Yazarlar

Şerefine Türkiyem!

post-img
Şu sıra herkes tatil yazıyor.   Bizim başımız da tam anlamıyla kel olmadığına göre neyimiz eksik deyip, başlayalım geçtiğimiz son on günümüzü kapsayan tatil notlarımızdan bazılarını anlatmaya?   Bu kez Marmaris taraflarına gideceğiz.   Oldum olası uzun yolda TRT FM dinlemeyi severim.   O TRT ki, son 10 yılda içine doldurulan badem bıyıklı, kalın basenli bir takım adamların marifetiyle resmen mahfedilmesine rağmen yine de genetik kodlarındaki bazı sağlam yazılımlar nedeniyle piyasadakilerden çok daha güzel işler çıkarıyor.   Hem araba kullanmanın keyfini yaşıyorsunuz hem de yol boyunca süren tatlı bir sohbete kaliteli müzik katarak, zamanı geçirip gidiyorsunuz keyifle.   Fakat, sanki Türkiye’nin hiçbir sorunu yokmuş, memlekette yaşanan her bir şeyden bu ülke insanlarının tümü tam anlamıyla haberdarmış gibi her saat başı yayınlanan haber bültenlerinin başında sadece ama sadece Mısır ama only Mısır denmesi durumu karşısında TRT genel müdürüne söylenecek tek laf kalıyor geriye o da, “Ey müdür gel kıçımı ısır”!..   Bu ne rezilliktir, bu ne utanmazlıktır, bu ne saygısızlık, bu, bu milleti bu kadar odun yerine koymanın nasıl bir dayanılmaz hafifliğidir!   TRT FM’de haber anonsunun başlamasıyla birlikte “geldi Sisi, gitti Mursi” söylemleri eşliğinde tatil havanız aniden depresif bir hal alıyor…   Ve her bir haber metninin içerisine sıkıştırılmış 28 adet “darbeciler, darbeciler, darbeciler….” sözcüklerinin bariz ifadesiyle paranoya krizine girdiği her halinden belli  narsist AKP Hükümeti’nin anksiyete bozukluğu durumu karşısında içinize derin bir acıma duygusu yerleşiyor.   Kıyamam ben o AKP’ye!   Gezi olaylarından sonra İç Hizmet Kanunu’nu değiştirmeler, panik içerisinde Anayasa ayarlamaya çalışmalar filan, üzülüyorum vallahi!   Ha (!) bu arada…   Hakkını yemeyelim…   Sadece Mısır’dan değil, zaman zaman İmralı’dan da haber geçiyor TRT’nin kısa dalga radyosu.   Bu kez söz konusu olan, yayın organlarında zaman zaman MİT’in tatil kamplarında ağırlandığına, kendisine haftada bir uzun saçlı özel arkadaş yolladığına dair iddialar çıkan Apo’nun gitar çalar gibi, sağ elinin işaret parmağıyla, sağ kulak kıkırdağını arkadan öne doğru çektirip çektirip bırakmasıyla alakalı bir durumdur bu!..   Abdullah Öcalan diyormuş ki, “Buradaki beş mahkumu alın, yerlerine birlikte stratejik derinlik hesabı yapabileceğimiz sekiz üst düzey(!) PKK’lıyı yollayın; bunların üçü kadın olursa ayrıca çok mutlu olurum”!   AKP Hükümeti’nin, PKK yöneticisinin bu taleplerine soğuk bakmadığını da öğreniyoruz TRT’nin kısa dalgasından saat başı yayınlanan haber bültenlerinden.   Manisa’ya varıp, bu kentin meşhur kebapçısı Gülcemal’e ulaşmak üzere yol aradığımız sırada telefon çalıyor, karşımızda dostumuz ve de Zalım Poyraz Gıcım Gıcım Gıcılar türküsünün doğduğu bereketli topraklarda yetişmiş yazarımız Zülfikar Yüksel:   “Sen gittin” diyor, “ben tüm ulusal gazete ve İnternet sitelerinde haber oldum ne haber”!..   Biz TRT’ye sinir olurken, Zülfikar bey de Anadolu Ajansı’nın başına getirilen muhteremle papaz olmuş!   Demiş ki Twitter’dan kendisine, “Atatürk AA’nın başına bu kafanın geleceğini bileydi şayet, ajansı hiç kurmazdı”!..   Müdür’den el cevap:   “Hain ve haysiyetsizlere cevap vermiyoruz”!   -Bu söylediklerinizi mahkeme önünde de tekrar eder misiniz sayın müdür?   El cevap:   “Cesaretin varsa ver mahkemeye”!   -Mahkeme bir cesaret değil, hak arama kurumudur sayın müdür?!.   ………………………   Haber sayfalarına yansıyan bu diyaloğun başlığı şöyleydi:   “AA Müdürü’nden takipçisine hakaret ve tehdit”!..   ………………………   Badem müdür, yargıdaki arkadaşlarına mı güvenerek “cesaretin varsa ver mahkemeye” dedi acaba?   Yoksa bu ülkede hak aramak artık gerçekten de cesaret gerektirir mi oldu?   ……………………….   Nefis bir Manisa kebabının ardından, İzmir-Aydın otobanını geçer geçmez karşımıza çıkan çöp şiş dükkanlarına imrenerek baksak da ı-ıhh, kısmetse dönüşte artık; yer kalmadı mümkünatı yok.   Marmaris civarına daha önce iki sefer geldim; birinde Selimiye Köyü, diğerindeyse Gökova’dan kiraladığımız tek kamaralı ahşap küçük teknelerle açıldığımız koylarda, aysız gökyüzü akşamlarının saman yollarında parlayan tüm yıldızların, geceleri derinlerden gelen ilahi bir yeşil fosforla ışıyan ipek bir çarşaf gibi güzel ve de pürüzsüz o duru denizin yüzünde, su perileriyle öpüşmelerini izlemiştik.   Bu kez akşamları teknede değil, Marmaris’te konaklayacağız ve otelimizin bulunduğu İçmeler’e doğru yavaş yavaş ilerliyoruz.   Yavaş ilerliyoruz  çünkü, devlet sevgili vatandaşları için her yana kameralarla  tuzaklar kurmuş sağolsun, hız sınırlarını aştığınız vakit Mursi’ye, tırsıye, Suriye’deki muhaliflere verilen paralar maazallah Tayyip Erdoğan eliyle  bizim cebimizden alınarak oralara yollanacak!   Arta kalanıyla biber gazı ve toma alınıp, vatandaşın üzerine sıkılacak.   O da yetmedi, gezicilere karşı bir canavar ancak, Türkiye’de ilk askerimizi şehit ettikleri günü hemen karakollarımızın yanıbaşında bir bayram gibi kutlayıp, havai fişek atan faşist Kürt milliyetçisi hainlere karşı adeta şefkat abidesi kesilen kahraman polisimize mükafatlar verilecek!..   Kaplumbağa hızıyla giderim, yine de o parayı vermem!   Ve fonda “TRT FM haberlerrr…”   Hemen kanal değiştiriyorum, çıkan türkü iyi geliyor:   “Manda yuva yapmış söğüt dalına Yavrusunu sinek kapmış amanın da amanın…. Para vidim aldım, bedava mı sandın, haydeee…”   …………………………     Solda, Marmaris çıkışında merhum İbrahim Yazıcı’nın ilk oteli.   Az sonra da Grand Yazıcı Marmaris Oteli.   Bak, işte şimdi sefasını kimler sürüyor?   Yalçın Sünnetçioğlu’yla beraber etrafında pervane oldukları Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı sırasında birlikte bu cennet koyları kapatmışlar, paralarının üzerine deve yüküyle para katmışlardı.   O günler geliyor aklıma.   Mesut Yılmaz’la, Yazıcı’nın Uludağ’daki oteli Le Chalet’de, NTV ve Olay TV adına yarım saat bir canlı yayın gerçekleştirmiş, Mesut Yılmaz’a Bükreş’teki yumruklama olayını ve burnunun kırılmasının perde arkasını sormuştum.   İbrahim Yazıcı çok bozulmuş, programdan sonra yüzüme bile bakmamıştı!   Hey gidi günler.   ………………………..   Tam Marmaris çıkışından, İçmeler’e doğru kıvrıldığınızda yaklaşık bir 100 metrelik mesafe boyunca burnunuza acaip bir koku geliyor.   Naçizane bir teklif benimkisi, bu yüz metrelik bölümün Marmaris Belediye Meclisi tarafından İçmeler’den ayrılıp, isminin de “S...çmalar” şeklinde  değiştirilmesini talep ediyorum!   Aman Allahım! Ne kadar berbat ve değişmez bir kokudur o öyle?   Yurt dışından oradaki lüks otellerden birine tatil için gelip de otobüsten adımını attığı ilk anda o iğrenç lağım kokusunu burnuna çeken bir turistin ağzından çıkacak ilk kelimeyi hayal gücünüze bırakıyor, yazının altına yorumlarınızı bekliyorum.   Yani, oraya giden 1 turist, eksi 1000 turist demektir yani!   …………………….   Neyse…   Gezi olayları sonucu rezervasyonlar iptal edilince tur şirketleri bu yıl fiyat düşürüp, daha ziyade Bulgaristan, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerin tekavüt ve dar gelirli kesimlerine yönelmişler.   