Hani mesela birine hayransınızdır, düşünün, bir sanatçı, bir artist ya da bir devlet adamı olsun, onu gözünüzde büyütmüş, tutkunları arasına girmişsinizdir çoktan…
İlah gibidir o kişi artık sizin için…
Sonra bir gün karşılaşırsınız tesadüfen, bir toplantıda, bir panelde ya da bir kokteylde…
Yüzyüzeyken birden bire “zaarrtt” diye osurur hayranı olduğunuz kişi, ister kadın, ister erkek olsun!
Canlandırın şöyle gözünüzün önünde sahneyi?
İşte tam o anda “büyü” bozulmuştur artık; efsane bir anda sönmüş, sizin için o ana dek Olympos Dağı’nda yaşayan o malum şahıs birdenbire “ölümlüler” mertebesine inerek sıradanlaşmıştır!
Bir koku yayılır etrafa…
Sindirim sistemi boyunca yavaş yavaş ilerleyen ancak, artık enzimlerden ötürü iyice çürümüş olan“patlıcan musakkanın” berbat, insana iki avucunu birden yelpaze gibi kullanarak havayı yelletmesine sebep olaniğrenç kokusudur bu koku.
Birkaç gün önce tesadüfen denk geldim Sözcü Gazetesi’nin yazarlarından Soner Yalçın’ın o makalesine.
Yazıyı bitirir bitirmez öyle berbat bir koku geldi ki burnuma, bu güne dek tüm kitaplarını alıp okuduğum Soner Yalçın efsanesi bitip tükeniverdi benim hem gözümde hemi de gönlümde!
Kendimi o ana dek yıllarca kandırılmış hissettim birden!
Demek ki bundan önce yazdıklarında da keklemişti bizi Soner Yalçın; kaleme aldıkları yalan, yanlış ve eksik bilgilerden oluşuyordu!
Bitti, tükendi, yok oldu Soner Yalçın gözümde…
Makalesinden çıkan “zarrtt” sesi, Cafer’e bez getirtecek kadar kötü kokular barındırıyordu içinde!
Arkadaşım Zülfikar Bey (Yüksel) hep söyler, “bir insanın en önemli erdemi vicdanlı olmasıdır” diye.
“Sevmediğimiz, soğuk durduğumuz bir kişi bile olsa konuştuğumuz şahıs, ardından laf ederken vicdanlı olmak lazım, eğer varsa hakkını teslim etmek lazım” diyedüşünür Zülfikar bey çünkü.
Tabii, eğer varsa, ona karşı yapılan haksızlıkları da dillendirmek gerekir mutlaka.
İznik Gölü’nün hemen kıyısına kurulan ve mısırı işleyerek bundan yan ürünler elde eden Cargill fabrikasına başlangıçta ben de karşı çıktım ve bu güne dek de aleyhinde pek çok yazı kaleme aldım.
Aradan yıllar geçtikçe o vakitler “ne kadar cahil olduğumu”, ne kadar az şey bildiğimi ve birileri tarafından üretilen yalan yanlış bilgilerle yani, “sokma akılla” hareket etmiş olduğumu farkettim üzülerek!
Çünkü Cargill’le ilgili olarak anlatılanların pek çoğu yalan ve uydurmaydı!
Soner Yalçın’ı gözümde bitiren asıl şey, hala benim buradan 25 sene önce çoktan bıraktığım yerde otluyor olmasıdır, onu da söyleyeyim!
Yaşamış, yaşlanmış, yaş almış ancak fark ettim ki, bir arpa boyu yol gidememişti işte.
Yaptığı mesleğe, işine gösterdiği özen sıfırdı!
Yazısını kaleme almadan önce yeterince araştırmamış, en doğru bilgilere ulaşamamış, işin daha da kötü yanı hamasi bir üslupla kolaycılığa kaçıp, beni ve sizi kandırmaya, yanıltmaya girişmişti Soner Yalçın.
