Bu mesleğin fıtratında vardır eleştiri.
İşte onun için de “sağcıdan pek gazeteci çıkmaz!..”
“Sağ kültür” biat kültürüdür; fazla sorgulamadan “kabul etmeyi” öğretir.
Kabul edilenlerle yüzleşmek, daha sonra onları aşmaksa “atomu parçalamak” kadar zordur!
Hatta Einstein’a bakarsanız, “önyargıları yok etmek, atomu parçalamaktan bile daha zordur!..”
Biyolojik bir bilgisayardır insan beyni.
İşletim sistemi ve bir ömür boyunca çalışacak programları çocukluk döneminde yüklenir.
İşte onun içindir yeni nesli kendi mezheplerince eğitebilmek için birilerinin gösterdiği onca çaba!
“Sol kültürse” sorgulamayı, her olayın nedenlerini, nasıllarını anlamayı öğretir insana.
Kimilerinin sandığı gibi solculuk sosyalizm ya da komünizmi savunmak falan değildir asla!
Gerçek solcu onları da sorgular.
Rusların, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği adı altında kendilerine bağlı ülkeleri 70 yıl boyunca nasıl sömürdüğünü, dünyanın en acımasız katili Stalin’in milyonlarca insanı “devrimcilik” kisvesi altında nasıl öldürttüğünü, Çinlilerin Doğu Türkistan’da uyguladığı vahşeti de sorgular mesela?
Öte yandan gerçek solcu sosyalist de olabilir; eğer sosyalizm insanlara daha adil, daha çok paylaşımcı, daha hümanist bir gelecek vaat edebiliyorsa elbette.
Dediğim gibi “solculuğun” olmazsa olması sorgulamaktır, kendisine dikte edilmeye çalışılanı olduğu gibi kabul etmek yerine kafayı çalıştırıp düşünmektir.
Hala aynı yerde otlayan taş kafa eski kafa solculara bakmayın siz!
Solculuğun amentüsüdür sorgulamak.
Eğer yaşama siz de böyle bakıyorsanız, kesinlikle “solcusunuz” demektir.
“Gazetecilik mesleğinin” temeli de sorup sorgulamaktır; biraz daha ötesi eleştirel bakmaktır.
Olanı değil olmayanı, yapılanı değil yapılmayanı gösterip işaret eder gazeteci daha çok.
İyi işler için övgü elbette vardır.
Yapanı, yaptıranları övüp teşvik etmek de vardır bu işin fıtratında elbette ama abartmadan, eser miktarda!
Bunun az ötesi sakatat düşkünlüğüne, “billur yalamaya” girer!
Mesleği ve meslektaşı çirkinleştirir, kötü gösterir.
Ha! Bunu yapanı eleştirdiğiniz vakit de o insanın gözünde kötü olursunuz ama olsun!..
Her köye bir deli, her tekkeye bir veli gerek.
Biz de bu gün yine üstümüze düşen “delilik” görevimizi yerine getirip, dürtelim çalı dibine doğru elimizdeki kalemi bakalım.
Mustafa Özdal, Olay Gazetesi’nde geçen gün “Bir siyasetçinin ibretlik hayat hikayesi” başlıklı bir yazı kaleme almış ki, orada sözünü ettiği AKP Bursa İl Başkanı Cemalettin Torun’un yerine ben olsam, inanın o laflar üzerine utanır, hatta bir hafta da sokağa çıkamazdım!
O nasıl bir yazıdır öyle?
Mustafa’nın motoru conta yakmış, belli ki pistonlara yağ karışmakta, egzozundan da simsiyah, kapkara bir duman çıkmaktadır artık.
Zaten yakıt olarak 10 numara yağ kullanan Mustafa Özdal yeri göğü berbat bir şekilde ise bulayıp kokutmuş sizin anlayacağınız.
James Bond tokalaşmak üzere elini Karadenizliye doğru uzatıp “My name is Bond” demiş ve ardından da eklemiş:
“James Bond.”
