Bursa Hakimiyet’te uzun yıllar boyunca yayın yönetmenliği yapan rahmetli Aykan Hoca(Uzoğuz) hiç unutmam, 80’li yıllarda “pehlivan tefrikası” yayınlatırdı gazetesinden.
Çok da ilgi görürdü.
Bizim mahallede yorgancılık yapan nur içinde yatsın rahmetli Ziya abi dükkanına her gün mutlaka bir Bursa Hakimiyet Gazetesi alır, tüm mahalleli çıkan günlük haberleri oradan okurdu.
Ünlü pehlivanların karşılaşmalarının anlatıldığı tefrikaları da büyük bir heyecanla takip eder, devamını okumak için ertesi günü heyecan içinde, sabırsızlıkla beklerdik.
Geleneksel ata sporu olan yağlı güreşlerin çok sevildiği ve izlendiği bir dönemde geçti benim çocukluğum.
Her sene vakti gelince Keles’in Koca Yaylasında düzenlenen şölenler sırasında bir de geleneksel yağlı güreş müsabakaları tertip edilirdi.
Kadını, erkeği, çoluk çocuk güreş meydanının çevresinde halka olur, kızgın yakıcı bir güneşin altında terle birlikte gözlerini yakan zeytinyağıyla da büyük bir sınava giren pehlivanları izlemeye koyulurduk.
Cazgırlar ara ara birer parça çaput uzatırlardı güreşçilere gözlerini silsinler, acıları dinsin diye.
Arada bir durup bunu yaparlardı ama aynı şey birkaç dakika sonra kaçınılmaz bir şekilde tekrar başlardı.
Aynı zamanda bir şenlik ve cümbüş ortamıydı Kocayayla şölenleri.
Her şey çok yerli yerinde ve usulünce işlerdi o yıllarda.
Şimdikiler gibi gürültü dahil her türlü kirliliğin yaşandığı bir manzara hiç yoktu ortalıkta.
Şu sağdaki kukutelalı minik, yazarınız oluyor bu arada, babasının aguşunda, takkesini de annesi örmüş:
Bu ata sporunu Bursa’da her yıl Mayıs ayı gelip de çim çimenler çıkınca sürdüren bir kurum var:
“Nilüfer Belediyesi”
Tam 55 yıldır yapılıyor Çalı Yağlı Güreşleri de.
İlçe sınırları genişleyince bayrağı Başkan Mustafa Bozbey devraldı.
Her sene gelen 400 civarında pehlivan mükemmel bir şekilde konuk edilip ağırlanıyor Nilüfer Belediyesi tarafından.
Katılım ücretsiz olduğu gibi, her sene Mayıs ayının 3’ncü pazarında düzenlenen müsabakalara Bursaray Küçük Sanayi durağı ve Nilüfer Kent Konseyi önünden de yine ücretsiz servisler kaldırılıyor.
Sadece diğer spor dallarında değil, ata sporu yağlı güreşlerde de şampiyon Nilüfer Belediyesi.
Bu geleneği yaşattığı için gerçek milliyetçi ve tarihle, kültürüne de sevdalı bir adam Mustafa Bozbey.
Ünlü yazar, düşünür ve söylenir Can Ertan bu konuda da hep söylenir!
Çok da haklı.
Kılıçla koca dünyayı fethetmişiz…
Sporcularımızın ne eskrimde ne de okçulukta dünya çapında dereceleri yok; esameleri bile okunmuyor.
“Güreş ata sporumuz” diyoruz…
Elin gavuru bu alanda bile bizden fersah fersah ileride!
Oysa bir zamanlar öyle miydi ya?
Türk pehlivanları tüm dünyayı dize getirir, sırtını kündeye getirmedik güreşçi bırakmazlardı alemde.
Mesela alın size, Adalı Halil Pehlivan.
Edirne’nin, şimdi Yunan tarafında kalan Kilise Köyü’nde doğdu Adalı.
Kara Mehmet Pehlivan’ın oğludur.
Babası onu yetişsin diye küçük yaşta Kel Aliço’nun yanına verdi.
Adalı Halil için, dünyanın en büyük pehlivanı sayılan Koca Yusuf’tan sonra en bilgili pehlivanı da denirdi.
Tam 1.98 boyuyla, 150 kiloya ulaştı Halil.
