim Abdulkadir Aksu da böyle bir sacayağının sağlam temsilcilerinden biriydi yıllarca hükümet içinde.
Kim bilir belki de WikiLeaks tarafından açıklanan belgelerle yurt dışına bebekler için paketlenmiş “talk pudrası” ihracatı yaptığı, 20 yaşından küçük genç kızlara bir baba şefkatiyle aşırı düşkün olduğu, onlara burs verdiği, yüzük, bilezik ve kombinezon almaları için çantalarına gizlice para koyduğu ortaya çıkmasaydı eğer, Aksu’yu İçişleri Bakanı olarak daha çok görürdük televizyonlarda.
Mesela bir Ertuğrul Günay, bir Erkan Mumcu gelip, AK Parti hükümetinde nasıl bakanlık yaparlar?
Siyasi ömrü CHP’yi yermekle geçmiş bir Mehmet Bekaroğlu’nun CHP’li olması hatta, CHP Genel Başkan Yardımcısı yapılması kadar abes bir durumdur bu!
Peki neden?
Eli her yere ulaşabilen güçlü lobicileri vardır da ondan çünkü!
Peki ya Süleyman Soylu?
Demokrat Parti’yi baraj altı bırakan Mehmet Ağar’dan sonra bu partinin başına getirilmesi, üzerinde çalışılıp, düşünülmesi gereken bir süreçtir!
Soylu’nun politikada başını yemeye ne Hüsamettin Cintonik’in gücü yetti, ne de Süleyman Demirel’in!
Sonra AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili demedik laf bırakmayacaksın…
“Tayyip Bey bizim öğretmenimiz mi ki not verecek” diyen Ertuğrul Yalçınbayır’ı daha ilk anda aforoz edip, partine neredeyse sinkaf edecek kadar işi ileriye götüren Soylu’yudışarıdan alıp önce Çalışma, sonra da İçişleri Bakanı yapacaksın!
Neden?
Lobisi var da ondan!
Sonra adam sudan bahanelerle istifa edecek ya da ettirilecek, bunu göze alamayarak talebini kabul etmeyeceksin!
Tüm bu gelişmeler olası “bingbangın” ayak sesleri.
Babacan, Selocan, Davutcan, bunların hepsi cılk yumurta, bir civciv çıkmaz hiç birinden!
Lobisinin bir ayağı dışarıda olanların artık bu milletin gözünde hiçbir itibarı yok!
Eğer istifa etmeyi başarabilseydi Süleyman Soylu, tez elden çok fazla beklemeden Türkiye’nin yeni lideriydi!
Şimdi süreç biraz daha gecikecek.
Biraz omuz atmalar, el ense çekmeler, paça kasnak filan derken…
Ya AK Parti’nin ya da MHP’nin başına Süleyman Soylu geçecek.
Liderleri koşullar yaratır.
Ve tabi devamında onları iktidara getirecek olan çıkar grupları ve lobiler!