Rahmetli Reşat amca dede dostuydu.
Artık nesilleri tükenen, bir dönemin sözü sohbeti dinlenip, önünde ceket iliklenecek kadar ağırlığı ve etkisi olan siyaset adamlarındandı.
Bizler mi yaşlandık bilmem ki, şimdilerde kalmadı öyle politikacılar.
Tebeşir tozu kadar bile ağırlıkları yok mevcutların pek çoğunun.
Reşat Ulu, Cumhuriyet dönemi insanı.
Muhalefete düştükten sonra da uzun yıllar boyunca Cumhuriyet Halk Partisi Keles İlçe Başkanlığı ve İl Genel Meclis üyelikleri yaptı.
Sağolsun, doğduğum toprakları son ziyaretimde Avukat Ahmet Akbey vermişti okumam için Reşat amcanın anılarını kaleme aldığı notları.
İçinde eskinin siyasetine, Atatürk’e, Yunan işgaline ve hatta Bursa’nın kurtuluşuna ilişkin belge niteliğinde çok önemli notlar barındırıyor.
Geçenlerde, Araştırmacı Tarihçi Raif Kaplanoğlu’nun “önsöz” yazdığı, Püskülsüz İsmail Efe’yi anlatan bir kitaptan alıntılar yayınlamıştım.
Sevgili Raif’in de mutlaka ilgisini ve dikkatini çekecektir, Reşat amcanın bizzat yaşayıp da anlattıkları orada yazılanları tümden yalanlar türden.
Hadi gelin bu gün geçmişin biraz da acılı ve sancılı yıllarında birlikte tur atalım ve merhum Reşat Ulu’yu da rahmetle analım:
“Özgeçmişim kısa da olsa geride kalanlara bir fikir verecektir. Bu yazıya 1981 yılının Ocak ayının 10’ncu günü, Cumartesi’de başladım. “Geride kalanlara selam olsun ve bizleri hayır dualarıyla ansınlar” derim.
Daha küçük yaşlarımı pek hatırlamıyorum ama ilkokula gittiğim 1924 yılı Keles’e tayin edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muallimi (öğretmeni) Abdurrahman Şeref’ti. O yıllarda henüz soyadı yoktu. Bizlere çok emeği geçmiş olan bu öğretmeni daima şükran ve minnetle anmak benim ve bizim kuşağın Keles’te başta gelen borcudur. Bizlere çok emek harcadı. Bize kişiliğimizi, geleceğimizi, medeni bir insan olmayı, topluma faydalı bir insan olmayı ta o yaşlarda iken telkin etti ve öğretti. Tanrı bol bol rahmetini esirgemesin duasını yapmaktayım.
Babam “Şükrü Molla” adı ile çevrede bilinen bir kişi, bir din adamı idi. Babamın hocası ise Keles Müderrisi “Mehmet Tahir Hoca” idi. Ben, dedem Tahir Hoca’dan din dersleri okudum. Hatta iki defa hatim yaptım. Bu başarımdan dolayı dedem bana bir takım subay elbisesi aldı. Okulda geyerdim. Babamın babası ise dedem “Molla İsmail” imiş. O da okumuş bir insanmış fakat ben küçükken vefat etmiş…
…Yıl 1927-1928.
Babamın yanında çalışıyorum. Babam hem ziraat işlerini yapıyor, hem de yaptırıyor. Ve hem de dükkanımız var. Bakkaliye, tuhafiye, kavafiye satmaktayız. Sattığımız mallar bazen Bursa’dan, bazen de İnegöl’den getirtilmekte. Ve bu nakliye işleri hayvan sırtında yapılmakta idi. Ta o zamanlardan Keles’lilerin yolsuzluk (yolu olmama durumu) nedeniyle çektiği çilenin tahammül edilecek bir durum olmadığını kafamda işlerdim. Ve ileride memlekette sözümüz geçtiğinde ilk olarak bu yol işinin halli yönünde çalışacağımı düşünürdüm. Halkta kötü bir görüş hakim idi. Eğer yol olursa harp sırasında düşman çabuk gelir denirdi. Halk devamlı bunun üzerinde konuşurdu.
1918-1919 yıllarında pis Yunan Keles’i işgal etti. Bursa’dan gelemedi. Yolların fena oluşu ve Uludağ’dan geçilmesi sebebinden Kütahya, Tavşanlı istikametinden gelerek bir bindirilmiş Yunan birliği Keles’e vardı. Tüm bunlara tanık oldum ve bir milletin hürriyetinin alınmasının ne kadar feci olduğunu çocukluğumda yaşadım.
O zaman Keles’in idaresi belediyelikti. Babam belediye meclis azası idi. Belediye Başkanı Hacı İsmail idi. Dedem Tahir Hoca daima bu gibi toplulukların bilim adamlığını yapar idi. Ben de dedemin müsamahasına sığınır, bazen belediye toplantıları olduğu zaman giderdim. Belediye görevlileri bana “hocanın torunu” deyeeyi muamele yaparlardı.
Yunan, Keles’i işgal ettiği zaman görünen manzara şöyle idi:
Hiçbir ferdin malı mülkü yok. Hepsi Yunan askerleri tarafından yakılıp yıkılmakta. Canlı hayvanlar nerede bulunursa bulunsun kesiliyor. Kendilerine ve beraberinde taşıdıkları av köpeklerine yedirilmekte. Halkın tamamı Keles içinde mazbut birkaç eve toplanmış. Kadın ve çocuklar Keles’li o zamanın delikanlıları tarafından korunmakta. Bir kısım erkekler de silahlarını alıp bizim yayla civarındaki ormanlarda beklemekte. Keles halkına veya kadın ve çocuklara bir tecavüz olursa, ne pahasına olursa olsun 60-70 kişilik bu grup saldırıya geçecek ve ölünceye kadar savaşılacak. Verilen karar böyle idi. Fakat düşmanın merkez birlikleriyle irtibatının uzak oluşu taşkın hareketlerine mani oldu, sadece bir şehit verildi.