Osmanlı İmparatorluğu içinde yaptığı bütün güreşleri kazanıp Başpehlivan olduktan sonra Avrupa ve Amerika’da dolaşarak, karşısına çıkarılan tüm rakiplerini yendi.
“Türk aslanı” denirdi ona.
Türkiye’ye döndükten sonra Kırkpınar’da başpehlivanlığı tam 18 yıl ondan hiç kimse alamadı.
Adalı Halil Edirne’de gömülüdür, her yıl Kırkpınar Güreşleri başlamadan önce tüm pehlivanlar törenle mezarını ziyaret ederler onun.
Bundan 123 yıl önce Adalı Halil kafaya takıyor ve Edirne’den kalkıp, İpsala’nın Koyunyeri Köyü’nde yaşayan ustası Kel Aliço’nun yanına varıyor.
Aliço, “çırak beni ziyarete gelmiş” diye sevinirken, Adalı Halil, ustasının hiç beklemediği bir şey yapıyor ve kispetini çıkarıp Aliço’nun önüne koyuyor.
Güreş jargonunda bu durum açıkça meydan okumak anlamına gelir ve kaçmak da mümkün değildir.
“Ustamsın sana hürmetim büyüktür. Ancak şu ölümlü dünyada seninle gerçekten güreşmek şerefine kavuşmak isterim. Eğer kabul edersen bunun için geldim.” der ustasına Halil.
Der ama, Aliço artık yaşlanmış ve güreşi bırakalı da yıllar olmuştur!
Öte yandan hiçbir çırak ustasıyla ciddi bir güreş tutmazdı, eğer bir güreşte tesadüfen karşı karşıya gelirlerse bir süreliğine göstermelik oynaş güreşi yaparlar, ardından çırak da elini öperek güreşi ustasına bırakırdı.
Binlerce yıllık Türk geleneği işte aynen böyleydi.
Aliço, Adalı’nın bu isteğini onun “güreş sevdasına” verdi ve “tamam oğul” dedi, “madem öyle arzu ediyorsun, önümüzdeki Ekim ayında bizim burada Daniş Efendinin düğünü olacak, o gün güreş de tertip edilecek, o vakit gel, inşallah seninle kozumuzu orada paylaşalım.”
Kendisi de dev gibi bir adam olan Aliço, o ziyaretinde mahcup olmamak için tarlasında çift sürdüğü iki hayvandan biri olan sarı öküzü kesti ve etini kavurma yapıp Halil’e ikram etti.
Akşam yemeğinde de öküzün tamamı yenip tükendi!
Sarı öküz gidince boyunduruğun bir tarafına geçti ve eşi sabanın başında olduğu halde diğer öküzle birlikte tam 5 ay boyunca çift sürüp, tarla tabla işlerini yaptı Aliço.
Müsabakalara katılmak için gelen Koca Yusuf bile “Adalı Halil’in, Ustası Kel Aliço’ya meydan okuduğunu” işitince çok şaşırdı ve kızdı.
Çardak’a gelen herkes, Adalı Halil’le, Aliço arasındaki bu olayı ve kavurma olan sarı öküzükonuşuyordu.
Ustasının çökmüş son halini gören Halil yaptığından pişman olmuştu.
Ustasından özür diledi ama iş işten geçmişti, Aliço sonuna kadar güreşmeye kararlıydı.
Güreşlerden bir gün önce Gelibolu ve Çardak bölgesi Osmanlı coğrafyasının dört bir köşesinden gelen güreşçiler ve gelen misafirlerle dolup taşmıştı bile.
Koca Yusuf, Aliço, Adalı Halil’den başka, baş güreşler için gelenlerin arasında Hergeleci İbrahim ve çırağı Kara Ahmed, Şumnulu Kuru Rüstem, Pamukçulu Osman, Kazandereli Memiş, Çandırlı Arap Hüseyin, Katrancı Mehmed, Kurtdereli Mehmed de vardı.
Güreşler Perşembe günü, sabahleyin başladı.
Daniş Efendi ve Gelibolu’nun ileri gelenleri, Aliço’nun gerçekten de kispetini giymiş vaziyette güreş sahasına doğru geldiğini görünce işin ciddiyetinin farkına vardılar.
Türk tarihinde ilk defa bir şey yaşanacak, yıllar önce güreşi bırakmış ustayla çırak birbirleriyle kapışacaktı.