İşte sadece bu bile affedilecek bir durum değildi; hiç değildi.
Bir gazeteci “at sineği” gibidir; rahatsız etmelidir herkesi, devamlı insanların etrafında uçup dolaşarak konduğu yerleri kaşındırmalı, sürekli ısırarak da bir parça can yakmalıdır, velev ki bu bir meslektaşı olsun!
Soner Yalçın’ın etrafında dolaşalım bu gün biraz; olduğu gibi yazısını da yayımlayarak aralara bazı notlar düşelim:
“Cargill…
1865’te kurulan ABD şirketi.
Fortune Dergisi’ne göre, dünyanın en büyük 12’nci şirketi.
Yıllık geliri 136.7 milyar dolar.
Asıl alanı; (genellikle kimyasal GDO’lu) tarımsal ürünler.”
Bu nasıl bir ifadedir Soner Yalçın?
“Asıl alanı; (genellikle kimyasal GDO’lu) tarımsal ürünler” derken elinde ne var?
Hangi belge, hangi delili sunuyorsun bunu dillendirirken?
İster yabancı olsun, isterse yerli, bir firma hakkında bunu söyleyebilmek için elinde bilgi ve belge olması lazım; var mı somut bir delilin?
“Kimyasal, GDO’lu, tarımsal üründen” kastın nedir?
Bu nasıl bir tabirdir böyle; bir örnek göster bakalım da bilelim neyi kastettiğini?
Neyse, devam ediyoruz ama Cargill’in yıllık gelirini de 28 Ocak 2004’te kaleme aldığın “Erdoğan’ın Büyük Günahı” başlıklı o yazında “136.7 milyar dolar” değil, tam “150 milyar dolar” olarak kakalamışsın bizlere! Aradan geçen tam 13 senede adamların cirosu mu azaldı yoksam sence:
“70 ülkede faal. Türkiye’ye yerli ortağı Bramer Ticaret AŞ. ile 1960’da geldi;
1986’dan itibaren Cargill olarak faaliyet gösteriyor.
Ülkemizde şöyle tanındı:
Nişasta bazlı kimyasal şeker (glikoz-fruktoz) üretimi için 1997’de Bursa’da 213 dönüm toprak aldı.
Burası birinci sınıf tarım arazisiydi. Ayrıca…
İznik Gölü’nü besleyen suları (yıllık 1 milyon küp) çekip, pis atıklarını göndererek su havzasını bozacaktı.”
Yanlışlarını düzeltmeye nereden başlayalım Soner Yalçın’ın? Açıkça itiraf ediyorum, ilk başta ben de öyle sanıyordum, “Cargill’in çevreyi kirlettiği” iddiası da koskoca bir yalan!
Fabrikanın kullandığı sudan arta kalan kısım orada yapılan olağanüstü bir arıtmanın ardındaniçilecek kadar temiz bir şekilde doğaya bırakılıyor!
Ve biliyor musunuz, çevredeki tarlalarda ürün yetiştiren çiftçiler bu suyu kullanabilmek için birbirleriyle yarış halindeler.
İnanmazsanız gidin görün!
İki…
Cargill’in tükettiği su miktarı günlük 2 bin metreküp kadardır.
Ayda 60 bin metreküp kullansa 10 ayda 600 bin metreküp, 12 ayda da 720 bin metreküp eder.
Bir milyon metreküpü nerenden uydurdun ey Soner Yalçın?
Açıkçası bunu ben de eskiden böyle sanırdım;“İznik Gölü’nün suyunu tüketecek” denmişti ilk başta bize!
Orada büyük miktarda su bulunduğu için yatırım orada yapılmıştı güya!
Oysa hiç alakası bile yoktu.
Bursa ovasındaki alelade bir boyahane bile ayda 50-60 bin ton su tüketmekteydi.
Örneğin bu gün Ramazan Bayduz’un, Karesi Tekstil Boyahanesi ayda 150 bin tondan aşağı su tüketsin, ben kendimi minareden aşağı atarım!
