Albay emekli olmuş.
Gitmiş, mahalle bakkalıyla görüşmeye.
“Ben” demiş, “Her gün gelip senin dükkanı denetleyeyim. Üstüne de her seferinde 100 lira para vereyim!..”
Sevinmiş adam.
Albay hem her gün gelip işyerini denetleyecek, hem de üstüne tam 100 lira para verecek!
Derhal kabul etmiş ama daha üçüncü gün caymış bu kararından!
Neden mi?
Üç günde bunaltmış bakkalı albay!
Sonra, bir tuhafiyeci bulmuş emekli albay.
Aynı pazarlığı onunla da yapmış.
Başlamışlar çalışmaya.
Albay her gün geliyor, içtimasını yapıyor, tuhafiyeci tekmilini veriyor ve üstüne de 100 lira parayı düzenli olarak alıyormuş.
Aradan 1 ay kadar süre geçmiş.
Daha önce gittiği her işyeri sahibinden aradan 3 gün bile geçmeden vetoyu yiyen albay sormuş bir gün adama “bunca vakittir, sen bana nasıl tahammül edebiliyorsun” diye?
Yanıt vermiş tuhafiyeci:
“Ben de emekli başçavuşum kumandanım!..”
Bir yandan kahvaltı ediyoruz balkonda, bir yandan da Emekli Jandarma Albayı olan büyük dayımın eşi Bediz yengem “albay fıkraları” anlatıyor, gülüyoruz karnımızı tuta tuta.
Annemi de almışlar, Bigadiç’te, Hera Termal Tesislerindeki devre mülklerine gitmişler.
Leyleği havada gördüm ya bu sene ben, “hadi sen de gel” diye aradıklarında dayanamadım geçen gün, atladım arabaya hop, 2 saatte Balıkesir.
Sabah erkenden kalktı Mehmet dayım, o üzerinden hiç atamadığı asker titizliğiyle önce evi denetledi, sonra da bizi!
Yarım asra yaklaşan evlilikleri süresince zaten her gün denetlenmeye alışık olan güzel yengem kahvaltı masasını çoktan hazırlamış, tavşan kanı demlediği çayın buğulu kokusu tüm haneye yayılmıştı bile.
Askerlik yaşamına henüz küçücük bir çocukken Kuleli Askeri Lisesi’nde başlayan Mehmet dayım sanki az sonra göreve çıkacakmış gibi bizden önce hızlı hızlı yaptı kahvaltısını.
Kriminoloji uzmanıdır aynı zamanda, kıta görevlerinin yanı sıra uzun yıllar Ankara’da, Jandarma okulunda öğretmenlik de yaptı.
Mesleki başarıları nedeniyle teşkilatta hâlâ “efsane albay” diye anılır, ondan bahsedilirken.
Oysa yurdun dört bir tarafını gezip emekli olduğundan bu yana tam 18 yıl zaman geçmişti.
O evden ayrıldıktan sonra ilk görev yerleri olan, Kars’ın Göle ilçesinde yaşadıklarını anlattı yengem.
Tam 10 ay boyunca ısınabilmek için nasıl kok kömürü yaktıklarını, dudaklarından sızan suyun bile bir saniyede nasıl donup kaldığını, henüz 20 yaşında gencecik bir kızken neler yaşadıklarını anlattı.
Çok zor ve meşakkatlidir askerlik mesleği.
İlk evlatları Şamil orada doğmuştu.
Telefon falan hak getire o zaman, gidip postaneye telefon yazdırıyorduk da Göle’ye bağlanabilmek için tam 3 gün boyunca sıra beklememiz gerekiyordu!
Bu mutlu doğum olayını Keles’teki İsmail dedeme bildirdiklerinde, gelen karşı telgrafta şunlar yazılıydı:
“Kafkas kartalı Şeyh Şamil’in adı onunla yaşasın!..”
Şamil’im de aslan gibi, yakışıklı bir denizci albayı şimdi.
Muhtemelen o da emekli olduktan sonra “denetlemeyi” sürdürecek!
Çok enteresan, farklı bir adamdı İsmail dedem; hani zaman zaman buradan anlatıyorum ya sizlere de onu, inanın bahsettiklerim devede kulak!
Bundan yarım asır önce Bursa’nın minicik bir kazasında Şeyh Şamil’i kaç kişi okuyup bilir?
Bırakın onu, ilçede gazete çıkarıp, yazıhanesinin arkasına kurşun harfler ve kocaman bir merdaneden oluşan bir de matbaa kuruyor.
Baskı atölyesine hangi ismi veriyor biliyor musunuz?
“Gutenberg Matbaası!..”
Öyle özel bir babanın evladı Mehmet dayım, bizler de İsmail Ekmekçi’nin torunları olmaktan gurur duyuyoruz elbette.