Eşraf da karşı çıktı Aliço’ya, “Koca usta” dediler, “nolur yapma, etme eyleme…”
Ardından Adalı Halil yapıştı ellerine, bin bir özür diledi.
Güldü Aliço, “iyi ama” dedi, “ben buraya güreşi kazanıp, parasını da almak niyetiyle gelmiştim. Benim sarı öküzün bıraktığı boşluğu kim dolduracak bu durumda peki şimdi?..”
Kasabanın ileri gelenleri “Aman” diye yanıtladılar bu koca yürekli büyük pehlivanı, “biz sana bir değil, iki öküz parası veririz, yeter ki sen güreşme!..”
Ve iş bu şekilde tatlıya bağlandı.
Adalı Halil’in ustası Kel Aliço’ysa, bu günkü Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğdu.
Güreşe de Deliorman’da başladı Aliço.
Sonraki yıllarda Kırkpınar’da güreşirken göstermeye başladı kendisini, Sultan Abdülaziz tarafından himaye edildi Kavasoğlu’nun ardından saray baş pehlivanı oldu.
Güreşi bıraktığı 1894 yılına kadar tam 26 yıl boyunca üst üste Kırkpınar Başpehlivanlığını sürekli kazanan tek adamdır.
Özellikle elense ve tırpanları çok meşhurdur Aliço’nun.
Tam 1.90 boyunda 130 kilo ağırlığında azman gibi bir adam düşünün?!.
Aliço, Sultan Abdülaziz padişahlıktan indirilene kadar sarayda kaldı, sonra da köyüne geri dönüp, ölene kadar bekçilik ve çiftçilik yaptı.
Ne yazık ki yaşlılık günleri çok kötü geçti Aliço’nun, gözlerine perde indi ve artık görememeye başladı.
Yeğeni Kel İbrahim baktı ona Allah rahmet eylesin.
Çok fazla bilgi yok hakkında, Sami Karayel’in yazdığı “En Meşhur Türk Pehlivanları” isimli kitap var sadece, Muaallim Ahmet Halit Kitapevi tarafından basılan (1941), gerisi sözlü kültür ve pehlivan tefrikalarından.
Zaten meraklıları buraya kadar okuyup geldilerse eğer, bundan sonrasını da bırakmasınlar.
Pek kimsenin bilmediği farklı şeyler paylaşacağım bu gün sizinle ve bir diğer koca usta Yusuf’la, Kel Aliço’nun Kırkpınar’daki karşılaşmalarıyla devam edeceğim pehlivan tefrikamıza.
(Bu arada aynen soyadı gibi kendisi de gerçek bir pehlivan ve şampiyon olan kardeşim Kemal Pehlivan’a buradan selam olsun. Kemal’im, ara beni, öptüm seni!..)
Kel Aliço mertliği, cesareti ve dürüstlüğüyle efsane olmuş, namı dünyanın dört bir yanına ulaşmıştır.
1885 yılında daha önce 26 kez kazandığı başpehlivanlık ünvanını 27’nci ve son kez almak üzere Kırkpınar’a gelir.
Bazı seneler karşısına rakip çıkmadığı için ödülünü hiç güreşmeden alıp, memleketine dönmüşlüğü çok olmuştur.
O yıl da kimsenin çıkmayacağı düşünülüyordu aslında; bazı güreş severler Aliço’yla, o sıra yıldızı yeni yeni parlayan çırağı Adalı Halil’in oynaş bir gösteri yapmasını teklif etseler de Adalı o seferinde Kırkpınar’a gelmeyecekti.
Kırkpınar'a her boyda güreşmek için ülkenin çeşitli yerlerinden yabancı pehlivanlar gelirdi.
O zamanki güreş terbiyesine göre hiç kimse tanımadığı bir pehlivana “hangi boyda güreşeceğini” sormazdı.
Herkesin dikkatini başındaki Trablus şalıyla çimenlerin üzerine uzanıp, sağ dirseğini de kıspetinin zembiline yaslanmış beyaz tenli, gösterişli o adam çekmişti.
Bu arada “zembil”, sadece kıspet taşımak için kullanılan ve sazdan yapılan bir çantadır.
En büyük özelliği pehlivanın kıspetine bulaşan yağı dışarı vermemesidir.
Usta pehlivanlar gelecekte başarılı olacaklarına inandıkları çıraklarına zembillerini taşıtırlar,bu durum kadim bir gelenektir.
