Pülümür’ün bir dağ köyünde gördüm onu
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
Yüzüne baktım bir giz gibi güldü
Bir asa vardı elinde
Bir solmuş krallığın
Kadifeden harmanisi üzerinde
Bir Hititliydi o bir Selçukluydu
Bir Ermeni’ydi, bir Kürt’tü
Bir Türk
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Koluma girdi bir soylu kadınca
Tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
Beni tek gözlü sarayına götürdü
Köy yapısı kulübesinin
Zamanı onda yitirdim ben
Yitik zamanlara onda eriştim
En soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.
…………………….
Erzurum’un, Olur İlçesi’nde doğup, büyüyüp, yaşlandıktan sonra, Bursa’nın Çalı beldesine göçerek torununun vefat haberini burada alan, şehit Yarbay İlker Çelikcan’ın ninesi Dilber Çelikcan’ın yaslı fotoğrafını görünce aklıma hemen Bülent Ecevit’in yazdığı “Pülümür’ün yaşsız kadını” isimli şiiri geldi.
Ne kadar büyük ve derin acılar var Dilber ninenin yüzüne de yansıyan ruhunda kim bilir?
Yaşamındaki en kahredici haberi burada alacağını nereden bilebilirdi ki?
Yitik zamanların en soylu kadınlarından biri Dilber Çelikcan da.
Bursa Cumhuriyet Savcısı Ali Usta Facebook’ta Dilber ninenin nasıl biri olduğunu anlatmış; birlikte okuyalım:
“1995-1997 yıllarında Erzurum’un Olur İlçesi’nde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, ninemiz Dilber ÇELİKCAN dokuz kilometre uzaklıktaki Köprübaşı Köyü’nden kendisinin ve dul gelininin bahçelerinde yetiştirdiği domates, salatalık, elma gibi sebze ve meyveleri merkeze getirip, o yaşlı hali ile esnaftan da bir el arabası alarak okul, hükümet konağı, lojman gibi memurların çok bulunduğu yerlerde satardı.
Ninemiz, eğer yanında bozuk para yoksa, üstünü iade etmesi gereken rakamı küçük bir bedel de olsa asla kabul etmez, daha sonra ne yapıp, ne edip mutlaka geri getirirdi.
Kul hakkı yememeye büyük bir özen gösterirdi Dilber nine.
Gelinini hiç görmedim ama sattığı malzemeden gelinine ait olan miktarı ayağındaki çorabın içine koyar, kendi payıyla karışmaması için de büyük özen gösterirdi.
Tabi bunu öğrenmemizin nedeni, “paranın bir kısmını niye çorabına sokuyorsun” sorusuna verdiği cevap nedeniyledir?
O tarihte ortaokulda müdür olan Asım Koçak’la sohbet ederken bu ninemizi andığımızda Asım hocam “ninenin yakında okula da geldiğini ve orada ürün sattıktan sonra bozuk para çıkışmaması üzerine bir bayan öğretmenin üstü sizde kalsın demesine rağmen yarım saat sonra tekrar uğrayıp aradaki farkı iade ettiğini” anlatmıştı.
Ninemizin harama helale dikkati bu derecedir.
Dönemin Kaymakamı Abdulkadir Güven ninemize bir türlü para yardımı yapamadığı için kendisini zar zor ikna ederek fakir fukara fonundan bir buzdolabı almıştı.
Şehit yarbayımız böyle asil bir ninenin torunu.
Şehitlik herkese nasip olmaz.
Bu arada meraklısına, Köprübaşı Köyü’nde yaşayanlar Kürt’tür.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü o tarihlerde Olur'lu dostlarıma “biz Türk' üz diye övünüyoruz ama Köprübaşılı ninemiz Kürt olduğu halde bizden daha fazla Türk’tür” sözünü defalarca söylemişimdir
Allah DİLBER ninelerden ve evlatlarından razı olsun. Bu nineler ve evlatları sayesinde yaşıyoruz ve ayakta duruyoruz.”
.......................
Merhum Ecevit’in şiirini ve Bursa Cumhuriyet Savcısı Ali Usta’nın bir paylaşımını aktararak girdik bu gün söze.
Yine Bursa’da görev yapan bir başka savcımız, Muhammet Zeki Bayraktar’ın şiirlerini topladığı “Ben de vurdum ölümü” isimli kitabındaki “Üçleme” isimli şiiriyle tamamlayalım:
“Vatanım,
Sana kurbanım,
Sende açtım gözümü;
Asla kaybetmem ben özümü,
Bağrında açar çiçekler rengarenk;
Mavi ve yeşilin tonlarında bir ahenk…
Vatanım, vatanım, vatanım; cennet vatanım,
Uğrunda ölmeye hazırım, emret vatanım…
Yaşamalı baharını, yazını, kışını,
Vermem toprağının bir karışını;
Ta Edirne’den Erzurum’a,
Sevdalıyım yurduma…
Fedadır canım;
Vatanım.
………………………..
Bayrağım,
Tek sığınağım…
Dalgalan buram buram,
İlelebet gölgende duram…
Kanımdan aldığın o güzel rengini,
Dünyada görmedim ay yıldızın dengini…
Bayrağım, bayrağım, bayrağım; saffet bayrağım;
Varlığın bizlere en büyük devlet bayrağım…
Senin gölgende doğdum, orada öleceğim,
Hürriyetim, istiklalim, gerçeğim…
Ta beşikten mezara kadar,
Hayatımda üç şey var;
Rabbim, vatanım,
Bayrağım.
NOT: Neden bu hale geldik diye soruyor bazı okurlarım? Amerika’nın, Irak’a müdahalesini kabul etmeyen Bülent Ecevit’in partisi DSP’yi, Kemal Derviş ve İsmail Cem’e böldürüp parçalatarak başlatmışlardı önce bu süreci, hatırlayın?
Sonra devamında Ergenekon, Balyoz gibi davalar sonucu perişan edilenler hariç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 1.500’ün üzerinde terör ve istihbarat uzmanı çeşitli gerekçelerle tasfiye edildi.
Aynı şey Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki 4 bin 300 uzman personele de uygulandı; emekli edildiler.
Jandarma istihbarat yok edildi. Emniyet istihbarat pasifize edildi. Keza MİT de öyle. Tüm bunların yerine bünyesinde yabancı ajanların istihdam edildiği Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adı altında en tepede yeni bir istihbarat örgütü kuruldu.
Herkes suçu MİT’te buluyor, KGM’den bahseden niye yok?
Barış sürecinde dağdan inip köylere, kasabalara yerleşen hainlerin tonlarca patlayıcı, binlerce mermi getirmesine kim göz yumdu dersiniz?
Kim, kimler görmezden geldi bu durumu?
Şu anda yine binlerce teröristin giyimi, gıdası ve diğer ihtiyaçlarını kim, hangi yolla iletiyor?
AKP’nin “Osmanlıcılık” hayali sonucu;
“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” durumunu yaşıyoruz açıkçası.