“Türkiye” gibi gelişmekte olan ülkelerin en büyük sıkıntılarından biri de sermaye yokluğudur.
Zaten doğru dürüst vergi toplamakta güçlük çeken Osmanlı son 200 yılında elde avuçta ne varsa tükettiği gibi, kuyruğu da çoktan batılı ülkelerin eline vermişti bile.
“Şalvarı şaltak Osmanlı, eğeri kaltak Osmanlı, ekende yok, biçende yok, yemede ortak Osmanlı” devirleri artık çoktan geride kalmış, elde kapitülasyonlarla baldırı çıplak bir Osmanlı kalmıştı geriye.
Oysa dünyanın emperyalist yeni devletlerinin başkentlerine, mimari yapılarına, meydanlarına, yollarına şöyle bir baktığınızda, hudutsuz sömürüden gelen aşırı zenginliğin o muhteşem debdebesini görürsünüz.
Örnek mi?
Londra, Paris, Madrid, Lizbon, Moskova, Roma, Berlin ve dahi Pekin.
İşte bu nedenle Cumhuriyetimizi kuran elleri öpülesiler yoktan var ettiler her şeyi.
Türkiye’nin bağımsızlığı için ilk adım Lozan’da “kapitülasyonların kaldırılmasıyla” atıldı.
Atatürk, “bağımsız milli ekonomi için izlenecek yöntemleri belirleyip, temellerini atmak için” İzmir İktisat Kongresi’ni topladı; tarihimizde çok önemlidir.
1930 yılında Merkez Bankası’nın kurulmasıyla Türk parasının yabancıların elinden kurtarılması hadisesi de çok önemlidir.
İktisat Kongresi kararlarıyla bağımsız, liberal ve milli bir ekonomiyi benimseyen Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında özel teşebbüsün devlet tarafından desteklenmesine rağmen beklenen verimliliği ne yazık ki sağlayamadı.
Bunun en büyük sebeplerinden biri neydi biliyor musunuz?
“Özel sermayenin yetersizliği.”
Ekonomimiz şimdi o yılların fersah fersah ötesinde ancak bu gün artık çok büyüyen iktisadi bünyenin en büyük sorunu yine hala “sermaye yetersizliği”.
Sanıyor musunuz ki on binlerce insanın çalıştığı o koca koca fabrikalar kendi yağlarıyla kavrulup gidiyorlar?
Yok öyle bir dünya!
Hepsi her an paraya, yani sermayeye, yani krediye muhtaç.
Geçen gün ismi Toto Cutugno’nun şarkılarından birine ilham kaynağı olmuş bir sanayici ve işadamı arkadaşımla sohbet ediyoruz…
15 Temmuz darbe girişimi ve hemen ardından başlayan FETÖ soruşturmalarının ekonomiye nasıl yansıdığını anlattı?
Söylediğine göre durum felaket ve derhal önlem alınmazsa çok daha kötüye gidecek gibi görünüyor!
Cemaatin sadece yanından bile geçmiş olsalar Bursa’daki tüm işadamları hala “ya beni de içeri alırlarsa veya ya fabrikama el konursa” kaygısından ötürü adeta diken üstünde duruyorlarmış.
Ve aynı kaygıyı piyasaya sermaye sağlayan bankaların tepe yöneticileri de duyuyorlarmış:
“Ya kredi verdiğimiz fabrikaya el konur da paramız orada batarsa?!.”
İşte bu nedenle Tofaş, Renault, Bosch gibi çok uluslu ve kurumsal yapılar hariç, tüm sanayiciler finans temini konusunda büyük bir sıkıntı içerisindelermiş!
Şimdi düşünün…
Banka sanayiciye para veriyor ama karşılığında teminat olarak ne alıyor?
Fabrika binası ve içindeki makineleri ipotek ediyor öyle değil mi?
Devlet bu gün “tak” diye el koysa ne olacak?
Hem o sanayici elinde avucunda ne varsa tamamen kaybedecek, hem de ona kredi sağlayan finans kuruluşu verdiği parayı!
Bu durum çok büyük bir açmaz içeriyor.
Ekonomi ve yatırımlar güven ortamı içinde yürür ve büyür.
Kim garanti edebilir yarın Selim Yedikardeş’in gidip de sizin hakkınızda da yalan yanlış ifadeler vermeyeceğini!..
Fiyonkçu Selim bu, ne yapacağı belli mi olur?!.
Hasılı, devlet büyüklerimizin bu durumu çok iyi ölçüp biçmesi lazım çünkü, sözünü ettiğim sorunları “ya benim üstüme de sıçrarsa” diye düşündükleri için korkudan dolayı hiç kimse dile getiremiyor!
Yalnızca Bursa’da değil, Türkiye genelinde de pek çok işadamının FETÖ’nün örgüt yapısı içinde hiç bulunmadıkları halde “sadece geçmişte halisane duygularla yardım ettikleri için” göz altına alınıp tutuklandığını ve bünyelerinde binlerce insan çalıştıran bu kişilere ait fabrikaların artık “batma noktasına” doğru hızla ilerlediğini de anlattı arkadaşım.
“Çözümün ne” diye sorduğumdaysa şunları anlattı:
“Bu insanların kurdukları şirketlerin, sahiplerinin başında bulunmalarına ihtiyaçları var. Tutuklu yargılanmalarının hiç kimseye bir faydası yok!..
Geçmişte nasıl rahmetli Erbakan için ev hapsi kararı çıkarıldıysa, bu insanlar için de “iş hapsi” kararı uygulansın!..
Pek çoğunun kaçıp gidecek hali zaten yok.
Takılsın bunların ayaklarına elektronik pranga, 24 saat takip edilsinler!
