Yazarlar

Mavi mi yoksa, kırmızı hap mı?

post-img
Ülkemizin değerli düşünür ve yazarlarından Psikiyatrist Kaan Arslanoğlu, “Amerika’yı yeniden keşfetmek” adlı yazı dizisinin sonuncusunda şöyle sesleniyor okurlarına: “Son durağımız olan New-York insanın teknik zekasının üstünlüğü ile sosyal zekasının aşırı düşüklüğü arasındaki uçurumun en çarpıcı gösterim alanı. Gökdelen sevmezler bile, o gökdelenlerin yüceliği, ihtişamı ve güzelliğine hayran kalıyor. Peki bu dev yapıları inşa eden insan soyu aynı şehirde neden bu kadar rezilce yaşıyor? Bir kere neden gökdelen? O binalarda yaşamak da, çalışmak da doğamıza aykırı. Ortalama New-York insanı sağlıksız ve mutsuz görünüyor. Herkesin sokaklara döküldüğü akşamın ilk saatlerinde ve eğlence merkezleri önünde değil, bunu en iyi sabah işe koşturanların yüzlerinde, bedenlerinde gözlemliyoruz. Turizm mevsimi dışında gittiğimizden mi bilmem, öyle çok aşırı bir keşmekeş ve hele düzensizlik yok. Yine de müthiş bir sıkışmışlık, gürültü ve uyaran fırtınası! Kötü besleniyor, havalandırması, ışığı yetersiz binalarda tavuk gibi yaşıyorlar. 63 bin evsiz sokaklarda, pislik, sefillik içinde kıvranıyor. O soğukta… Her yüz metreye 5-6 zombi düşmesi demek bu! Kapitalizmin ahlaki çöküşünün caddelere vurmuş irinleri… Bizim ruhumuzun irinleri… O iğrençlik bizim iğrençliğimiz. Bu sayının birkaç misli anti-sosyal serseri… Onun da birkaç misli aşırı yoksul.. 9 milyonluk merkezde 1 milyon gözden çıkarılmış insan… Sokak köpeklerinin hepsini öldürmüşler, bunları ne yapacaklar?” Netflix’te “2’nci dünya savaşının en önemli olayları” konulu diziyi bitirdim dün akşam. Amerikalıların önce Tokyo’yu yangın bombalarıyla vurup, bir gecede 100 bin kişiyi katletmesini, ardından Hiroşima ve yetmedi, Nagazaki’ye attıkları atom bombalarının insanlık üzerine yaptığı tahribatı izledim bir kez daha. İngiliz ve Amerikan mezaliminin Normandiya çıkarması sonrasında Alman askerlerini yok edebilmek adına şu kadarcık acımaksızın Fransız sivilleri nasıl çapraz ateş altına alıp, katlettiklerini gördüm. Kapitalizmin ahlaksız ve acımasız yanı bir tokat gibi patladı yanaklarımda! Kızardım, utandım, kahroldum… Ülkemizde “sosyalist muhalefetin” öncülüğünü uzun süredir “Halkın Kurtuluş Partisi” yapıyor. Henüz olmayacak duaya “amin” deseler de inandıkları dava uğruna mücadele etmeleri hoşuma gidiyor doğrusu! İstanbul’da dört kardeşin birden intihar etmelerinin ardından yayınladıkları bildirinin bir kısmı şöyle: “Para babalarının işsizlik ve pahalılık cehennemi can almaya devam ediyor. Cüneyt Yetişkin, Oya Yetişkin, Kamuran Yetişkin ve Yaşar Yetişkin… Fatih’te 4 Yetişkin kardeş… Haciz, kira, fatura, geçim ve açlık cehennemine döndürülmüş hayatlarına zehir içerek son verdiler. Dört kardeşin yaşları 60, 56, 54 ve 48; biri sara hastası çalışamıyor, diğeri işsiz. İkisi çalışıyor çalışmaya da, öğretmen olanın maaşına haciz konulmuş, diğeri kurye, asgari ücretli. İstanbul’un yaşam koşulları malum; herkesin bildiği gibi işsizlik ve pahalılığının en yoğun olduğu kentimiz. Evleri kira. Hayata dair her şeylerini alın teriyle çalışarak karşılamak zorundalar, yoksul halkımızın tamamı gibi. Ve Bu dört kardeş para babalarının sömürü ve soygun düzeninde, bu yaşam mücadelelerinden bıkıp hep beraber intihar etmişler. Cesetlerini alırlarken başkaları da zarar görmesin diye