Şimdi bir resmi tören, bayram kutlaması, seyircili uğurlama ya da karşılama filan mı yapılacak?
Bir etkinlik olsun, konser veya resmi geçit mi düzenlenecek?
Çok gülüyorum ben bu devlet erkanına!
Acayip esrik, kendini önemli hissetmek isteyen, daha doğrusu “aşağılık kompleksine” sahip idareciler tarafından yönetilmemiz bana çok üzücü geliyor!
Neden böyle düşünüyorum biliyor musunuz?
Gelişmiş batı toplumlarında asla rastlayamazsınız bizdeki tabloya.
Gülerler adama ayol!
Deli diye gözetim altına alırlar!
Adam mesela vali, kaymakam, belediye başkanı ya da garnizon komutanı mı?
En öne ama mutlaka ve mutlaka arkadakilerden daha büyük ve süslü koltuklara oturtuluyorlar!
Arkadaki izleyicilerin çömdükleri basit birer sandalye, en öndeki mühim insanların oturduklarıysa koca koca koltuklar oluyor her zaman!
Bu şekilde deniyor ki cümle aleme, “görün bakın, ben ne kadar önemli bir adamım!..”
Adamların önemi taşıdıkları bilgi, birikim ve değerleriyle değil, oturdukları koltuğun büyüklüğü, bindikleri makam aracının modeli ve markasıyla ölçülüyor bizim memlekette!
Bunun adı cehalet, yaşanmamışlık ve aşağılık kompleksidir, başka türlü tanımlanamaz.
Halk arkanda basit birer oturgaçta duracak, sense en önde şaşalı koltuklara tüneyeceksin, var mı böyle bir şey?!.
Bir “kırmızı halı sendromu” yaşanıp gider bizim ülkemizde.
Kırmızı halıya bastıkça bizdeki heriflerin egosu tavan yapıyor.
Gelişmemiş insanların sakil hallerinden biridir bu tablo.
Bir de…
Bir de son yıllarda Nevruz günleri asfaltın üzerine yakılan eğreti ateşlerden atlayıp fotoğraf veren ceketleri ilikli devlet erkanının komik halleri acıtır içimi.
O ne sahtekarlık, iki yüzlülüktür öyle!
Nevruz’ın Kürt değil, gerçekte Türk bayramı olduğunu ispat için yaparlar o şaklabanlıkları.
Oysa Nevruz gerçekten de Asya toplumlarına ait, bin yıllardan beri kutlanmakta olan bir bayramdır.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber bu gelenek unutturulmuştur bizim ülkemizde.
Nevruz’u uzun yıllar ben de bir Kürt bayramı sandım.
Ne zaman ki geçmişte bir Mart ayında Taşkent, Semerkant ve Buhara civarında dolaşma şansını yakaladım, oralarda bu bayramın üstelik de resmi törenlerle kutlanıldığını gördüm, işte o zaman fikrim değişti.
Özden uzaklaşmak, uzaklaşıldığını görmek çok sarsıcı bir duygu.
Mesela billboardlara yapıştırılmış bir gazoz reklamı da görmüştüm orada.
Son derece sade, yalın bir dille gazozun oradaki adı “gazlı su” idi!
Giderken uçakta mihmandarlar uyarmıştı, orada sakın bazı kelimeleri kullanmayın diye!
Mesela bunlardan biri “bardaktı.”
Bardak istememiz, “bana bir bardak su verir misin” dememiz hoş karşılanmazmış Özbekistan’da.
Neden?
“Bardak” kadının cinsel organını tanımlayan bir kelimeymiş Özbekçe’de yani, aslında Türkçe’nin bir kolunda!
Aklıma “bardacık eriğinin” üzerindeki üçgen şekil geldi o zaman, dilimizin ne kadar yalın ve gerçekçi olduğunu fark ettim birden bire.
Yazarınız kim ne derse desin “Kürtçe” diye bir dilin, “Kürt” diye bir toplumun olmadığını, adına “Kürt” denen insanların Hitit, Asur ya da Roma artığı birbirlerinden farklı kitlelerden oluştuğunu, aralarında birkaç kilometre mesafe bulunan köylülerin bile bir birlerini anlamadıklarını, ortak bir kültürlerinin bulunmadığını bilir ve böyle düşünür.
Kürt’ün aynen dili, yemek kültürü gibi gelenekleri de başka yerlerden aşırılmıştır!
Bizim salak yöneticilerimiz her ne kadar işin cılkını çıkarsalar da Nevruz gerçekten de bir Türk bayramıdır.
Gerçekte kökü, kökeni olmayan bir toplumdan da ulus çıkmaz.
Çıksa çıksa gavurların kontrolünde, onların beslemesi, Nevruz günlerinde etrafı yakıp yıkan, şehirleri talan eden, masum insanların canını alan hain bir örgüt çıkar ki, bu millet de daha önce sayısız kereler olduğu gibi er ya da geç onun hakkından gelmesini bilir.