Yazarlar

Örnek bir gazetecilik başarı öyküsü

post-img
Bundan yaklaşık 20 yıl öncesiydi; 1995 yılının o soğuk geçen Ocak ayının 26 Ocak Perşembe sabahını hiç unutamam. O vakitler Bursa’nın gündeminde “kent meydanı” diye bir kavram yoktu. Santral Garaj’da bulunan Duraner’lere ait o çok katlı binanın en üstünden yayın yapan Radyo S’te haber müdürlüğü yapıyorum. Alt kattaysa yine Sönmez Grubu’na ait olan Bursa Hakimiyet Gazetesi var. Yönetimini de Nuri Kolaylı, onun altında Tayfun Çavuşoğlu ve İhsan Bölük yürütüyor. Bu gün değil Bursa’da, Türkiye genelinde günlük bir gazete çıkarılacak olsa, yazı işlerinin başına önereceğim ilk isim Tayfun’dur. O kadar bilir ve güvenirim habercilik refleksine. Eskiden gazete ve gazeteciler haber üretirlerdi. Rakiplerin haber atlattırması, namuslarına ket vurulmuş kadar ağır gelirdi gerçek gazetecilere! Şimdilerde doğru dürüst muhabir bile çalıştırmıyor pek çoğu. Haberler ajans ya da ilgili kurumlardan hazır vaziyette geliyor nasıl olsa; kopyala yapıştır, iş bitsin gitsin işte! O yüzden neredeyse tüm mevkutelerin haberlerinin hepsi birbiriyle aynı. Sabah erkenden Radyoya gelmiş, karşı köşedeki Hamuriş’ten aldığım su böreğini sıcak demli çaylar eşliğinde Teknik Direktör Turhan Tekkale ve gözümde hala tüm zamanların en iyi haber spikeri olan Halide Türkoğlu’yla paylaştıktan sonra masama oturup günlük gazeteleri okumaya başlamıştım. Ve Bursa Hakimiyet Gazetesi’nin ilk sayfası… Kar motosikleti üzerinde kendinden geçmiş vaziyette Uludağ’da acile yetiştirilmeye çalışılan mafya babası Dündar Kılıç’ın kızı, bir diğer mafya babası Alaattin Çakıcı’nın eski eşi Uğur Kılıç’ın kocaman hareketli bir fotoğrafı var birinci sayfada. Alaattin Çakıcı kış tatiline çıkan Uğur Kılıç’ı adamlarına çocuklarının gözü önünde bir gün önce vurdurtup öldürtmüştü ve olayın daha ilk saniyelerinden itibaren  kare kare canlı görüntüleri tüm ülkede sadece ve sadece Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde vardı!.. Olağanüstü bir gazetecilik öyküsüydü bu ve perde arkası da en az haber kadar renkli ve sıra dışı bir macerayı içeriyordu. Haber Koordinatörü Tayfun Çavuşoğlu ve Haber Müdürü İhsan Bölük, yazı işleri servisinden bölünmüş bir yazıhanede birlikte çalışırlardı o vakitler. Odalarında da gazetede her gün “ihbar numarası” diye yayımlanan ve santraldan bağımsız direkt bir hat vardı. Bir gün öncesinin öğle suları işte o telefon çalıyor acı acı. Arayan kişi Uludağ’daki otellerde çalışan bir garson. “Uğur Kılıç’ı vurdular” diyor ve kapatıyor telefonu. Aynı anda gazete binasından içeriye asayiş haberlerinden sorumlu muhabir Ersel Peker giriyor koştura koştura. O da tesadüfen dönemin Bursa İl emniyet müdürünün yanına uğramış ve Ahmet Demir’in “sen hala burada nasıl duruyorsun” diye bilgilendirmesi üzerine Tayfun ve İhsan’ı da haberdar etmek üzere Fomara’dan aşağıya, gazeteye doğru seğirtmişti. Nasıl da kar yağıyordu o gün. Tipiden ötürü neredeyse göz gözü görmüyordu. Hepsi birden Nuri Kolaylı’nın odasında toplandılar. Olayı da hiç kimseye duyurmamak gerekiyordu ki, “söyleme sırrını dostuna, o da söyler bir dostuna” özlü sözü örneğinde olduğu gibi haber başkaları