Belirttiğim ormanlardaki Keles’in fedailerinin başı olan ve -eğer yaşasaydı- şimdi benim kayınpederim olacakmış, Hocazade İsmail Ağanın oğlu “Mehmet Ağayı” vurdular Dereköy’ün koca yar yanında. Ölüsünü Cuma Mahalle’ye getirdiler, cami avlusuna yatırdılar.Babası İsmail ağa “bu benim oğlumdur” deyemedi! Mehmet Ağa’nın üzerinde mavzeri, belinde ve boynunda fişeklikleri vardı. Pis Yunanlı bizim bu milisleri “çet” deyetabir ederdi.
“Sen “çet”in babası mısın” demesinler deye “oğlum” deyememişti.
Keles’i temsil eden belediye başkanı ve üyelerinden miktarını hatırlayamıyorum, silah, mermi ve külliyetli miktarda para isteniyor. Bu istenen silah ve para 3 gün içinde temin edilmediği takdirde bu kişileri yani, Keles’i temsil eden babalarımızı camiye doldurup, benzin, gaz dökerek yakacaklar ve ardından Keles halkına yönelik de aynı girişimde bulunacaklarını beyan ederler.
Ertesi gün belediye meclisi toplanır. Aldıkları karar şöyledir:
“Para için mümkün olduğu kadar belki temin edilir fakat silah teklifinin reddedilmesine” karar verilir. Çünkü silahın mutlaka bir gün kullanılacağından kimsenin tereddüdü yoktur.
O zamanın belediye meclisini teşkil edenler hatırladığıma göre şöyleydi:
Babam Şükrü Molla, Molla Abdullah, Ali Osman Hoca, Hocazade İsmail Ağa, Tahir Çavuş, Belediye Başkanı Hacı İsmail, “Hacı Efendi” adıyla anılan belediye katibiHarmanalan Köyü’nden Kara Talip.
Verilen sürenin dolduğu gün iki Yunan süvarisi gelerek Yunan komutanını sorarlar.
Belediyede olduğunu öğrenince gelip kapalı bir zarf verirler.
Bu zarfın içindeki yazılar “Yunan ordusunun bozulduğunu ve Keles’teki Yunan kuvvetlerinin derhal orayı terk ederek Tavşanlı istikametine doğru gitmesini” emrediyordu.
Yüzü kızaran Yunan komutanı durumu açıklayamıyor fakat derin kültürü ve tecrübesiyle Tahir Hoca seziyor, “hayırdır kumandan, bir haber mi var” deye sorduğunda Yunan tercümanına “bir şey yok. Sadece siz Keles’in ileri gelenlerinden bizim kaldığımız mühletçe halka kötü muamele yapılmadığına dair mazbata ister” deye tercüman seslenir.
Usulen bir mazbata hazırlanır ve orada bulunanlar imza ederler.
Halkı camilere doldurup gaz dökerek yakacaklardı. Fakat Müderris Tahir Hoca ve onun en yakınları babam Şükrü Molla, talebesi Molla Abdullah, kayınbiraderi İsmail Ağa devamlı garp cephesiyle irtibat halindeydi. Bursa ile garp cephesi arasındaki haberleşmeyi onlar temin ediyordu. Düşmanın mutlaka mağlup olacağını ve Türk milletinin bir ana baba savaşına hazırlandığını biliyorlar fakat bunun akşam mı sabah mı olacağını bilmiyorlardı.
Bir saat sonra borular çalındı. Düşman askerleri “Çekirgeli Tepe” denilen Yenice Mahalle altındaki yerinden, pazaryerindeki yerinden topluca topları ile tüfekleri ile Keles’i terk ettiler.
Büyük taarruz haberi Keles’e ancak 48 saat sonra gelmiş oldu.
Kısa zamanda Keles halkı toplandı. Bir kısım gençler İnegöl’de teşkil eden Çolak İbrahim Bey fırkasına gönüllü gitti.
Bir kısım gençlerse Bursa’nın Yunan askerleri tarafından yakılmaması için Bursa’ya gittiler.
Bunları tertip eden Müderris Tahir Hoca idi.
Bursa’nın kurtarılmasında Yunanlıların şehri yakamamasının nedeni Keles’ten gönderilen 350-400 kadar insan sayesindedir!..
Ne yazık ki bu gün halen bu olay Bursalılara yanlış aktarılmaktadır.
Güya Püskülsüz Efe deye birisi varmış, bu 400 kişilik kuvveti o hazırlamış.
Halbuki bu işte bu kişinin kendi ferdi hareketinden başka hiç bir katkısı yoktur.
Hatta Bu zat Bursa’da Maksem Caddesi’ndeki bir evin bodrumunda saklanmış durumda, Keles’ten giden fedailer ısrarla kendisini evden çıkartıyorlar, böylece katılıyor!
11 Eylül Bursa’nın kurtuluşunda halen bu gerçeklerin bilinmemesinden yanlış beyanlarda bulunulmaktadır.”
(Reşat amcanın anılarından aktarmaya yarın da devam edelim.)
Reşat Ulu, şu ilk fotoğraftaki fötr şapkalı adam.
Diğer fotoğraflarsa maziden kalan birer yadigar