Yazarlar

Pazar sohbeti

post-img
Niye dövüyodun adamı? Sağ elini yumruk yapıp evde, gidiş geliş işaret parmağının boğumuyla neden kafasına kafasına vuruyodun? Kimsesi yok diye mi güveniyodun kendine? Yoksa, “atarlı” kişiliğimden ötürü bana karşılık vermez” diye düşünüp, ondan mı saçlarından tutarak kafasını duvara duvara çarpıyodun? Heidi’nin ağlayan gözlerinden süzülen yaşların akışı gibi yol yol olup çeşmeye dönüyordu yanakları; çöküp kaldığı yerden yaslı göz bebeklerini acı içinde yukarıya, sana doğru kaldırdığı günleri unuttun mu yoksa? Tüm bunlar “hayal aleminde” mi yaşanıyordu aslında fındık? Tam beş sene önceden arkadaşlarına mesaj çekip, “Gelin bunun eşyalarını alın götürün, artık dayanamıyorum” diyen ben miydim sanki? Evdeki “kokudan” dolayı (!) O’nu terk edip giden sen değil miydin yoksa, hayatında başka biri daha olduğunu bile bile üstelik? Çakma “Kırmızı saçlı kadın” da seni biliyordu zaten ve iş artık yokuşa geldiğinde bunu gerekçe olarak koydu önüne! Eğer “ölümse” sözünü ettiğiniz şey, O’nu ikiniz öldürdünüz birlikte. Birinizde “üzüm bağlarını” gördü geleceğe dair, diğerinizdeyse Mudanya’da denize nazır o evi!.. Umut verdiniz, mutlu yarınlar vaad ettiniz kendi doyurulmamış, doyurulamamış, hiç tatmin yaşamamış hayatlarınızla… Şimdi sözde ağlaşıyor, timsah göz yaşları döküyorsunuz sığ bataklıklarda… Bari başkalarını sokmayın bu sefil hayatlara… “Hem herkes sevdiğini öldürmez mi” deyip geçin işte?!. Yoksa aç susuz ve soğuktan donmuş halde, o vaziyete nasıl geldiğinin hesabını veremezsiniz hiç kimseye… “Knock, knock, knock!..” Beyaz tavşanı takip edin! …………….. Kaç seneden beri böyle oluyordu abi… Demeti yazın 1 lira olan salatalık yeşillikler 3-5 liraya çıkıveriyordu cinsine göre ve arz talep durumundan ötürü… Agora Pazar Yeri’nde Cumartesi günü kurulan tezgahların ilkinde her çeşidi bulamadığım için ikincisine yöneldim… “Dere otu, küçük kırmızı turp demeti ve üç adetten oluşan taze sarımsak…” Tam “20 lira” dedi pazarcı biliyor musunuz? “Ohaa” demeye vakit kalmadan bir adet küçük boy topatan patlıcana da 30 lira ödeyince, “Kemal Kılıçdaroğlu her halde gazoz kapaklarını satacak da öyle kapatacak bu bütçe açığını” diye düşünmeden kendimi alamadım?!. Çok ağır beyler bayanlar Türkiye’nin yükü… Bir yandan etrafı haydut devletler tarafından sarılmış ülkeni silahlandırıp savunma sanayini destekleyeceksin, öte yandan ekonomik açıdan yıllardır belimizi büken batı destekli teröre karşı mücadele vereceksin, diğer taraftan planlı yatırımlarını hayata geçirmek için çalışıp çabalayacaksın… Dünyanın enerji krizi yaşadığı ve petrol türevlerinin astronomik şekilde arttığı günümüzde iktisat yönetimi hayli zor iş. Sadece 2 yılda 5’e katlamış bir petrol fiyatı… Keza, doğalgaz fiyatları da öyle… Kemal Kılıçdaroğlu “kibrit kutusu koleksiyonunu” satacak da mı ısıtacak bu milleti; sanayinin enerji ihtiyacını biyogazla mı çözmeyi hedefliyor acaba? Biliyor musunuz, varlıktan çok “darlık” günlerini daha çok özlüyorum ben… Babamın üst kattaki kullanılmayan mutfağın tavanına astığı razaki kışlık üzümlerin kokusu