Geçen hafta sonu gittim Keles’e.
Askerlik şubesinin arka tarafındaki göletin kıyısında piknik yapıp, balık tuttum.
Aaa!
Şeref abi de geldi az sonra traktörüyle oraya.
Şeref Saydam uzun yıllar boyunca Adalet Partisi’nden Keles belediye başkanlığı yapan rahmetli İsmail amcanın küçük oğlu.
Harika bir bahçe yapmış kendisine orada, çay demledi bize.
İki “İsmail” Demokrat Parti döneminde hiç anlaşamamışlar birbirleriyle, çok dövüşmüşler; fakat sonraları yaşlarının da kemale ermesiyle çok iyi dost, iki arkadaş oldular.
O yıllarda elektrik henüz yoktu kazada.
Akşamları saat 23.00’e kadar mazotla çalışan bir jeneratör aydınlatırdı evlerde yanan cılız lambaları.
Şeref abi anlattı:
Aralarında onları oraya getirip götürecek benzin parasını toplayıp, bir gün önceden çakı gibi ütülenmiş takım elbiselerini de kuşanmışlar üzerlerine.
Dikkat edin, İsmail amca Adalet Partili Belediye Başkanı, İsmail dedemse CHP’nin ilçe başkanı ha!
Dedemin Land Rover cipinin arkasına çift kişilik bir döşek, yek beden yastıkla, bir de yorgan atıyorlar Ankara’ya giderken!
Vardıklarında o sıra Başbakan olan Süleyman Demirel’in kapısını çalıyorlar.
Ve diyorlar ki ikisi birden:
“Beyefendi, gelirken yanımızda döşeğimizi de getirdik, arabanın arkasında duruyor. Eğer lütfedip de bugün akşama kadar Keles’e elektrik getirilmesi için talimat vermezseniz, biz birimiz partili belediye başkanı, birimiz de ana muhalefet ilçe başkanı olarak yatağı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önüne serip, elektrik gelene kadar orada yatacağız alimallah!..”
Gülüyor Demirel.
Hemen telefonu kaldırıp dönemin enerji bakanına talimat veriyor.
Böyle birlik içerisinde çalışırlardı iktidarı, muhalefeti o dönemde; dedem “Saydam, beni muhalefetim olmasa sen bu işleri başaramazdın” diye takılırdı da arada bir nargilesini fokurdatırken, “Doğru” derdi İsmail amca da, “Ekmekçi, eğer sen olmasaydın ne yolumuz, ne köprümüz, ne elektriğimiz, ne de camimiz olurdu, hakikaten başaramazdık tüm bunları!..”
Yoktu o senelerde devletin imkânları, aslanın ağzından ekmek alır gibi gidip koparmak gerekiyordu Ankara’dan.
Bir kulağı az işitiyormuş dayımın.
Günlük olağan denetlemesini ve kahvaltısını tamamladıktan sonra Bigadiç Devlet Hastanesi’ne gitti.
Döndüğündeyse tamamen açılmıştı kulağı.
Erdoğan Güleç isimli genç, sevimli bir doktor bir dakikada temizleyip giderivermişti sıkıntısını.
Dönüşte haberi duyunca “hemen beni de götür dayıcığım” dedim.
Hiç üşenmedi, derhal kalkıp gittik.
Aslında işime de gelmiyor değil, sağ kulağım yıllardan beri çok az işitiyor, sol kulağımın üzerine yattığımda sabahları erken gelen telefonları hiç duymuyor, İsmet İnönü gibi işime gelenleri işitip, gelmeyenleri de duymazdan geliyorum böylece!
Kulak zarım sağlam, sinirlerimse aktif çıktı.
“Demek ki sorun içeride, cerrahi operasyon gerekli” dedi hekim.
Bursa’ya dönüşte bakacağım artık meseleye.
Bediz yengem gene bana kızacak ama sağ olsun Recep Tayyip Erdoğan çok güzel, yepyeni bir devlet hastanesi yapmış Bigadiç’e de!
Pırıl pırıl, tertemiz, içinde de bir sürü uzman doktor görev yapıyor.
Mehmet dayım Bigadiç Merkez Camii imamını denetlemeye gitti az önce cuma namazı için.
Yengemle annemse öğle yemeği ve içtiması için arkamda taze fasulye pişirip, kavun kesiyorlar.
Yıllardır her gün buzdolabının üstündeki seramik kabın altına 100 lira para bırakırmış Mehmet dayım meğerse yengeme!
Az sonra gelir yine denetlemeye.
N’apıyim, ben de bu arada oturmuş yazımı yazıyorum işte.
İşte böyle?
Sizde ne var ne yok?