Ayrıca, artık güreşi bırakan pehlivan da zembilini duvara asar.
Hiç kimse o adamın “büyük ortaya” bile çıkacağını tahmin etmiyordu; fakat küçükler bitip sıra büyüklere geldiği halde yerinden bile kalkmadı bu pehlivan!
Kırkpınar meydancısı yanına gidip ona seslendi:
“Ağam kusura kalma, yabancı olduğunu bildiğim için söylerim; soyunanlar büyük orta güreşçileridir. Soyunacaksan eğer şimdi soyun. Yoksa bundan sonra başaltı güreşleri yapılır. Kırkpınar güreşleri köy güreşlerine benzemez. Bilesiniz ki sizin köyün baş pehlivanları bile burada büyük orta ödülünü alamazlar.”
“Büyük ortaya güreşmeyeceğim ağam” diye yanıt verdi Yusuf!
Meydancının aklı ilk defa Kırkpınar'a gelen bir pehlivanın hangi cesaretle büyük ortaya bile soyunmadığını almıyordu bir türlü!
Başaltındaki pehlivanlar zamanın en meşhur ve en yaman güreşçileriydiler.
Pek çoğu başpehlivanlığa sırf Aliço’nun varlığı yüzünden soyunmamıştı bile.
Büyük orta güreşçilerin sonlarına doğru başaltına güreşecek pehlivanlar da soyunmaya başladılar.
Yabancı pehlivansa yine yerinden kıpırdamamıştı!
Artık herkes yabancının başa güreşmek için geldiğini anlamıştı.
Anlaşılan bu adam Aliço'nun varlığından ve onun şöhretinden habersizdi.
Kendisine artık bir rakip çıktığını öğrenen Aliço etrafındakilere “Ağalar” dedi, “tam dört seneden beri şu Kırkpınar'da esaslı bir güreş atamadık.
Hep oynaş güreşi yaptık durduk.
Hiç olmazsa bu sene biraz pençeleşeyim bari.
Güreşi bırakacağım zaten, fırsat bu fırsat, şu son zamanlarda ağzımın tadıyla bir pehlivanlık göstereyim.
Önümüzdeki yıl olmazsa bile iki sene sonra Adalı Halil Başpehlivanlık meydanını doldurur nasılsa zaten.”
Aliço bu sözleriyle Adalı'daki güreş yeteneğini vurgulamak istediği gibi, yabancı pehlivanı da dikkate almadığını anlatmaya çalışıyordu.
Ona göre kendisinden sonra başpehlivan olacak birisi varsa, o da Adalı Halil pehlivandan başkası değildi.
Başaltı güreşleri akşam karanlığına kadar devam ettiğinden baş güreşleri ertesi güne bırakıldı.
Zurnalar insanı coşturan başpehlivanlık havalarını çalmaya başlayınca Aliço kalkmış ve soyunmaya girişmişti.
Yabancı pehlivan da Aliço'nun arkasından zembili elinde hazırlanmaya gidiyordu.
Aliço kıspetini giyip yağlandıktan sonra meydanda peşrev atmaya başlayınca, halk da onu büyük coşkuyla alkışlamaya başladı.
İkisi de biraz daha yağlanıp güreşe hazır duruma geldiklerinde meydanda çıt çıkmaz olmuş, herkes bütün dikkatini cazgıra vermişti.
Çünkü hiç tanımadıkları bu yabancı pehlivanın kim olduğunu, nereli olduğunu cazgırdan öğreneceklerdi az sonra.
Cazgır da halkın bu merakını bildiğinden duadan önce, pehlivanları takdim ettiği konuşmasında kelimelerin üzerine basa basa gür sesiyle şunları söyledi:
“Ağalar, ey ahali…
Başpehlivanlığa meşhur Ali Pehlivan ile Deliormanlı Yusuf Pehlivan kapışacaklardır.”
Yaşlı cazgır ardından Aliço'ya döndü:
“Ey Aliço…
Koca Aliço…
Kırkpınarın 26 senelik başpehlivanı Aliço…
Huzur güreşlerinde ve şu meydanda yendiğin nice pehlivanlarla haklı bir şöhret kazandın.
Ama bu yüzden kendine çok güvenme.
Unutma ki, ummadığın taş, baş yarar derler.