Bekar milli çapkınlara duyurulur; Marmaris’in merkezi uzun bacaklı Helgalar’dan, Nataşalar’dan geçilmiyor ama çevre otelleri Avrupa’da ne kadar buruşuk teyze, pinpon amca varsa dolduruvermiş.   Göz zevkiniz açısından önemle bildirilir.   Ha bu arada… Bir akşam uğradığımız Marmaris’in barlar sokağında kimi gördüm hadi bilin bakalım?   Bursaspor’un amigosu Ardiles!..   Koydum yengeni Erdeğe, geldim Marmaris’e ermeğe dedi ve bir anda açık tribüne doğru  gözden kayboluverdi kerata!..   ………………………   Efendim işte, gerisi kum, deniz, civardaki cennet gibi koylar…   Marmaris’te artık bir ritüel haline gelen Sedir Adası’nda, Cleopatra yengemizin Antonius’la güneşlendiği rivayet edilen koyda güneşe karşı  anlanma durumu…   Sabahları pardon, yani öğleye doğru Marmaris dışında yer alan Havuzlu Bahçe, Saklı Göl gibi harika mekanlarda yapılan nefis köy kahvaltıları…   Sonrası teferruat yani sizin anlayacağınız ama…   Koskoca ilçede doğru belli ağzınızın tadıyla balık yiyebileceğiniz bir tek mekan yok kardeşim!   “Şöyle güzel zeytinyağlı, limonlu bir karides söğüş” diyorum…   “Mönümüzün dışına çıkamayız efenim” yanıtı geliyor karşıdan…   “Bi kalamar tava yap bakim o halde” diyorum garsona, “bizde kalamar tava yok” denilerek, dereotu soslu çilekli yoğurtla marine edilmiş “Kalamarite Çiko Gonzales Marines” gibi garip bir ismi olan görgüsüz ve de şahsiyetsiz bir mürekkep balığı önerisi geliyor karşıdan!   Seçmemiz için tepsilerin üzerinde masamıza getirilen ve sadece iki türden ibaret  Çupra ve Levreklerse, cenaze törenlerini beklemekten ötürü artık iyice buruşmuş retina tabakalarıyla birer balık cesedi gibi görünüyorlar gözüme.   Ve Marmaris dönüşünde kestirme yoldan Bursa’ya ulaşmak varken mesafeyi  hayli uzatıp, Çanakkale yoluna sapıyor ve Edremit Körfezi’ne, daha doğrusu Küçükkuyu’ya, ALP Balık Restoranı’na varmak için pedala basıyoruz.   İlk hedefimiz akşam yemeğimizi o muhteşem dolunay eşliğinde  hemen Küçükkuyu Lima’nına sıfır pozisyonda konuşlanmış ALP Motel’in mutfağından çıkacak nefis ama nefis demek gerçekten hiç yeterli bir tanım değil…   Fevkalade ama o da yetmez, fevkaledenin de fevkinde deniz ürünü mezeleri, Ege’nin inanılmaz güzellikteki otları ve az önce pırpırların kasalarla teslim ettiği tazelikteki envai çeşit balıklarına kavuşup, harika geçen o tatili taçlandıracak bir akşam yemeği yemek.   Ve yer varsa geceyi ALP Motel’de geçirip, ertesi gün de Bursa’ya dönmek.   Tesadüf o ya Murat da Bursa’ya gitmiş!   Olsun, dükkan bizim dükkan nasıl olsa.   Murat Oza motelin ve restoranın sahibi, gerçekte de Bursalı; Setbaşı delikanlılarından.   Asıl işleri, Edremit Körfezi’nden çıkan balığı toplayıp Türkiye’nin ve dünyanın her yerine dağıtımını yapmak.   İstanbul, Bursa daha durun, Küçükkuyu’nun hemen yanıbaşındaki Çanakkale’den bile sırf  Murat’ın mutfağından tadabilmek için insanlar yerlerinden kalkıp günü birliğine Alp Restoran’a gidiyorlar!   Yemeklerini yedikten sonra gerçekte bir butik otel kıvamında hazırlanmış ancak adı motel olan konaklama tesisinde hoş ve huzurlu bir gece geçirip, ertesi gün de yuvalarına geri dönüyorlar.   İnanır mısınız, o muhteşem mezelerin lezzetinden dolayı yemek yiyemedik, tıkandık, tutulduk resmen!   Ama yine de tatil boyunca çok özlediğim karides söğüş, helva kıvamında kalamar tava, mideye dolma, ahtapot salata,  kabak çiçeği dolması, deniz börülcesi, Ege otları, enfes bir yeşil salata,  çıtır çıtır kızarmış barbun, devamında incir tatlısı eşliğinde ve de buz gibi birer birayla taçlanınca insan TRT FM’i de, AA’yı da,  Mursi’yi de, Sisi’yi de unutuyor ve dahi diyor ki;   “Şerefine Türkiyem, şerefine!..”

Diğer Haberler