Yazarlar

Şevket Yılmaz

post-img
Dün Şevket Yılmaz Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne uğradım.   Çok eski dostum Abdullah Gökseven’in sevgili eşi Pervin Gökseven bundan yaklaşık bir ay kadar önce çok talihsiz bir kazaya uğradı.   CHP Yıldırım Örgütü’nün yürüttüğü seçim çalışmasına katılmak üzere evinden çıkıp minibüs durağına gidiyor Pervin hanım.   Binmek için de aracın arkasından geçmeyi tercih ediyor.   Özellikle Yıldırım hattında çalışan minibüsleri kullanan şoförlerin çoğunlukla ne kadar eğitimsiz ve trafik kurallarını hiçe sayan insanlardan oluştuğunu bir kez daha anımsatırsak eğer, az sonra anlatacaklarımı az çok tahmin edebilirsiniz sanırım?   Evet…   Şoför tam o anda aracı geri vitese takıp hareket ettirerek  Pervin hanımı altına alarak eziyor.   O da yetmiyor, belli ki acaba kaldırıma filan mı çıktım diye düşünüp üstünden bu kez de ileri gidiyor ve bir kez daha eziyor.   Vücudunda kırılmadık kemik kalmayan Pervin Gökseven üstüne üstlük  ambulans çağırmak varken bir de aynı şoför tarafından çuval gibi minibüsün zeminine taşınıp yatırılarak hastaneye götürülmüyor mu?!.   Bu kez de kırık kemikler vücudunu içeriden paramparça ediyor!   O gün bu gündür yoğun bakımda Pervin Hanım.   Dün yine baktım başında hala gelini nöbet tutmakta.   Beyinde de hasar çokmuş, durumu hiç iyi değil.   Allah’tan ümit kesilmez derler, ne diyelim?   Canım sıkkın bir vaziyette çıktım daha çok yoksul kesime hizmet veren Şevket Yılmaz Hastanesi’nin arı kovanı gibi insan kaynayan koridorlarından.   Şu “Şevket Yılmaz” da ayrı bir muamma, ayrı bir can sıkısı zaten!   Az sonra ayrıntısını anlatacağım…   Hiç unutmuyorum 90’lı yılların başıydı…   Bursa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Coats Firması’nda çalışan işçiler hak aramak için uzun süredir grevdeydiler.   O dönemde üç büyük konfederasyon vardı; biri DİSK, diğeri TÜRK İŞ öteki HAK İŞ…   Tarihte ilk defa bu üç büyük sendikal örgüt Türkiye genelinde sürdürülen toplu iş görüşmelerinde ortak hareket etme kararı almışlar ve kendi aralarında işverenlere karşı güç birliği sözü vermişlerdi.   Yani aynı iş kolunu temsil eden biri, diğeriyle konuşmadan daha düşük ücretle asla sözleşme imzalamayacaktı; bu şekilde de işçilerin hakkı korunacak, kazanan da güya daima işgören olacaktı.   Ne oldu biliyor musunuz?   O vakit TÜRK İŞ’in başındaki bu Şevket Yılmaz işçiyi yine yarı yolda bıraktı ve diğer iki konfederasyonla görüşmeksizin gidip kendi kafasına göre sözleşme imzaladı!..   İşte tam o günlerde, Coats grevindeki işçilere destek vermek için kentimize gelen Genel Başkan Rıdvan Budak’ın, fabrikanın girişindeki duvara çıkıp kendisini dinleyen DİSK’li işçilere yaptığı konuşmayı bu gün gibi anımsıyorum.   “Arkadaşlar” demişti Rıdvan Budak, “Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar derler. Puşt, puştluğunu yine yapmıştır gördüğünüz gibi”!..   Anımsadığım kadarıyla Şevket Yılmaz bu konuşmasından ötürü Budak’ı daha sonra mahkemeye vermiş, maddi bir tazminat da almıştı kendisinden ama zamanın DİSK Genel Başkanı’nın bu sözleri asılı kaldı tarih sahnesinde, Şevket Yılmaz’ın kendisinden aldığı üç beş kuruş para değil!   Genç nesil bilmez…   Kenan Evren yönetimi Çalışma yasalarıyla oynayıp, işçilerin kazanılmış tüm haklarını ellerinden almadan önce çok güçlü bir sendikacılık vardı bu ülkede.   Emeğin örgütlü gücünü bir türlü kıramayan patronlar çareyi sanki işçinin yanındaymış gibi hareket eden sendikaları, daha doğrusu o sendikaların başındaki insanları destekleyip beslemekte bulmuşlar ve bu şekilde gerçekten emeğin yanında duran sendikaları etkisizleştirmeye çalışmışlardı.   İnsan gene hatırlamadan, söylemeden yapamıyor; Türkiye’nin egemen güçleri geçmişte Amerika’nın 6’ncı Filosuna mensup askerleri boğazın serin sularına atan solcuların karşısına nasıl sağcı gençleri çıkarmışlarsa, o yıllarda da hak arayan işçilerin üzerine MHP’li gençleri saldırtıyor, onlara grev kırıcılığı yaptırıyorlardı!   Hülasa, emekten yana görünüp de gerçekte patronların çıkarlarını koruyan sendikalara “sarı sendika” denirdi o yıllarda.   İşte bu Şevket Yılmaz hayatı boyunca hep sarı sendikacılık yapmış birisidir!   2002 yılında bir Sosyal Sigortalar Kurumu yani, işçilerin tedavi göreceği bir hastane olarak hizmete giren Yıldırım’daki bu hastaneye “Şevket Yılmaz” adının verilmesi, sadece ve sadece geçmişte birilerine yaptığı hizmetlerin mükâfatı olabilir hepsi o kadar!   Bir SSK hastanesine bir fabrika yangınında ya da bir maden göçüğünde yaşamını kaybeden ya da arkadaşlarını kurtarmak için canını dişine takan bir işçinin değil de bir sarı sendikacının adının verilmesi kadar abes bir durum olamaz bir ülkede.   Bence bu tarihi yanlışın düzeltilmesiyle ilgili bir imza kampanyası başlatılmalı, kamuoyu oluşturulmalı.   Sonra Şevket Yılmaz ne mi oldu?   17 Ağustos depreminde Yalova’da göçük altında kalarak öldü gitti.  

Diğer Haberler