kapıya not asıyorlar, “Dikkat siyanür var, polisi arayın, içeriye girmeyin” diye. Böylesine de insancıl, sevgi dolu yüreğe sahipler. Elektriklerini de 600 küsur liralık borç yüzünden kesmiş özelleştirilen elektrik şirketi. Öğretmen olan kadıncağız bakkala olan borcu için maaşıma haciz konuldu, diyebilmiş bir komşusuna…” Halkın Kurtuluş Partisi mensuplarının henüz anlayamadıkları bir gerçek var. “Para babaları” dedikleri işadamı ve sanayiciler de kapitalizmden dertli; onlar da acı çekiyor bu durumdan! Çünkü onların da sömürenleri var. Bankalar akbaba gibi tepelerinde; döviz kur farkları, enflasyon, yüksek vergiler, nakit akış hızı gibi faktörler pek çoğunu “sinir hastası” yapmış durumda! Geçenlerde baktım, bir sanayici dostum sohbet sırasında cebinden Lustral tabletini çıkardı ve çayla birlikte lüp yutuverdi. “Hayırdır” dedim? Çok çabuk öfkeleniyormuş, doktorunun önerisiyle başlamış ilaçlara. Bu “ilaçlar” konusunu arkadaşım Psikiyatrist Mithat Sertel’le konuşuyoruz… O da “Bunlar kapitalizmin posasını çıkardığı insanların yeniden mutlu olmalarını sağlayıp, tekrar üretime sokmak için bizzat kapitalistler tarafından geliştirilen sentetik yapılardır” demesin mi!.. Biraz araştırınca görüyorum ki, bu antidepresanlar tarihte ilk defa işsizler ve ağır sanayi işçilerini mutlu etmek için kullanılmaya başlanıyor ve bu çılgın düzen tıkandığında başvurulan reçeteli birer uyuşturucu vazifesi görüyorlar aslında. Halkın Kurtuluş Partisi üyeleri hemen atlamasınlar! Sovyetler Birliği bunu çok uzun yıllar “votkayla” yaptı; Çin’se pirinç şarabıyla! Kapitalizm her gün insanların ağzına birer tablet antidepresan koymakla hayatla uyumlu, düzene, patronuna, kocasına, hatta öğretmenine bir kez olsun ses çıkarmamayı garantilemiş, normal(!) insanlar yaratmayı hedefler. Sadece ilaçların değil, hastalıkların da pazarlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Kaan Arslanoğlu’nun ifade ettiği gibi, “yaşadığımız kapitalist sisteme” uyumlu değiliz hiç birimiz. Onlar bu uyumsuzluğa “delilik”(!) diyorlar ve basıyorlar bize ilacı. Beton duvarların, tekerlekli taşıtların, ışıklı ekranların arasına sıkışmak, kalabalıklar içerisindeki yalnızlık, ne ürettiğimizi bilmeden üretmek, tüketimi mutluluk sanmak… Kredi kartı borcu yüzünden yaşanan intiharlar, öfke patlamaları, kadın cinayetleri… Dine sığınmak için gidilen, gönderilen tarikatlardaki badeci şeyhler, cinsel istismarlar, tecavüzler… İşsizlik, öğretilmiş çaresizlik… Sahi! Size iki seçenek sunulsa hangisini seçersiniz? Miraca çıkmadan önce Hazreti Muhammed’e içmesi için iki kap uzatılıyor; birinin içinde süt, diğerinde şarap var. Felsefi anlamı derin! Peygamber “sütü” seçiyor; yorum sizin! Aynı temanın işlendiği efsanevi Matrix filminde de Morpheus da  Neo’ya bir kırmızı, bir de mavi hap uzatıyor. “Morpheus’un” Yunan mitolojisinde “rüyalar yoluyla şekillerde değişiklik yapan düşler tanrısının ismi” olduğunu bilseydiniz,  sizin tercihiniz değişir miydi? Mavi hapı alırsan hikaye burada biter, sen de yatağından uyanır, neye inanmak istersen ona inanırsın! Kırmızı hapı seçersen eğer, sadece gerçeği görürsün, illüzyonu değil. Peki ya siz? Antidepresan ilaçları kullanarak dünyayı toz pembe görüp, öyle yaşamayı mı seçersiniz yoksa, hayatın gerçekleriyle, acılarımızla yüzleşip onlarla mücadele etmeyi mi?

Diğer Haberler