Karşına çıkma cesareti gösteren Deliormanlı Yusuf'un nasıl bir pehlivan olduğunu az sonra anlayacaksın.
Burası er meydanı, yiğitler meydanıdır.
Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.
Her ana ayrı bir yiğit doğurur, Koca Aliço!..”
Sonra da Yusuf'a döndü cazgır:
“Ey Yusuf Ağa…
Aliço'nun saç kalmamış kafasına bakarak ‘geçkin’ diye düşünme.
Ona ‘Gaddar Aliço’ derler.
Aman vermeden güreşir.
Oyundan oyuna geçer her an, kolla kendini ona göre davran, pehlivaann, pehlivan.”
Her ikisi de, halkı selamladıktan sonra asıl peşreve başladılar.
Aliço genç bir delikanlı gibi seri hareketler yapıyor ve fırtına gibi dönüyordu kendi etrafında.
Yusuf'un da koca elleriyle yaptığı peşrevler çok ustaca ve gösterişliydi.
Artık anlaşılıyordu ki, işinin ehli bir güreşçiydi Yusuf.
Peşrev faslı bittikten sonra Aliço ‘gaddar’ lakabına yaraşır bir şekilde karşısındakini yıldıran müthiş elenselerini şimşek gibi çakarak girdi güreşe.
Onun elenselerini yiyip de sarsılmayan pehlivan pek azdı.
Halk Yusuf’un bu hareketlerden öyle hiç de beklenildiği gibi etkilenmediğini görünce heyecanlanmış ve zevkli bir güreş seyredileceği anlaşılmıştı.
Aliço, Yusuf'tan çekinmediğini göstermek istercesine dik güreşiyor ve onun dalmasını bekleyerek, elenseleriyle yıldıramadığı bu güreşçiyi öldürücü boyunduruklarıyla hırpalayıp, yenmeyi tasarlıyordu.
Yusuf bunu sezinlemiş gibi bir defa olsun paça kapmak için dalmamıştı.
Güreş başladıktan bir saat kadar sonra Yusuf, Aliço'nun elenselerine karşılık vermeye başlamıştı artık.
Koca pençeleriyle öyle bir elense çekiyordu ki, Yusuf'un ellerindeki sarsıcı kuvveti işte o an anladı Aliço!
Açık vererek güreştiği halde Yusuf'un dalmamasının nedeniniyse bir türlü kavrayamıyordu?..
Kendisi saatlerce güreşebildiği için karşılaşmanın uzamasının kendi yararına olacağını düşünüyordu bir taraftan da.
Ama iki saate yakın bir zaman geçip de Yusuf'un henüz hiç yorulmadığını sezinleyen Aliço, taktiğini değiştirerek yıldırım hızıyla çift paçaya daldı.
Yusuf da çok seri bir dönüşle paçalarını kaptırmadan öne doğru yüzükoyun kapaklandı.
Aliço da dizleri üzerinde emekleyerek Yusuf’u kasnağından bastırıp, kalkmasına fırsat vermedi.
Yusuf ayağa kalkmak için sağa sola hamle yaptıysa da Aliço'nun pençesinden kurtulamayacağını anlayarak, açık vermemek için mümkün olduğu kadar toplandı.
Aliço, Yusuf'u altında zaptettikten sonra hemen şark kündesini doldurmaya başladı, İşte o anda, Yusuf'un Aliço'nun elinen kurtularak ileri fırladığı ve korkunç bir nara ile Aliço'yu ayakta karşıladığı görüldü izleyiciler tarafından.
Yıkılıyordu ortalık!
Herkes Yusuf'un kuvvetine ve güreşin hareketliğine hayran kalmıştı, ikisini de övücü sözlerle teşvik ederek sürekli haykırıyordu insanlar.
Artık akşam olmuştu, bir daha yere hiç düşmeksizin güreşe başa baş vaziyette devam ediyordu Yusuf.
Saatler geçmesine rağmen karşılaşmanın hızı da hiç yavaşlamıyor, gittikçe artıyordu.
Bu çarpışmada kimin galip geleceğini kestirmek çok güçtü.
Ama Yusuf'un rakibine göre daha nefesli olduğunu da bu işten anlayanlar sezinlemişlerdi.
Aliço'nun yaşlılığı kendisini göstermeye başlamıştı artık.