Bunun altında kalmak istemeyen Karadenizli yanıt vermiş:
“My name is Tafa.”
Ardından da eklemiş:
“Mus-Tafa!..”
Bizim Özdal hakikaten de “Tafa” yani, “Mus-Tafa!..”
Hadi gelin Mus-Tafa’nın, Cemalettin Torun’u kanala çekip, yıkama yağlama yaptığı yazısına birlikte göz aralım bu gün:
“Siyaset camiası ve yerel kamuoyu AK Parti İl Başkanı Av. Cemalettin Torun'u, politikacı kimliğiyle tanıdı hep.
Gelin bugün maziye uzanıp, Torun'un ibretlik hayat hikayesini paylaşalım.
(Vay! Öyle “maziye uzanmak” gibi alengirli lafların ardından ne gelecek bakalım?)
Torun, Samsun'un Bafra ilçesinden Bursa'ya göç etmiş, yoksul bir ailenin 6 çocuğundan biridir.
Öyle ki lise 1'inci sınıfta, diğer 2 kardeşi gibi okulu bırakmak zorunda kalır.
(Gözümün önüne göz yaşları içerisinde bir yandan “Boynu Bükükler” isimli parçayı söyleyip, diğer yandan da ağlayan Küçük Emrah geldi şimdi durup dururken nedense?!.)
Cumhuriyet Lisesi'ndeki hocaları, "Yapma, etme. Biz sana maddi destek oluruz" deseler de, "Taşıma su ile değirmen dönmez" diyen Torun, 3 yıl boyunca boyacılık, simitçilik, fabrika işçiliği, market çıraklığı derken, çalışmadığı iş kalmaz.
(Zalım poyraz gıcım gıcım gıcılar, kimlerdir Mustafa sözünü ettiğin bu hayırsever hocalar? Aynı esnada Torun’un babası, yakınları nerededir, ne işler yapmaktadırlar. Hem gidip de Harvard’ta okumuyor ki mübarek, Cumhuriyet Lisesi birinci sınıfa gidiyor işte. Masrafı en fazla iki ders arasında kantinden alınacak bir simit, bir de gazoz. Okula giderken anası ekmek arası yapıp çantasına koysa yine olacak. Boyacılıktan, simitçiliğe, ardından fabrika işçiliğine, oradan da market çıraklığına nasıl yatay geçiş yaptırdın adama, onu da anlayamadım doğrusu? Hem küçük at Mustafa, civcivler yesin; o yıllarda Bursa’da market yoktu, hala bakkal amcaya emanettik hepimiz. Daha sonraları Setbaşı’nda tanzim satış, Namazgah’taysa Ordu Donatım Mağazaları açıldı. Bu şehirde ilk süper marketi rahmetli Ali Osman Sönmez kurdu Yalova yolunda. Belli ki sen tekerlek çeviriyordun o vakitler Diyarbakır yollarında.)
Ancak Torun, yarım kaldığı öğrenimini dışarıdan tamamlamak için açık liseye kaydını yaptırır.
3 yıl sonra da 36 dersin 31'ini verir.
Yaşı 19 olan Torun, tecil işlemleri için askerlik şubesinin yolunu tutar.
Ancak, kötü bir sürprizle karşılaşır şubede.
Şubedeki memur, "Nerdesin, biz de seni arıyoruz. Bakaya durumundasın. Hemen işlemlerini yapalım" der.
(Yaş 19 ve bakaya kalmış? Allah Allah! O vakitler askere alınma yaşı 20’ydi diye biliyorum ben Tafa? Sen 15’liklerin orduya alındığı Çanakkale harbiyle filan karıştırıyor olmayasın sakın? Yoksa Nusret Mayın Gemisi’ni kullanan kişi de Cemalettin Torun muydu sana göre?)
O an Torun'un başından kaynar sular iner ve "Yapmayın ben hala okuyorum" demesi de fayda etmez, birkaç gün sonra birliğine teslim olur.