tarafından da öğrenilmesin! O sıra genel yayın müdürünün odasının önünden elinde askısı ve askının üstünde de bir şişe Uludağ maden suyu ve orta köpüklü Türk kahvesiyle, “Bursa’nın ufak tefek taşları” türküsünü mırıldanarak Köşe Yazarı Arzu Yılmaz’ın yanına gitmekte olan çaycı İsmail geçti. İsmail Severgün’ün keyfi yerindeydi, gerçi o yılın şampiyonu Fenerbahçe olacaktı ama tuttuğu takım Beşiktaş geçen hafta da galip gelmişti ve Bursa Hakimiyet Gazetesi’nin o yıllardaki sevimli sembol üyesi İsmail, Pazar gününden beri kendisini her akşam meydandaki  Krampon Birahanesi’nde bir tabak küp şeklinde doğranmış eski kaşar ve 3 şişe Efes birasıyla mutlu etmeyi sürdürüyordu. Hoş Beşiktaş yenilince de aynı geleneği bozmuyordu İsmail ama onlar şişeden, bunlar neşedendi işte. Gazetenin tek aracı beyaz renkli emektar Reno marka otomobildi. Onu da akşamları eve giderken Spor Haberleri Müdürü Bahri Atalay alıyor ve kendisi gelene dek yazı işleri arabasız kalıyordu. Vakit öğleyi bulmuştu ama Bahri Atalay hala ortalıkta yoktu. İhsan’ınsa yeni aldığı gıcır gıcır Doğan L marka aracı binanın arkasında park halindeydi. Direksiyonda İhsan, yanında Ersel ve “Başın girerse dara, Sedat Öztürk’ü ara” köşesinin yapımcısı rahmetli Sedat Öztürk, Bahri Atalay’ın evinin önünden gazeteye ait otomobili alıp, Uludağ’a doğru hareket üzere yıldırım hızıyla yola çıktılar. O arabayı almak zorundaydılar çünkü İhsan’ınkinde zincir yoktu. Dörtlüleri yakan İhsan Bölük, Kuruluş Caddesi’ne geldiğinde önünde mıymıntı mıymıntı ilerleyen bir aracın şoförüne kendilerine yol vermesi için uzun uzun korna çaldı. Yanından geçerlerken de Ersel Peker adama camdan sağ elinin orta parmağını gösterdi! Vay sen misin bunu yapan! Arkadan yetişip bir hışımla öne geçen vatandaş el frenini de cart diye çekip bizimkileri dövmek üzere durunca, İhsan da otomobili kontrol edemedi ve güm diye adamın aracına çarptı. Başları dara düşmüştü ve ne iyi ki yanlarında Sedat abileri vardı. Sedat Öztürk durumu yatıştırdı ama Bahri Atalay’ın evine gitmek artık çok vakit kaybettirecekti. Bir arkadaşını arayıp, “kendilerini oradan alarak, Uludağ’a çıkarmasını” rica etti Sedat Öztürk. İhsan’ı trafik tutanağı alması için orada bırakıp çıktılar yola. Tam 9’ncu kilometreye gelmişlerdi ki araba kara saplandı. İnip arka lastiklere zincir taktılar; ancak araç önden çekişliydi ve bir türlü gitmiyordu! Zaman çok daralmıştı, bir an önce oteller bölgesine çıkılıp, orada artık geriye ne kaldıysa fotoğrafların çekilmesi gerekiyordu. Otomobille bu işin olmayacağını anlayan Ersel aşağıdan kaptırmış gelen bir otobüsün kendilerine doğru ilerlediğini gördü. Fotoğraf makinesi ve diğer gereçleri bulunan omuzuna asılı çantasıyla birlikte şoföre el kol hareketleri yapıp kendisini almasını işaret etti. Fakat adam duramazdı, o karda dursa bir daha da kalkamazdı. Yavaşlamayı tercih etti. Aracın karoserine yumruk vurarak otobüsün yanından koşturan  Ersel, şoför arka körüklü kapıyı açınca kendisini içeri attı. İhsan gibi Sedat Öztürk de uzay nodülü misali geride kalmıştı! Neyse ki bin bir güçlükle de olsa oteller bölgesine varabildiler. Otellere 100 metre kala, Jandarma noktasında