Kendisini “Hakan” olarak tanıtan bir adam telefonun öte yakasında, “Nilüfer Belediyesi’nde yaşanan büyük bir vurgun olayını” anlatıyor bana.
Söylediğine göre “Belediye Başkan Yardımcısı Turgay Erdem onu ve ortağını feci şekilde dolandırmış”.
Belediyede bazı işler verme karşılığında tam 1 buçuk milyon avanta almış Turgay bunlardan, 1 buçuk milyon lira kadar da zarara uğratmış!
Adam anlatıyor, ben bir yandan not alıyorum.
Her halde “Turgay seviciliğimi” öğrenmiş olmalı ki bir yerlerden, onun için de haberi direkt bana servis ediyor.
Meğerse Nilüfer Belediyesi Avrupa Birliği’nden tam 2 milyar lira hibe yardım almış.
Bu paranın bir kısmıyla da 4 yıldızlı bir otel, 20 bin metrekarelik bir alışveriş merkezi, Gölyazı’ya bir yat limanı ve bir de kültür evi yapılacakmış.
Turgay Erdem bunlara ayrıca “inşaatların onlara verilmesi karşılığında” şart koşmuş, “yapı denetim işini Hayrettin Zeytinoğlu’na vereceksiniz, projelerin tüm mimari işlerini de benim şirketim yapacak” diye!..
Bir İstanbul firması bu.
Oturmuşlar, belediyede Turgay Erdem’in odasında üzerinde soğuk mühür ve imzalar bulunan bir de ön sözleşme imzalamışlar Hakan beyin anlattığına göre.
Derken, paraları almasına rağmen bir süre sonra bunların telefonlarına bile çıkmamaya başlamış Turgay Erdem!
Ellerindeki belgelerle mahkemelere vermişler ardından, davalar da sürüyormuş hala.
“Tüm belgeleri sunacağını” söylüyor adam.
Vay anasını, tam benlik iş bu be!
“Pazartesi ben Bursa’ya geliyorum Mehmet Ali bey” dedi Hakan bey, “ıslak imzalı tüm belgeleri yanımda getirip size de birer fotokopilerini vereceğim.”
Allaahh!
Yeni bir “teke zortlatması” yapacaktık yine anlaşılan!
Pazartesi adam aramayınca Salı günü ben aradım.
Açmadı.
Çarşamba gene aradım.
Açmadı.
Bizi böyle kullanmaya çalışırlar bazı müteahhitler.
Gazetecinin kulağına fısıldıyormuş gibi yapıp, karşı tarafı korkutarak işlerini gördürürler!..
Ee kim yazar Bursa’da bu tür meseleleri, Mehmet Ali yazar; üstelik de herkes yılar, Mehmet Ali Yılmaz!
Yok adam ortalıkta, sırra kadem bastı!
Bu kez Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i arayıp randevu istedim; madem öyle, işin aslını astarını bizzat ona soracağım.
Çaylar geldikten sonra meseleyi açınca güldü Bozbey, “tamamen dolandırıcı bunlar” dedi, “üstelik de sadece Bursa’da da değil, memleketin her yerinde bu yöntemle en az 7-8 trilyon lira para dolandırmışlar!..”
-Ee peki nasıl çalışıyorlar, sistemleri ne?
Anlatmayı sürdürdü Bozbey:
“Bunlar geliyorlar Turgay’a, ‘Biz Avrupa Birliği’nden yüzde 70’i hibe, belediyelere 2 milyar liraya kadar kredi buluyoruz. Bu sayede Nilüfer’e daha başka dev yatırımlar yapabilirsiniz. Ancak bize biraz destek olun, masraflarımızı karşılayın’ diyorlar…”
-Eee?
“Turgay konuyu bana getirdi, daha ilk dakikada ‘inanma bunlara sakın, bunlar dolandırıcı’ dedim!..”
-Sonra?
“Birkaç kere Ankara’ya gidip gelmiş bunlarla, hatta kendi cebinden 3-5 masraf edip, para da vermiş bunlara!.. Ben sonradan öğreniyorum!”
-Hey Allam ya!
“Arkadan inşaat işiyle ilgili firmalara gitmişler. Mesela bir hafriyat şirketine gidip, ‘Biz Nilüfer Belediyesi’nden şu kadar bin metreküplük iş aldık, size yaptıracağız’ diyerek, onları da tokatlamışlar. Şirket sahipleri beni aramaya başlayınca çıktı durum ortaya! ‘Aman’ dedim, ‘sakın sakın’ dedim hepsine ama ne çare ki aralarından paralarını kaptıranlar çok olmuş!..”
Biz Mustafa Bozbey’le bu görüşmeyi yapalı birkaç aydan fazla oldu.
Dün de aynen pek çok vatandaş gibi Mustafa Bozbey’den “dolandırıcılık uyarısına” ilişkin bir mesaj gelince telefonuma, güldüm kendi kendime.
Sana zaten bizzat Başkan tarafından en baştan “ilişme bu heriflere, dolandırıcı bunlar” denilerek gerekli uyarı yapılmış ey Turgay Erdem!
Ona rağmen sen bunları yanına alıp da niye Ankaralara gidersin, belediyeye bu mikropları niye bulaştırırsın, Başkan “üç-beş” diyor ama rakamın daha fazla olduğu gün gibi aşikar, niye kendi cebinden çıkarıp da paralar verirsin, amacın ne, beklentin ne senin bu adamlardan?