Akşam karanlığı basarken, hamlelerinin istediği kadar hızlı olmadığını fark etmişti.
Aliço gaddar olduğu kadar da mertti.
Her şeyin hakkını vermesini bilirdi.
Üzgün bir hali de yoktu üstelik.
Yusuf'un başpehlivanlığa layık olduğunu anlamıştı.
Artık güreşi rahatça bırakabilirdi.
Adalı Halil Pehlivan'la, Yusuf'un bu meydanı layıkıyla dolduracaklarından çok emindi.
Bunları düşünerek bu genç pehlivana karşı başta yaptığı gibi pek gaddarca güreşmemeyekarar verdi artık.
İçten boğmalarında pek hoyrat davranmıyor, budama ve tırpanları da daha yumuşak vuruyordu.
Aliço'nun gittikçe daha yavaşladığını gören yaşlı güreş severler, onun çok yaman büyük güreşlerini izlediklerinden olsa gerek, bu son müsabakasında yorulup alta düşmesini hiç arzu etmiyorlardı..
Dile kolay, tam 26 sene Kırkpınar Başpehlivanlığını kazanmış bir kimsenin şerefine ve şanına layık bir şekilde sonlanmalıydı bu iş.
Artık karanlık iyice bastırmıştı.
Aliço yaşlı haliyle genç bir delikanlı gibi bütün gün boyunca güreşmiş ve oyundan oyuna geçerek sanatının bütün inceliklerim göstermişti herkese.
Yusuf da tüm bunlara karşılık ne kadar usta bir pehlivan olduğunu ispat etmişti millete.
Güreşin berabere bitmesi için bağıranlara Aliço'nun meydan ortasından şöyle seslendiği duyuldu:
“A be burası Kırkpınar’dır.
Er meydanıdır buncağız.
Burada yenişene kadar güreş tutulur.
Zift fıçıları, çıralar ne güne durur?
Tutuşturun oncağızları.
Pişmiş güreş yarıda konur mu hiç?
Bu kızancağıza yenilmek kaderimde varsa ko verin yensin beni.
Hem ben artık bu er meydanından çekileceğim.
Aliço’yu yenmek talihini bir daha bu Yusufçağız nerden bulacak?!.”
Artık gücünü iyice yitirip çaresiz kalan yaşlı rakibinin bu sözlerini duyan Koca Yusuf, bir duygu sağanağına tutulur ve gözleri nemlenir. Hemen büyük usta Kel Aliço’nun ellerine kapanır ve öperek şöyle der, güreş tarihi de not düşer bu sözleri:
“Ustaların ustası, pehlivanların pehlivanı koç yiğit ağam benim.
Gel bırakalım bu güreşi, sözlerinle yendin sen beni.
Elimde, ayağımda dermanım kalmadı.
Bu söylediklerinden sonra tutamam gayrı ben seni.
İstersen sen tut beni ve vur sırtımı yere.”
Aliço da duygulanmış, gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başlamıştır:
“Bu meydan bundan sonra senindir.
Senin gibi bir pehlivan ortaya çıktıktan sonra gözüm arkada kalmadan ayrılacağım buralardan.
Ödül de pehlivanlık da senindir.
İkisine de güle güle sahip ol.
İkisi de sana helal olsun oğul.”
Artık meydanların tek hakimi vardır, o da bundan böyle “Koca” lakabını alacak olan Yusuf’tan başkası değildir!
Bitti mi sanıyorsunuz?
Bitmedi!
Bir hüzünlü hikaye daha var ki paylaşacağım, onu da anlatmazsam eğer eksik kalacak pek çok şey.
Koca Yusuf 1890'lı yıllarda Avrupa seyahatine çıkar.
Paris sosyetesi güreşe büyük önem vermektedir o dönemde.
Avrupa’da tam 3 yıl boyunca güreşir ve bu karşılaşmalarda dönemin en güçlü pehlivanları olan Olsen, Panns, Fournier, Raul, Gambier, Antonio Pierri ve Tom Cannon'u da yenerek ününe ün katar.
Gerek Osmanlı sınırlarında gerekse Avrupa'da katıldığı tüm güreşlerde yenmedik rakip bırakmayan Müthiş Türk Koca Yusuf'un Amerika yolculuğu da işte bundan sonra başlar.
Güneşli bir Mayıs ayında çıkar yola.