otobüsten indi Ersel Peker. Daha önceden tanışıp hasbihal ettiği çift pırpırlı Yaşar astsubay onu derhal kenara çekerek “Kervansaray Otel’in fotoğrafçısında olay anının görüntüleri var, git benim adımı söyle versin adam sana” dedi! Otelin fotoğrafçısı Bora meğerse tam vurulma anında oradaki pistte ziyaretçilere hatıra kareleri çekiyormuş. Uğur Kılıç kanlar içinde yere yıkılınca da arka arkaya basmış   deklanşöre. Bununla da yetinmemiş, hepsini bir de karta geçirmiş. Bora’nın yanına doğru gitmeye hazırlanan Ersel’e o sırada Milliyet Gazetesi’nde çalışmakta olan Muhabir Fuat Kars yanaştı ve “oteller bölgesinin neresi olduğunu” sordu? Rakibine “tee orada” diye en uzak noktayı gösteren Ersel hızla Kervansaray Otel’in yolunu tuttu! Nitekim az sonra da Hürriyet’in muhabiri rahmetli Tayfun Ayder de ulaşacaktı Uludağ’a. Adam fotoğrafların karşılığında 35 milyon, bu günün karşılığıyla 35 bin lira para istiyordu. Kıçtan takma el kadar sim kartlı Motorola cep telefonunun antenini çekip çıkartarak Nuri Kolaylı’yı aradı Ersel. “Celal bey (Sönmez) vermez o parayı be ya” dedi Nuri Kolaylı!.. Doğru, Celal beyin eli sıkıydı. Nitekim yıllar sonra “Bursa’da Ufo görülecek”,  holding binasına gelen misafirlerini elektrikli  Ufo yakarak ısıtacaktı Celal Sönmez! Hedefe bu kadar yaklaşmışken vaz geçmek olmazdı “bir dakika dur sen” dedi Ersel ve o sıra Akşam Gazetesi’nin sahibi olan Mehmet Ali Ilıcak’ı aradı. Ersel Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde çalışıyor ancak zaman zaman Akşam’a da haber geçiyordu. Ilıcak “ne kadar istiyorsa ver ve fotoğrafları hemen bize ulaştır” deyince bu acar asayiş muhabiri genç adam, fotoğrafçıyı, fotoğrafları ve negatiflerini de yanına alıp, bir taksiye atlayarak Bursa’ya, önce Bursa Hakimiyet Gazetesi’ne iniyor! Orada da Tayfun Çavuşoğlu karta basılmış görüntüleri kopyaladıktan sonra fotoğrafçıyı bir taksiye bindirip doğruca  İstanbul’a, Akşam Gazetesi’ne gönderiyor. Ortalıkta bir bayram havası! Uğur Kılıç’ın vurulma anına ilişkin görüntüler artık sadece ve sadece kendilerinde vardır. Bir Karadenizlinin sıcak, demli, tavşan kanı nefis bir çayı yudumladıktan sonraki duyguları gibi acayip zevkleniyorlar hepsi! İlk sayfanın mizanpajını zaten sayfa sekreterliğinden yetişme olan Nuri Kolaylı hazırlıyor. Haber üzerinde hep birlikte çalışıyorlar ve ertesi gün basın tarihine geçecek o muhteşem ürün çıkıyor ortaya. Bu arada işin bundan sonraki kısmı da çok ilginç. Akşam Gazetesi sahiplerinin büyük hissedar olduğu Kanal 6 Televizyonu başlıyor alt yazı geçmeye, işte “Uğur Kılıç’ın vurulma anına ilişkin görüntüler yarın gazetede” filan diye. Son baskı zamanı artık gelip kapıya dayanmıştır ancak çok vakit geçtiği halde, adam bir türlü Akşam’a ulaşamıyor. Bu kez de İstanbul’dakilere yola çıkılan taksinin plakasını veriyor Ersel. Derken, bu kez de a TV alt yazı geçmeye başlıyor, “fotoğrafların tamamı yarın sadece Sabah Gazetesi’nde” diye! Meğerse Akşam’ın Yurt Haberleri Müdürü Sabah’tan geçmeymiş. Kendisini tekrar işe almaları karşılığında Bursa’dan gelen otomobilin plakasını onlara veriyor! O vakit tek köprü var. Rahmetli Savaş Ay da Boğaziçi Köprüsü’nün Anadolu