Minareden at beni, in aşağıya tut beni!
O kadar yani!
Ve Cargill tesisinin oraya yapılmasının en önemli nedeni “su” değil, asıl büyük müşterisi olan gazlı içecek firmalarına en yakın mesafede olmasıdır.
Gerisi şehir efsanesidir; hepsi bu kadar!
Üüç…
Soner Yalçın’ın öyle sandığı gibi “nişasta bazlı kimyasal şeker” diye bir şey olmaz; böyle bir tanım kullanmak için bir insanın “cahil” olması gerekir!
Bildiğimiz “şeker” pancardan elde edilir, diğer tatlandırıcılar früktoz ve glikozsa mısırdan.
Her ikisi de asla kimyasal değil, tam tersi organik ürünlerdir.
Nereden mi biliyorum?
Araştırdım.
Hem de yıllar öncesinde araştırdım ve belleğime yüklenen yanlış bilgileri silip attım kafamdan.
Bana inanmayanlar da azıcık uğraşıp bilgi edinsinler o zaman:
“Cargill’e dört ayrı arazi gösterilecekti; suya çok ihtiyacı olduğu için burayı seçmişti. (Daha önce 6 Türk şirketi bu arazi için başvuru yapmış reddedilmişti.)”
Burada da resmen gene sıvamış Soner Yalçın!
Hangi Türk şirketleri bu arazi için, nereye başvuru yapmış ve reddedilmişti ey Soner Yalçın?
Bunca yıl boyunca biz sana boşu boşuna mı değer verdik?
Bu nasıl yazarlıktır, nasıl gazeteciliktir?
Başkaları mı yazdı yoksa kitaplarını senin?
Cargill’in arazisi için kimsenin hiçbir yere başvuru yaptığı filan yok; yok çünkü şahıslardan toplanan tarlalar oralar!
Ne başvurusu?
“Bursalılar konuyu mahkemeye taşındı.
Bursa 2. İdare Mahkemesi 1998’de yürütmeyi durdurmam kararı verdi.
Danıştay 6. Dairesi 2002’de bu kararı onadı.
Hukuk böyle diyordu; ama Cargill’in arkasında ABD vardı!”
Bak, bunların hepsi doğru…
Cargill’in arkasında ABD var ve Türk hukuk sistemi parça pinçik edilerek kuruldu o fabrika oraya.
Bugün benim hala karşı olduğum, içime de bir türlü hiç sindiremediğim nokta işte tam da burasıdır.
Fakat diğer taraftan, az sonra paylaşacağım hususları da göz önünde tutarak gerek sağladığı istihdam, gerek Türk ekonomisine ve Türk çiftçisine katkıları nedeniyle, “Olmuşla ölmüşe çare olmaz” diye düşünerek bu gerçeği unutmaya çalışıyorum açıkçası:
“Tarih: 28 Ocak 2004
Erdoğan ile George W. Bush Beyaz Saray’da buluştu.
Bush, Cargill sorununun çözülmesini rica etti.
5 ay sonra…
5403 sayılı “toprak koruma ve arazi kullanımı yasası” değişikliği 3 Temmuz 2005’te TBMM’de kabul edildi.”
Son cümle küllüm yalan!
İnsanın biraz yaptığı mesleğe saygısı olur; hepimiz hata yapıyoruz bazen ama bundan sonrası okuyucuyu enayi yerine koymaya giriyor resmen çünkü, Cargill’in yöneticileri 2004 yılında artık kaçak duruma düşen fabrika binasının bu sorununu Ankara’dan “özel endüstri bölgesi” ilan ettirmeye çalışarak çözmeye gayret ediyorlardı, Toprak Koruma Arazi Kullanım Yasası’yla değil!
Toprak ve Arazi Kanunu’yla hiç ilgileri yoktu o vakit.
Binanın meşrulaşmasıysa aradan tam 5 yıl geçtikten sonra 2009 senesinde sağlanacaktı!