Adam fabrikasından evine bile gitmesin.
Orada yatıp kalksın, çalışsın, işini idare etsin, para kazanıp borcunu harcını ödesin.”
Böyle kritik zamanlarda cesaretle hareket edip, fikir üretmek her baba yiğidin harcı değil.
Mesela Amerika’da var bu sistem, devlet örneğin duruma göre 5 milyon, 10 milyon lira kefaletle de serbest bırakabilir FETÖ’ye derinden bulaşmamış iş adamlarını.
Sözünü ettiğim arkadaşımın kaygısı üç-beş şirketin batacak olması değil, bu durumun piyasalarda “domino taşı etkisi” yaparak başka kırılmalara da yol açabileceği gerçeği.
Zaten kırılgan ve sermaye kıtlığı içerisindeki ekonomimizin zarar görmemesi için üzerinde ivedilikle düşünülüp çalışılması gereken bir durum bu.
Tabii burada asıl görev Bursa Ticaret ve Sanayi Odası ya da BUSİAD gibi iş adamı kuruluşlarına düşüyor ancak Oda Başkanı İbrahim Burkay kayınpederi Karekök amcaya para kazandırmayı düşündüğü için o işlerden fırsat bulup da bir türlü başını kaldıramıyor!
Siz bakmayın birkaç tanesinin televizyonlarda “gelin size bayram kredisi verelim” diye reklam yapmalarına, peki bankalar işadamlarına para sunmaktan imtina ediyorlar da gerçekte işçiye memura kredi veriyorlar mı dersiniz?
Az önce dediğim gibi, çok uluslu şirketlerde çalışıyorsanız sorun yok ancak, orta ölçekte bir fabrikada çalışıyorsanız eğer değil kredi, selam bile vermiyormuş finans kuruluşları!
Bunu da bir banka müdürünün ağzından duydum!
Aynı şey devlet memurları için de geçerliymiş!
Çünkü, ne malum bir devlet memurunun da yarın FETÖ şüphesiyle açığa alınıp, sonra görevinden atılmayacağı?
Selim Yedikardeş devlet dairelerine hiç gitmez mi sanırsınız?
Maazallah nerelerde dolaşacağı belli mi olur fiyonkçunun!
Selim “geliyorum” demez!
Benim için de diyormuş, “görürsünüz bakın, o da içeri alınacak” diye!..
“Başımı alıp şöyle uzaklara doğru bir gidesim var.
Beni de mi “Fetö’cüdür” diye ihbar ettin yoksa len Selim?..
Gel acık şuramdan da ihbar et jurnalci Selim?!.”
Şimdi geliyoruz Selim’in pardon, zurnanın “zırt” dediği asıl yere…
Hani “evinizi biz kuruyoruz” diye taksitle ancak gerçek fiyatının iki katı, üç katı fiyatlarla elektronik ev aletleri satan işte ne bileyim Dev-Kur, Sev-kur, Ver-kur, Ver-Kurtul gibi şirketler var ya?
Bankalardan para alamayan memur ya da işçi yurdum insanı gidip alışverişini senetle buralardan yapıyormuş.
Ee ne var bunda diyeceksiniz?
Başta ben de öyle dedim.
Fakat kazın ayağı hiç de öyle değilmiş.
Para ihtiyacı içinde olan vatandaş örneğin gidiyor, “nasılsa küçük taksitlerle öderim” diye düşünüp 2 bin liraya bir cep telefonu alıyor, sonra da onu spot piyasada bin beş yüz liraya satıyormuş.
Dev-Kur bu, en baştan kapı gibi bir sözleşme yapıyor ve boş bir senet imzalatıyormuş müşteriye.
Alıcı bir-iki taksitini zamanında ödeyemeyince borç temerrüde düşüyor, sözleşmeye göre cezaydı, faizdi derken asıl rakam 4-5 bin liraya kadar yükseliyormuş!
Dev-Kur’un asıl amacı zaten taksitlerin zamanında ödenmesini istemek filan değilmiş!
Ödenmemesiymiş sahiplerinin asıl dilekleri!
Böylece bir nevi “tefe” işi yapıyorlar ve piyasaya bu yolla çok büyük miktarlarda para satıyorlarmış!
“Gelen icra kağıtlarını imzalamaktan bıktım” dedi sanayici dostum, finans müdürüne de sordu bu arada, “sadece bizim şirkette çalışan işçilere bu mağazalardan gelen icra işlemi ne kadar” diye?
Yaklaşık 300 kişinin çalıştığı fabrikadaki işçilerin tam yüzde 60’ı sözünü ettiğim Dev-Kur gibi tefeci yapılarla icralıkmış biliyor musunuz?
Bu korkunç bir rakam!
Bir aralar kredi kartlarına işlem yapıp, para veren tefeciler vardı piyasada.
Şimdi kredi kartlarına taksitle cep telefonu alımı yasağı getirilince, millet buna yönelmiş.
Dev-Kur’dan senetle telefon alıyormuş insanlar, sonra da gidip onu ucuza paraya çeviriyorlarmış!
Selim?
Duyuyo musun Selim?
Bak memlekette neler oluyomuş Selim?
“Elma” dersem çık, “armut” dersem gene çık Selim?
Şunları da bi ihbar etsene Allah rızası için Selim?
İşin Selim’i bir yana…
Başta iktidar milletvekilleri ve ana muhalefetten Bursa Milletvekili duyarlı yiğit insan Ceyhun İrgil olmak üzere dikkatleri çekiyorum, dile getirdiğim konuların Meclis’te, hükümet nezdinde konuşulup tartışılması lazım.
Bu memleket, bu insanlar hepimizin.
Kıllarına zarar gelse bizim içimiz yanar.
Öyle değil mi Selim?