Yakası’na gidip bekleyerek, Bursa plakalı taksiyi durduruyor ve adama fotoğrafların karşılığında 100 milyon lira teklif ediyor! Ee 35 nire, 100 nire!.. Kapatıyor cep telefonunu tüm aramalara. Durum ortaya çıkınca Akşam’ın mağdur olmasını istemeyen Ersel, Bursa Hakimiyet’teki kopyalardan seçip terminalden bir otobüse vererek İstanbul’a yolluyor. Fakat işin bir diğer enteresan yanı da şu: Çok gecikildiği için Sabah’ta da giremiyor görüntüler gazeteye, zaten Akşam’da da!.. Ancak iki gün sonra ikisinde de aynı anda çıkıyor. Tabii Bursa Hakimiyet’in o günkü kadrosu ülkedeki tüm gazetelere  haber atlattırdıktan sonra! Bir gazeteci yeter ki istesin, her zaman her yerde haber yapar. İhsan’ın giderken yaptığı kaza bir haber, Uludağ yolundaki trafik bir haber, yolda yani darda kalan Gazeteci Sedat Öztürk’ün durumu bile eğer iyi işlenirse başlı başına bir haber! Benim bu konuda son yıllarda çok başarılı bulduğum kişi İhlas Haber Ajansı Bölge Müdürü İrfan Altıkardeş. Örneğin her yıl Uludağ’a çadır kurar İrfan, en az 5-6 haber sadece kendi kamp alanından çıkarıp yollar ajansa. İşte size anlattığım gibi haberi tırnaklarıyla kazıya kazıya bin bir meşakkatle üreten gazeteciler var ortalıkta… Bir de bir eli yağda, bir eli balda, önünde her türlü imkan varken, artık gözlerinin içine dek sokulan haberi görmeyen, fark etmeyen, gazeteci geçinen ama aslında bir ömür boyu gazetecilikten geçinen insanlar da  var! Biliyorsunuz geçtiğimiz gün Rıza Sarraf yakalandı Amerika’da. Ve saat gece yarımı bulduğunda bu haber tüm televizyonlara, İnternet sitelerine çoktan düşmüştü bile. Ertesi sabah baktım ki yine Bursa Hakimiyet Gazetesi o gelişmeyi görmüş ve gece yarısı ilk sayfayı bozup yeniden kurarak  okurlarıyla paylaşmıştı. Bursa basınının amiral gemisiyiz diye geçinen Olay’cılar bu haberi göremediler biliyor musunuz?!. Olacak, kabul edilebilecek bir durum değildir bu! Tam 300’e yakın insan çalışıyor orada el insaf! Gazetenin başındaki yıllardır ne iş yaptığını bir türlü anlayamadığım Engin Özpınar hadi eve gidip yemeğini yedikten sonra ağırlaşan göz kapaklarına daha fazla direnemedi ve erkenden saat 9’da yatıp uyudu diyelim… Altında iki yazı müdürü var. Selami de mi uyudu? Mahmut da mı uyudu? Cavit Çağlar’a, Saygı Öztürk’ün önerdiği bir “gece müdürü” başlamıştı orada işe. Olay’ın gece müdürü de mi uyudu? Ya da bilgisayarda şeker patlatma oyunu oynamaktan görmedi mi tüm dünyada şok etkisi yaratan o gelişmeyi? İhsan Bölük sadece gazetecilik yapmıyor. Profesyonel denecek düzeyde ud çalıyor, Türk Sanat Müziği söylüyor. Gerçi son zamanlarda görmüyorum ama kafiyeli kısa dörtlükler de kaleme alıyor bizim İhsan. Bu gün son olarak ben de bir dörtlük döktüreyim de öyle bitireyim yazımı. Hiç kimse üstüne alınmasın, şiir ortaya karışık. İhsan Bölük’e gelsin, belki nişaburek makamında beste de yapar ileride:   Gökte uçar İhsan’ım, bölük bölük turnalar. Kendini gazeteci sanıyor bu memlekette bazı kaşar zurnalar. Gerçek gazeteciler işsiz kaldığı zaman kapanmıyor hiçbir vakit  bunlara kurnalar. Ama günün birinde öyle ya da böyle mutlaka çıkar yedikleri mandalina, portakal ve de hurmalar!..                  

Diğer Haberler