hala burnumda tütüyor… Etrafı kar kaplamış bahçemizden tavuk kümesine doğru gidip, folluğun kapağını açarak sıcacık yumurtaları alıp gelmek nasıl da muhteşem bir duygudur bilir misiniz? Kömürün bile henüz bulunamadığı yok zamanlarda bir kucak çam odununu kor gibi kızgın sobanın yanındaki sandığa dizmek… Fırınında pişen patatesli böreğin kokusu… Tüm odayı kaplayan Rize Turist Çayı’nın insanı kendinden geçiren buğusu… Kardan adam yaparken ya da kızakla kayarken soğuktan adeta donmuş minicik parmakların sobayla buluşunca insanı elektrik çarpıyormuş gibi titreten sızısı… Pürmüzle açılmaya çalışılan içi su dolu donmuş galvaniz borular… Depodaki kaskatı kesilmiş mazotu önce bir tenekenin içinde yaktığı kozalaklarla sıvı hale getirdikten sonra burunlu BMC Austin otobüsün motorunu manivelayla çalıştırma gayretleri; benim içeride minicik ellerimle marşa basarak aküden babama destek verme çabalarım… Egzozdan çıkan duman ve tekrar yaşama dönen pistonlar… Üç günde o da postaneden ancak bağlanabilen telefonlar… Ebe gümeci ve otaşı da satılıyordu pazarda… Sordum, Karacabey tarafından toplamışlar… Bu ayın 20’sinde ilk cemre havaya düşecek… Sonra Mart’ın başına kadar suya ve toprağa… Bu da demektir ki “yaz geldi” artık… “Otaşı” dediğim gelinciklerin henüz çiçek açmamış körpe hali… Yıkayıp temizledikten sonra bir de tuzlarsanız üste; dadından yinmez yemeklerin yanında… Annem “köftesini” yapardı; üzerine sarımsak ve limon… Öyle her zaman limon bulunmazdı Keles’te ha! Çoğunlukla “limon tuzu” kullandığını bilirim… “Yeni bahar” geldiğinde kadınlar ellerinde birer sepet ve bıçaklarla harman yerlerine otaşı toplamaya giderlerdi… Demetine 5 lira fiyat koymuş pazarcı, harcanan emeğe değer; şevket-i bostan da vardı sevenleri için… Domatesi yaz başında turfanda yerdik… Bir marul salatasının içinden etrafa yaydığı koku bile insanın kimyasını değiştirirdi! İlçeye elektrik akşamları birkaç saat anca çalıştırılabilen dizel dev bir jeneratörden sağlanırdı… Kalan zamanlarda adına “idare” denilen küçük gazlı olanlar ve numarasına göre diğer lambalar aydınlatırdı etrafı. Şimdi her şey var… Eskiden oralardan su taşınan sokak çeşmeleri evlerin içine girdi, elektrikli aletler yaşamların ta göbeğinde, cep telefonlarıyla anında, üstelik görüntülü olarak dünyanın öbür ucundaki bir yakınımızla görüşebiliyoruz, uçuyoruz bulutların üstünde, altımızda arabalar, otobüsler, trenler, yerküre küçüldü gitti… Lakin insanlar yalnız başlarına evlerinde ya da iniltiler arasında “yoğun bakım” servislerinde ölüyor artık… Bu dünyadan ayrılırken size can suyu verecek, son nefesinizde elinizi tutacak kimse yok!.. Yalnız şimdi herkes, cebi para dolu olsa bile yalnız, insansız, etrafındaki onca Adem oğluna rağmen kimsesiz ve de çaresiz…  Ve bazıları dayak yiyerek yaşıyor sevdiklerinden… Kafalarına kafalarına vuruyor atarlı, hasta ruhlu, bazı egoist bireyler! Tümü “sosyal medyadan” bulunan bu hazımsız kişilikler hala oralardan aslında hiç de gerçek olmayan yanlarını paylaşıp, yeni avlar bulabilmek adına ortalığı kirletmeyi sürdürüyorlar!

Diğer Haberler