Türk ordusunun en yüksek kademedeki komutanlarına hizmet eden bol yıldızlı bir albay “talimatları sivil bir abimizden alıyorduk” diyor.
Ve bu gün daha net bir şekilde ortaya çıkıyor ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzde 70’inden fazlası Cemaate mensupmuş, daha doğrusu ordumuzun bizzat kendisiymiş Cemaat!
Peki, vatan haini midir bunlar?
Çok büyük suçları vardır elbette ancak azıcık vicdanımızla yaklaşırsak meseleye, pek çoğu için bu ifadeyi kullanamayız!
Ne demek istediğimi anlatabilmek açısından şu örneği vermeliyim:
Bu topraklarda 12 Eylül 1980’den önce sol cephede saf tutmuş insanlar da kendi yollarının en doğrusu olduğunu düşünüyor ve bu halkın iyiliği için çalıştıklarına inanıyordu, sağ cephedekiler de.
Oysa her iki taraf da gerçekte kullanılmaktaydı!
Bir kesimi kendi rejimlerini yayıp, hükümranlık alanını genişletmek isteyen Rus’lar besleyip destekliyorlardı, diğer tarafıysa stratejik olarak buna asla izin vermemek zorunda olan Amerika, İngiltere gibi kapitalist ülkelerle, onların buradaki yerli işbirlikçi sermayedar uşakları.
Benzer hikayelerini bundan sonra artık gazetelerde çokça okuyacaksınız.
İster asker, ister sivil olsun bu gün adına “cemaatçi” dediğiniz insanlar Anadolu’daki yoksul ailelerin yanından alınıp himaye edilmiş, her türlü ihtiyaçları karşılandıktan sonra beyinleri de yıllarca yıkanıp şekillendirilerek ülkenin sinir uçlarına yerleştirilmiş birer zavallılardır sadece.
Bilin ki geçmişin sağcı ya da solcuları gibi onların da zihinlerinde bu ülkeyi “düşman” olarak gördüklerinin elinden kurtarma fikir ve azmi vardı!
Ve on yıllar öncesinden Fethullah Gülen tarafından tasarlanıp planlanan bir sistemin kurbanı oldu hepsi; binlerce hayat üstelik çoluk çocuklarınınkilerle birlikte bir gecede kararıp gitti.
Düşünsenize, adam subay oluyor, profesör oluyor her ay düzenli olarak maaşının yüzde 20’si cemaatin kasalarına akmaya devam ediyor!
Topyekün çalıştı The Cemaat’e mensup ya da sempatizan olanlar.
Çok azı hariç, hemen hemen tamamı ülkenin geleceğine ve eğitime katkı yaptıklarını düşünerek etraflarından büyük paralar topladılar.
Fakat 17 Aralık bir milat oldu bazıları için.
Sempatizanlar çil yavrusu gibi dağıldı, geriye sadece Cemaatin yetiştirmeleri kaldı!
Onlar da aldıkları talimat gereği bir vakte dek bulundukları yerde kamuflaj yaparak kendilerini gizlediler.
Her yerdelerdi bunlar.
Orduda, poliste, yargıda, devlette, eğitimde, siyasette, sanayide, üretimde, ticarette ve belediyelerde, her yerde.
Üstelik de bulundukları yerlerden sessiz ve gizlice yine devlet olanaklarını kullanarak Cemaate para akıtmayı sürdürüyorlardı.
Fakat dert olur da dermanı olmaz mı hiç?
Zehir olur da panzehiri bulunmaz mı?
Ebû Hüreyre’den nakille, Hazreti Muhammet bir gün diyor ki:
"Sizden birinizin (yemek) kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır.”
Hadis sahih midir, değil midir onu bilemem?
Ancak bilim ve sağlık açısından pek muteber bulmamakla birlikte, teşbihte hata olmaz derler, biraz sonra örneğini vereceğim gibi aynı yapının bir kanadında “zehir”, diğer kanadında da onu yok edecek olan “panzehir” bulunabilir pekala!
Alın size “paralel avcısı ve panzehiri” bir adam:
Bursa Şehir Gazetesi’nin kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Nezir Asaroğlu tam anlamıyla fanatik bir partili ve uğruna ölecek kadar da Recep Tayyip Erdoğan hayranıdır.
Öyle “fanatik” deyince “yoz, yobaz” gibi bir şey anlaşılmasın sakın, her şeyi oturup konuşarak tartışabilirsiniz Asaroğlu’yla, anlatmaya çalıştığım şey daha en başından beri Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı duyduğu güven, inanç ve tutkusudur.
Bir noktaya kadar partisindeki herkes gibi sempatiyle baktı Fethullah Gülen ve yandaşlarına Nezir Asaroğlu; ancak foyaları dökülmeye başlayınca da tam bir “paralel avcısı” oldu!
Bu günleri de çok önceden gördü, herkesi uyardı.
Önce Cemaatin işadamı örgütlerinde usul usul faaliyetlerini sürdüren sanayicileri teşhir etti.
Nezir’in yayınlarından tırsan Fethullah’çılar arka arkaya hem de noterden istifalar göndererek çil yavrusu gibi dağıldılar.
BUGİAD’ın içi boşalıverdi o dönemde.
Sırada “belediyeler” bekliyordu.
Özellikle Büyükşehir ve Osmangazi’de yuvalanmış Cemaat yavruları 17 Aralık’tan sonra da faaliyetlerini sürdürüyor, iş yapan müteahhitlerden topladıkları himmet paralarını Pensilvanya’nın işaret ettiği yerlere ulaştırıyorlardı.
