Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın, Çevre Bakanlığı’nca düzenlenen “Tarihimizde İz Bırakan Valide Sultanlar” konulu bir etkinlikte yaptığı konuşmayla birlikte başladı tartışma.
Ne demişti Emine Erdoğan o konuşmada?
“Haremin, Osmanlı hanedan üyeleri için bir okul ve kadınları hayata hazırlayan bir eğitim yuvası olduğunu” söylemişti.
Aslında Nişantaşı Ortaokulu’ndan mezun olduğu halde özgeçmişindeki eğitim durumuna Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 8’nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi baş papatya Semra Özal gibi “Nişantaşı Girl College” gibi komik bir ifade yazdırmamıştı Emine hanım, çünkü o da ortaokul mezunuydu ve tarihe ne kadar meraklı olduğu da bilmiyoruz ama…
Etkinlikte yaptığı konuşma metninin kendisi tarafından değil de Cumhurbaşkanlığı konutunda görevli profesyonel danışmanlar tarafından kaleme alındığı meselesi kesindi.
Peki sonra ne oldu?
Ben dünyada bu kadar çok hainin, köklerinden kopartılmış bu kadar çok cahilin yaşadığı başka bir coğrafya daha olduğunu hiç sanmıyorum.
Biliyorsunuz cahilin en büyük özelliği kendisini “alim” sanmasıdır!
İşte bu alimlerden, Dersimli Kemal’in geçmişte milletvekili yaptığı CHP Tunceli eski Milletvekili Hüseyin Aygün yanıtladı ilkin Emine Erdoğan’ın sözlerini kendince.
Sosyal medya üzerinden “Emine Erdoğan, kadınlara 24 saat tecavüz edilen, kız çocuklarının bile ırzına geçilen bir işkence hane olan hareme 'Hanedan okuludur' demiş..” diye yazdı Hüseyin Aygün.
Ve ardından da Aygün kafalı cahil veya yobaz solcular başladı yine sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulunmaya.
Oryantalist batılı ressamların yaptığı, havuz başlarında anadan üryan cariyelerle oynaşıp şarap içen doğulu erkeklerin kahramanı olduğu tablolar Facebook’lar, Twitter’lar dolusu saçılıverdi ortalığa.
Peki gerçekte durum nasıldı?
Hüseyin Aygün’ün söylediği gibi kadınlara 24 saat tecavüz edilen bir umumhane miydi Osmanlı’da Harem yoksa, Emine Erdoğan’ın söylediği gibi kadınların hayata hazırlandıkları bir okul mu ama bunu anlamak için önce Topkapı Sarayı’ndaki Harem dairesinin karşısına, “Enderun Mektebi’ne” doğru şöyle bir bakmak gerekir.
Bu okul adı üstünde “en derin” isimli bir eğitim kurumudur ki, Bursa’da Çekirge Mahallesi’nde kendi adını taşıyan Murad Hüdavendigar Camii ve Medresesinin karşısındaki türbesinde yatan, Orhan Gazi ve Nilüfer Hatun’un oğlu 1’nci Murat tarafından kurulmuştur.
Peki kimler eğitim görürlerdi orada?
Öncesinde Hristiyan ailelerden küçük yaşta devşirilen zeki ve akıllı çocuklar alınırlardı; daha sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren Türk’ler de kaydedilmiştir.
Bu gün ilkokulu bitiren bir çocuk ana kucağından artık koparak orta mektebe devam etmek için yatılı olarak Işıklar, Kuleli ya da İzmir’deki Maltepe askeri liselerine nasıl küçük yaşta gidiyorsa öyle düşünün bu kurumu?
Tek fark, ailelerini belki de daha sonra bir daha hiç göremeyecek olmalarıydı!
Sonraları Avrupa’da yaşayan Hristiyan aileler için çocuklarını Enderun Mektebi’ne gönderebilmek bir hayal, mucize gibi bir olaydı ki, bunun nedenini bilmeyenler az sonra anlayacaklar.
Orada bu çocuklara uzun yıllar boyunca önce Osmanlıca, ardından Kur'an, tefsir, hadis, kelâm, sonra edebiyat, inşaat, şiir, dil bilgisi, devamında Arapça, Farsça, bitmedi, matematik, coğrafya ve mantık dersleri verilirdi.
Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği ve görgüsüyle, protokol kuralları ve bürokratik işler öğretilirdi bu çocuklara.
Ayrıca sözünü ettiklerimin yanı sıra çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldıklarını, iyi birer sporcu olarak yetiştirildiklerini de belirtmeden geçmeyeyim.
Adına “iç oğlanı” denilen bu Enderun talebeleri kendilerine öğretilen Osmanlı kültürünü özümsedikten sonra aynı zamanda sarayın ve padişahın hizmetlerini görürler, devletin yönetiminde, orduda ve bürokraside ihtiyaç duyulan personel de bunların arasından seçilirdi.
Mezuniyetlerinin ardından sarayda kademe kademe yükselerek çeşitli görevlerle Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerine gönderilirlerdi Enderunlular.