(Okuyan ve öğrenci belgesi sunan birini nasıl askere alırlar Mus, bi anlatabilir misin bunu bize rica etsek acaba?)
Torun, daha da hırslanır ve askerdeyken hem mezun olmayı hem de üniversite sınavına girmeyi kafasına koyar.
(Kafasındaki saçlar ondan dolayı, benimkiler gibi erkenden dökülmüş demek ki! Öyle kafaya her şeyi koyarsa sonuç bu olur tabii!..)
Diğer askerler şafak sayarken Torun yatakhanede liseyi bitirme derslerine ve üniversite sınava hazırlanır.
(Araya bir de gaz lambası sıkıştırsaydın giderdi yani Mustafa!..)
Kalan 5 dersini veren Torun, önce açık liseden mezun olur.
Üniversite sınavına 15 gün kala babasının ölüm haberini alır.
(Allah rahmet eylesin.)
Torun'un üniversite okuma zorunluluğu daha da artmıştır.
Ve Torun, ÖSS'den yüzde 1'lik dilime girecek puanı alır.
Tıp Fakültesi'ne girmeyi hedefleyen Torun'un önünde yine maddi engeller vardır.
Tek çare, hem okuyup hem de çalışmaktır onun için.
Ancak devam zorunluluğu olan Tıp Fakültesi'nde çalışması mümkün değildir.
(Çalışaydı akşamları Bafra pidecisinde gündüzleri okuyup? Hem kadavra parası mı istiyorlar tıp mektebinde adamdan, niye okuyamıyor orada?)
Torun rotayı, Hukuk Fakültesi'ne kırar.
Ve tezkereden önce, kendisini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi yapan sınav sonuç kağıdı ulaşır birliğine.
Torun, askerdeyken önce liseden mezun olmuş ardından da üniversiteye girmiştir.
(Arada çarşı izni alıp umreye de gitmiştir, dönüşte de yolda hatim indirmiştir, bunları atlamışsın bak!)
1'inci sınıfta seyyar tezgahta börek satan Torun, ikinci sınıfta kebapçıda çalışarak harçlığını çıkarır.
(Paraları ne yapıyor bu arada Cemalettin Torun, onu da hiç anlayabilmiş değilim? Laleli’de gezip kızlarla mı yiyiyor acaba? Bir de istikrar yok Torun’da, habire iş değiştirip duruyor baksanıza? Valla Tafa, bu bence bir başarı değil, sankim başarısızlık öyküsü gibi geldi sayende bana! Ne yapıyor, çalıştığı yerlerde bir kabahat mi işliyor da sürekli iş değiştirip duruyor adam? İkinci sınıfa geçerken börek arabasını kime satıyor mesela, biraz daha açsan konuyu? )
3'üncü ve 4'üncü sınıftaysa anket şirketinde çalışır Torun.
(Gene iş değiştirdi adam bak!..)
"4 yıl boyunca sadece sınavlara girdim. Devam zorunluluğu vardı ama sınıflar 500-600 kişilik olduğu için yoklama yapılmıyordu. Ben de sadece hocaları görmek için sınavlar hariç yılda bir kez derse girdim" diyen Torun, dışarıdan bitirdiği lisenin ardından Hukuk Fakültesi'nden de derslere girmeden mezun olur.
(Ee derse girmeden bitirilen hukuk fakültesinden çıksa çıksa dandik avukat çıkmaz mı len Tafa, Mıs-Tafa? Bu kadar millet gidip de “Cemalettin Torun sırf AKP Bursa İl Başkanı olduğu için” mi vekalet veriyor kendisine madem? Gene sıvamışsın bak! Hem ben öğrendim, askerliği de askere hiç gitmeden dışarıdan bitirmiş Torun, haberin var mı? Ardından da düğününe gitmeden evlenmiş! Yıllarca davaları da duruşmalara hiç çıkmadan kazanmış! Aslında sen henüz bilmiyorsun, şu ara hem dışarıdan Tıp okuyor, hem de Kayhan’da Acı Dayı Pidecisi’nde garsonluk yapıyor Cemalettin Torun. İkinci sınıfa geçtiğindeyse seyyar camekanlı arabasıyla Kent Meydanı’nda Şam tatlısı satacak. Üçüncü sınıftaysa pideli köfteciye yatay geçiş yapacak. Bak bunları da yaz daha sonra, eksik kalmasın.)