Bunlardan birinin Bursa Büyük Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin Afşar olduğunu yazdı Asaroğlu, Şehir Gazetesi’nde.
O vakit henüz darbe olmamıştı!
Birileri gak-guk yaptı ama hiç kimse Seyfettin Afşar’a dokunamıyordu; dokunamıyordu çünkü, Bursa’da Afşar’ı koruyan en güçlü isim Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanı Cemalettin Torun’du!
Kentimizde partisinin genel başkanını temsil eden Cemalettin Torun, oğlu ve kardeşi de derin Cemaatin en diplerine kadar ulaştığı iddia edilen Seyfettin Afşar’a karşı sergilediği bu olumlu ve koruyucu tavrını aylarca sürdürdü.
O sustukça Nezir yazmaya devam etti.
Nezir yazdı, ortaya hiçbir tepki ve eylem koymaksızın o susmayı sürdürdü.
Aynı sıralarda Bursa medyasında Cemalettin Torun’un, bir siyasi parti il başkanına hiç yakışmayacak halleri sütun sütun yazılıp dillendiriliyor, iktidar partisi seçmen nezdinde sürekli itibar kaybediyordu ama kimin umurundaydı bu durum?!.
Sonra, bundan yaklaşık 3 ay kadar önce partinin Bursa’daki seçilmiş belediye başkanları Karacabey İlçesi’nde toplandılar.
Atamayla görevlendirilen bir bürokrat olduğu halde Seyfettin Afşar da gelmişti oraya!
Toplantının bir bölümünde Bursa İl Başkanı Cemalettin Torun, Seyfettin Afşar’dan dışarı çıkmasını istedi.
Afşar da kuzu kuzu her zaman olduğu gibi o ne diyorsa emri hemen yerine getirdi.
Sonra partilisi Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali’ye döndü Cemalettin Torun ve sesini yükselterek herkesin içinde şöyle konuştu:
“Nezir Asaroğlu ve Şehir Gazetesi’ne ilan göndererek partiye zarar veriyorsun!..”
Ortalık birden bire buz kesmişti.
Torun devam etti:
“Bizim belediyeler arasında oraya ilan veren bir tek sen varsın, bundan sonra asla vermeyeceksin!..”
Edebali kibar, nazik, asil adam.
Bu beklenmeyen çıkışa ve öfke patlamasına karşı önce lisan-ı münasiple cevap veriyor.
“Başkanım” diyor, “niye partimize zarar vereyim? O gazete ve sahibi daha en baştan beri bizim en inançlı savunucumuz. Şimdiye dek hakkımızda en ufak bir olumsuz ya da kötü yayını yok. Tam tersine bize destek olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Niye partimize zarar vereyim?”
Cemalettin Torun:
“Vermeyeceksin!..”
İsmail Hakı Edebali:
“Partimizin aleyhine her hangi bir haberini gösterebilir misiniz?..”
Cemalettin Torun:
“Vermeyeceksin!..”
Edebali:
“Ama sizinle ilgili bazı olumsuz haberlerin çıktığı doğru. Üstelik de bunların hepsinin gerçeği işaret ettiği çıktı ortaya!..”
Cemalettin Torun:
“Vermeyeceksin!..”
Edebali:
“Bu partimizle ilgili bir durum değil, sizin şahsi meseleniz. Dolayısıyla bizi bağlamaz. Tam tersi herkese verir, yayın politikası bizim bakışımızla örtüşen bir gazeteye ilan vermezsek eğer bu bizim hakkaniyet ölçümüze de uygun olmaz, haksızlık yapmış oluruz…”
Yolacak saçı olmayan Torun, artık tırnaklarını kemirmeye başlamıştır.
Edebali devam eder:
“Hem siz bu konuyla ilgili gittiniz beni genel merkeze şikayet ettiniz. Ben de cevabımı verdim. Üzerinde konuşulmuş bir meseleyi şimdi kalkıp da bu belediye başkanları toplantısında niye, hangi amaçla dile getiriyorsunuz?..”
Torun:
“Verr….”
Gümm!..
İsmail Hakkı Edebali, mütevazılığı zayıflık sanan Cemalettin Torun’a son yanıtını masanın üzerine çok sert bir şekilde yumruğunu vurarak vermiş, bu hiç beklemediği tavır karşısında şaşırıp ne diyeceğini bilemeyen Torun, yutkunarak susmak zorunda kalmıştır!
Adalet ve Kalkınma Partisi Bursa İl Başkanı Cemalettin Torun’un Şehir Gazetesi ve Nezir Asaroğlu düşmanlığı sadece kendi defolarının yazılıp haber yapılmasından değil, aynı zamanda bu yayın organının “paralel avcılığından” dolayıdır.
Asaroğlu belediyelerdeki O’na yakın Cemaatçi kişileri tespit ve teşhir ettikçe deliye dönmektedir Cemalettin Torun.
Ve dahi Edebali’ye, “Şehir Gazetesi’ne ilan vermeyeceksin” dediği sıralarda bile Yıldırım hariç, Bursa’daki bazı belediyelerin maddi kaynakları Cemaatin yayın organlarına akıtılmakta, Torun’un bu duruma karşı gıkı bile çıkmamaktadır!..
Ve şimdi bakalım bundan sonra ne olacak?
Dünya tarihindeki “milat” kavramı gibi Türkiye’de bundan sonra her şey DÖ (Darbeden önce) ve DS (Darbeden sonra diye yeniden anlamlandırılıp tekrar şekillendirilecek.
Kimler gidecek, kimler kalacak?
Ve tabii, kimler gelecek?