Enderun’dan sadrazamlar, kaptan paşalar, yeniçeri ağaları, eyalet valileri, sancak beyleri, şairler, edipler, ressamlar, mimarlar, bestekarlar, tarihçiler, fen ve matematik bilginleri, öğretmenler ve daha bunlar gibi medreselerin yetiştirmediği pek çok insan çıkmıştır.
Şimdi sen adamı çok küçük yaştan itibaren kendi ellerinle hamur gibi yoğurarak yetiştirmişsin, şu an bile dünyanın hiçbir yerinde bulunmayacak şekilde her alanda olağanüstü bir eğitime tabii tutmuşsun, salıp bırakır mısın öylece Yemen’e, Mısır’a, Kafkaslar’a ya da Balkanlar’a?
Ne yapman gerek?
Yollarken önce evlendireceksin değil mi?
Peki bu birkaç dil bilen, birkaç üniversite bitirmiş kıvamdaki insanları sarayın dışında oduncunun, çımacının, nalbantın yetiştirdiği halktan insanların kızlarına bırakabilir misin?!.
Ya da o kızlarla mutlu olup bir hayat sürebilir mi bu paşa ya da ağalar?
Saray hayatı bir sistem olarak tasarlanmıştır daha en baştan beri Osmanlı’da; her şey en ince ayrıntısına kadar mutlaka düşünülmüştür.
Köklerini ve prensiplerini Selçuklu ve öncesindeki Türk devletlerinden alır.
İşte bu ağaların ve paşaların ileride evlendirilecekleri iyi eğitim görmüş kızların yetiştirileceği bir okul lazımdır Saraya ve o okulun adı da Harem’dir.
Cahil cühela takımının sandığı gibi padişahların kerhanesi değildir Harem!
Belli bir noktadan sonra içeriye değil oryantalist ressamlar, erkek sinek bile giremez!
Nitekim Avrupalı ressamların çizdikleri yarı çıplak kadınlarla alem yapılan resimler tamamen hayal ürünü uydurma yapıtlardır.
Örneğin 3’ncü Selim zamanında İstanbul’a gelen Fransız Ressam Duplessi Berteaux’un çizdiği şu kara kalem Osmanlı Hareminin güya tasvirine bakın…
Üç kat olarak gösterilmiş Topkapı Sarayı’ndaki harem, daha yüksek çözünürlükte olanını bulamadım, umarım gözleriniz seçebilir, asıl daha da komiği, solda ikinci katta namaza durmuş kadınlar var; bu adam hayatında değil harem, namaz kılan bir kadın dahi görmemiş çünkü, İslamiyet’te kadınlar ellerini hiç bir zaman kulak hizasının üstüne kaldırarak namaza başlamazlar, eller daima göğüs hizasında tutularak “Allahu ekber” denilip başlanır ibadete!
Harem’e getirilen kadınlar o devirde elbette cariye yani köle statüsündedir.
Sözünü ettiğim dönemlerde Avrupa’da özgürlük, demokrasi vardı da biz mi bilemedik?
Adamlar Amerika’da bile kölelik sisteminden daha dün vaz geçtiler!
Harem sadece padişah değil, şehzade ve devlet ileri gelenleri için de eşlerin yetiştirildiği bir eğitim kurumudur belirttiğim gibi.
Özellikle Fatih’ten sonra şehzadeler başka hanedan mensuplarının kızlarıyla evlenmeyi bıraktıklarından, o dönemde yapılan yeni düzenlemelerle çok daha önem kazanmıştır orası.
Enderun mezunu devşirme gençlerle, sarayda eğitim almış cariyelerin evlendirilmesi sonucu eğitime dayanan bir aristokrasi oluşmuştur Osmanlı’da.
Padişaha ve hanedana bağlı bir aristokrat sınıf yaratılması için cariyelerin eğitilmesini sağlayan bir kurumdur Harem.
Bilinenin veya sanılanın tam aksine Osmanlı'da “Harem-i Hümayun”, devlet adamları yetiştiren “Enderun Mektebi’ne” paralel bir yapıydı.
Ve orada yaşayıp eğitim alan her kadın padişahlara sunulmazdı, sunulamazdı.
Nitekim Osmanlı hareminde döneme göre 400 ile 1600 arasında kadın bulunduğu ifade edilmektedir.
Uzun yıllar boyu eğitim alıp, saray adabını öğrenenlerin arasından Valide sultan tarafından seçilenler, hanedan soyunun devamı için padişaha gönderilirdi.
Padişah da gönderilen kızı beğenip halvete girerse eğer, o kız Harem koğuşundan alınıp gözdeler koğuşuna, gebe kalıp doğum yapmışsa da kendi dairesine alınırdı.
Demek ki neymiş?
Cahil cühela takımının sandığı gibi Osmanlı Haremi öyle “kadınlara 24 saat tecavüz edilen, kız çocuklarının bile ırzına geçildiği bir işkence hane” değil, Emine Erdoğan’ın vurguladığı gibi bir eğitim kurumuymuş!
Demek ki neymiş?
Sırf muhalefet edeceğim diye karşındaki insanın doğrularını ya da söylediklerini yok ya da yalan saymak insanı halkın gözünde “dangalaklık” seviyesine düşürürmüş!
Öyle de yürüyüp gidiyor zaten gördüğünüz gibi!