Karaloğlu, Birkan ve Torun...
(Vay vay! Bir taşla 3 kuş ha?!. Seni kurnaz seni!)
AK Parti İl Başkanı Cemalettin Torun'un müvekkillerinin arasında Vali Münir Karaloğlu da var.
(Vali bey de mi acaba AKP İl Başkanı olduğu için vekalet verdi Torun’a?!.)
Karaloğlu'nun bir davasına girdiği için Torun eleştirilmişti.
Kuşkusuz kentin valisinin, koca Bursa'da iktidar partisi il başkanını avukat olarak seçmesi eleştirilebilir.
(Niye eleştiriliyor? Buradan ne eleştirisi çıkardın hiç anlayamadım? Yoksa bu kentin koskoca valisinin, Cemalettin Torun’un tavassutuna mı ihtiyaç duyduğunu söylemek istiyorsun? Ağzına acı biber sürerler, karışmam bak sonra!..)
Ancak Torun ile Vali Karaloğlu arasındaki dostluk 30 yıl öncesine dayanıyormuş.
Dahası, Torun ile Karaloğlu aynı üniversiteden, aynı dönemlerde, aynı bölümlerden mezun olmuşlar.
(“Bölümler” derken? Hukuk fakültesinin haricinde gemicilik de mi okumuşlar yoksam? Cemalettin Torun hem hiç okula gitmiyor, gündüzleri sürekli börek satıp, dönercide çalışıyor ve bu arada Karaloğlu’yla da dostluk geliştiriyor öyle mi? Olsa olsa “Cemalettin Torun kendisiyle hiç tanışıp görüşmeden dışarıdan arkadaş olmuştur” derim ben!)
Nitekim Torun ile Karaloğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur.
(Nitekim bunu anlamıştık zaten!..)
Bu grubun arasında Bursa Milletvekili Av. Zekeriya Birkan da vardır.
Birkan ile Torun sınıf arkadaşı, Birkan, Torun ve Karaloğlu da okul arkadaşıdır.
(Benim şimdi kafam karıştı Tafa? Hem “aynı üniversiteden, aynı dönemlerde, aynı bölümden mezun oldular” diyorsun, sonra da Birkan’la, Torun’u sınıf arkadaşı, ardından da üçünü okul arkadaşı yapıyorsun? Sen yoksa aralarını mı bozmak istiyorsun?)
Üç ismin yolları, 30 yıl sonra Bursa'da kesişir.
Biri iktidar partisinin il başkanı, diğeri kentin valisi, bir diğeri de ilin milletvekili olur.
(O şöyle oluyor Mustafa:
Zekeriya Birkan’la, Cemalettin Torun’un yolları zaten kesişikti. Avukatlık bürosunda ortaktı ikisi. Daha sonra Torun, Birkan’ı milletvekili yaptı. Kendisi de maç günleri stadyum önünde bol soğanlı ekmek içi tükürük köfte satarak tutunmaya çalıştı hayata. Köfte satışından artan zamanlarda da avukatlık yapıyor ve 300 küsur promil alkollüyken çarptığı arabada 7 yaşındaki bir sabinin ölümüne neden olan zenginlerin davalarına bakıyordu. Kendisi bu günlere fakirlikten gelmişti. Ama olsundu. Zenginden insana zarar gelmezdi, fakirlerse hep bir şeyler isteyip durulardı adamdan. Hem sürekli zenginlerle takılmak “zengin” gösteriyordu Adem oğlunu.
Onlar ermişti muradına, biz de sayende binmiştik dolmuşa Tafa, Mus-Tafa !..”