Güreşlerin yapılacağı yer, bütün zamanların en büyük boksörü olarak kabul edilen Muhammed Ali'nin rakiplerini yendiği ünlü “Madison Square Garden” Salonu'dur.
Koca Yusuf bu güreşlerde karşısına çıkan rakiplerini de bir bir yener ve Amerika’da büyük paralar kazanır.
Artık aylarca ayrı kaldığı memleketine, çoluk çocuğuna dönme zamanı gelip çatmıştır.
La Bourgogne isimli transatlantik için bilet alır Koca Yusuf.
Ailesine kavuşacağı için içi içine sığmaz o gün.
Tarih, 21 Haziran 1898’dir.
İstikametse, Hollanda’nın Le Havre limanı.
Başta her şey sakin ve güzeldir ancak, hareketten 12 gün sonra yoğun bir sis tabakası kaplar denizin üzerini ve gemi kaptanı hızı düşürerek yola devam eder.
Azor Adaları yakınlarında Fransız bandıralı Cromartyshire adlı dev bir şilep büyük bir gürültüyle çarpar onlara.
Atlas Okyanusu'nun üzerinde korkunç bir can pazarı yaşanmaktadır artık.
Sabahın erken saatlerinde, pek çoğu, kamaralarında derin bir uykuda olan yolcular, sarsıntı ve gürültü sonucu yerlerinden fırlarlar ve büyük bir panik çıkar.
Herkes filikalara koşar.
Dev kayıklara doluşanlar; ellerindeki baltalarla, ipleri keserek, denize inerler.
Aynı anda denizde de büyük ve amansız bir boğuşma, devam etmektedir.
Dev yapılı bir adam da, bu boğuşmalara katılmıştır.
Evet, bizim Koca Yusuf’tur bu.
Denize batmamaya çalışan Yusuf, yanından geçen içi ağzına kadar dolu bir sandala yapışır.
“Bu iri adam binerse hepimiz düşeriz” diye düşünen flikadakiler de ellerinde ne varsa Yusuf’un parmaklarına doğru vurmaya başlarlar.
Oysa Yusuf’un amacı oraya binmek değil, sadece tutunmaktır!
İstese acı gücüyle sandalı da devirebilir ya da birkaç kişiyi çekebilir aşağıya.
Ne kadar vursalar da o güçlü bilekleri sandaldan sökemez hiç kimse.
Sonra bir el, hain bir el, halatları kesmekte kullanılan bir baltayı tutar ve darbe üstüne darbe vurarak parmaklarını parçalamaya başlar civan Yusuf’un!
Parça parça olan elleri gevşer önce, sonra da okyanusun derin sularına doğru gömülür.
Onunla birlikte yalnızca Türk sporu değil, dünya sporunun da gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri gömüldü tarihe.
Bu kazada tam 670 yolcu boğuldu, sadece 41’i kurtuldu.
Boğulanlardan biri de Koca Yusuf'tu…
Bir Amerikalı güreş yorumcusu şöyle tamamlıyordu kazadan sonra yazdığı makalesini:
"Eğer Koca Yusuf, Okyanus'un derinliklerinde yatıyorsa, kesinlikle yüzükoyun yatıyordur.
Çünkü sağlığında onun sırtını kimse yere getirememişti. Okyanus hiç getirememiştir..."
Evet…
Gemiden kurtulan 41 kişinin içinde bulunan bir Fransız yaşlı kadınsa, "Beni ve birçok kişiyi gemide güçlü, kuvvetli ve bıyıklı bir adam filikaya taşıdı. Ancak daha sonra kendisini filika batacak diye almadılar ve orada bıraktılar" diye demeç verecektir.
Olaydan birkaç gün sonra Azor Adaları kıyısına birçok insan cesedi vurur.
Ada Papazının anlatımına göre, içlerinde oldukça yapılı ve bıyıklı bir cesedin bulunduğu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü yazılır gazetelerde o dönemde.
Kırkpınar'da güreşen bütün efsane pehlivanların bir mezarı, bir mezar taşı vardır ancak olmayan sadece Koca Yusuf’tur.
"Türk gibi kuvvetli" sözünün Avrupalıların beynine kazınmasında başrol oynayan Koca Yusuf'un hüzünlü hikâyesi de işte böyle sevgili okurlar.
Allah rahmet eylesin…
Hadi kalın sağlıcakla.