Eskiler meşhur tokatçı “Sülün Osman’ı” çok iyi hatırlarlar.
Beyoğlu’ndaki tramvayı, Galata Kulesi’ni, Dolmabahçe Sarayı’nın önündeki saati ve hatta Boğaz Köprüsü'nü, Anadolu’dan gelen saf vatandaşa satması, satabilmesiyle ünlüydü zamanında Sülün Osman.
Peki, gerçekten saf mıydı onlar?
Ne gezer!
Durumu şöyle açıklıyor Sülün Osman bir gazeteye verdiği röportajda:
"Benim dolandırdığım insanlar asıl birer dolandırıcıydı aslında!
Yani bana yaklaşma sebepleri resmen beni dolandırmaktı.
On tane bilezikle geliyorum adamın önüne akşam vakti.
Kuyumcunun kapısındayız.
Ve dükkân kapalı.
Karımın hastalığını anlatıyorum, “acilen bilezikleri bozdurmam gerektiğini, o an nöbetçi eczaneye gidip hastaneden istedikleri ilaçları almamın şart olduğunu” söylüyorum falan.
Hakiki olsalar bileziklerin fiyatı 1.000 lira.
Diyorum ki ona “300 liraya ihtiyacım var”.
“Paranın gerisi umurumda değil, yeter ki karım ameliyat masasında kalmasın... “
Adam “sabah kuyumcuya gidip bilezikleri bin liraya bozdurabileceğini ve birkaç saat içinde havadan 700 lira kazanacağını” düşünüyor.
O arada benim ayakçım da ortaya çıkıyor ve o da almak istiyor bilezikleri.
Telaşlanıyor adam kazanç imkânı kaybolacak diye.
300 lirayı verip alıyor bilezikleri, ben de kayboluyorum ortalıktan.
Adam ertesi sabah kuyumcuya gidip de bileziklerin sahte olduğunu öğrenince, dolandırıldım, diye karakola gidiyor.
Ben polis tarafından aranmaya başlanıyorum.
Demiyorlar ki ona, “be adam 1000 liralık bileziği 300 liraya almayı düşünürken aklında ne vardı” diye?..
Gayet açık ki, beni dolandırmayı planlamıştı.
Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi bile dolandırmadım."
Anladınız mı şimdi meselenin özünü?!.
Yine anlatıldığına göre, Sülün Osman arada bir adamlarıyla birlikte Dolmabahçe Sarayı'ndaki saatin önüne gider; gözüne saf ama cebinde para olduğunu düşündüğü bir vatandaşı kestirir, onun görebileceği bir yerde dururmuş.
Kendi adamları da ardından planlanmış bir şekilde gelirler ve ilgilisinin görebileceği gibi Dolmabahçe’deki saate bakarak kendi kol saatlerini ona göre ayarlarlar, sonra da Osman’a “saat ayarlama ücretini” ödeyip, giderlermiş.
Bu kârlı iş, kendini uyanık zanneden ve kısa yoldan zengin olmanın sihrini bulduğunu düşünen vatandaşın dikkatini çeker, kısa bir hoş-beşten sonra Sülün Osman Dolmabahçe Meydanı’ndaki o saati bu vatandaşa bir güzel satıp kakalarmış!
Mekânı cennet olsun, bu yoldaki esnafın piri sayılan Sülün Osman, dolandırıcılık şekillerini dört başlık altında ele alıyor:
1- Zarfçılık : Salağın birine, havadan bir çıkar önerip, kısa yoldan zengin olma vaadi ile elindeki avucundakini götürüyorsun.
2- Definecilik : Salağa, “definenin yerini bildiğini ama paran olmadığını” söylüyorsun. Keriz, defineyi yerinden çıkarmayı finanse etmeye kalkıyor, hesabını görüyorsun.
3- Papelcilik: Üçkağıtçılık.
4- Çeşitli satışlar: Bakınız Sülün Osman’ın satışları…
Hazret, Taksim Meydanı’nın girişine paspas koyup, gelenden geçenden para toplamayı akıl etmiş, tarihin gelmiş geçmiş en şirin ve en komik dolandırıcısıdır.
Sülün Osman'ın en büyük özelliği, ava gidenleri avlamaktır!
Asıl kötü niyetli olanlar Sülün Osman’ın mağdurlarıdır aslında.
Dolmabahçe’deki saat kulesini kapatıp, oraya her bakandan para almayı, üç-beş milyona Boğaz Köprüsü'nün tüm gelirine el koymayı düşünen bir insanın iyi niyetinden bahsedilebilir mi sizce hiç?!.
İlhan Parseker’in bir lafı vardır…
“Peynir büyük, yol kısaysa eğer” der, Bursa’nın ünlü işadamı ve eski kurt politikacısı İlhan Parseker, “oradan derhal hemen uzaklaşacaksın!..”
Aksi takdirde ne olur?
Sen daha peynire varamadan kapanın teli kafana iniverir!
Ha bu laf da hepinize nasihat olsun, pazar sabahı yatak odanıza nar gibi kızarmış ekmeklerin üzerine sürülü halis tereyağıyla, özenle demlenmiş mis gibi tomurcuk Rize çayının kokusu dolsun.