Soner Yalçın okurlarını burada yine keklemeye devam ediyor!
Diğer taraftan baba Bush’tan başlayarak bu konunun sürekli olarak Türkiye Başbakanlarına iletilmesinin nedeni Cargill’in her dönem her başkan adayının seçim kampanyasına yüklü miktarda bağışta bulunmasıdır!
“Sadece Tayyip Erdoğan’ın bu meseleyi çözmek için uğraştığını” söyleyip, diğerini gizlemek, en hafif deyimle vicdansızlıktır!
Süleyman Demirel’inden tutun, Bülent Ecevit’e, Mesut Yılmaz’dan, Tansu Çiller’ine varıncaya değin dönemin ABD başkanları tarafından sürekli rica edildi bu konu ve tümü de kökten halletmek için büyük çaba sarfetti:
“İki gün sonra…
Cargill’in isteği ve bakanlar kurulu kararıyla bu arazi “özel endüstri bölgesi” ilan edildi.”
Şimdi “özel endüsri bölgesi” tanımını kullanan Yalçın, az önce kendi söylediklerini yalanlıyor!
“Danıştay 10. Dairesi 8 Şubat 2006’da bu karara ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi.
O günlerde…
Emin Çölaşan köşesinde Başbakanlık belgesi yayımladı. 20 Nisan 2006 tarihli 3020 sayılı yazıya göre, Cargill’le ilgili yargı kararlarının hükümsüz kılınması ve tesisin işletmeyi sürdürmesi için yeni kanun çıkarılması isteniyordu!
(16.6.2006 Hürriyet)”
Tam bir bilgi kirliliği içeriyor Soner Yalçın’ın yazısı!
“Bu günlerde Erdoğan, “biz neler çektik” diyor ya, sanırım benzer yargı kararlarından bahsediyor!”
Konuyla hiçbir alakası yokken Soner Yalçın buradan yola çıkarak aklınca Tayyip Erdoğan’a çakmış!
İşte bu kafa, bu bakış açısı yönlendiriyor toplumun bir bölümünü; o zaman da inandırıcılıkları kalmıyor işte böyle!
“Sonuçta…
AKP oylarıyla, -Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen- TBMM’de Cargill’e ayrıcalık tanıyan yasal düzenlemeler yaptı.”
Evet, 2009 yılında yapılan bir yasal düzenlemeyle Cargill’in sorunu çözüldü ama sadece orası değil, Bursa’da tam 300, Türkiye genelindeyse 3 bin kaçak durumdaki fabrika binası meşru hale getirildi!
Ve arıtma tesislerinden tutun da pek çok fiziki koşulu yerine getirmeleri kaydı şartıyla yapıldı bu üstelik.
Ramazan Bayduz’un Karesi Tekstil fabrika binasının bir bölümü de arıtma tesisi yapılarak bu yasa değişikliğiyle meşrulaştırılmış oldu o vakit ancak, “arıtmanın yeterince çalıştırılmadığı, boyahaneden çıkan zehirli kimyasal atıkların ovadaki derelere salındığı” yönündeki iddialar hala gelmeye devam ediyor:
“BAŞKAN DÜŞÜRÜLDÜ
Geçen hafta elime bir kitap ulaştı:
“Başkan Düşürüldü/FETÖ’nün Belediye İşgali.”
Yazarı, CHP Gemlik Belediyesi devrik başkanı Fatih Mehmet Güler idi.
1999 ve 2004 yerel seçiminde ANAP’tan, 2009’da ise CHP’den belediye başkanı seçildi.”
Hemen çok önemli bir hatırlatma yapalım; çünkü, Soner Yalçın’ın yalan yanlış bilgilerle bir sonuca varmaya çalıştığını göreceksiniz az sonra sizler de!
Fatih Mehmet Güler 1999 ve 2004 seçimlerinden sonra Gemlik değil, Gemlik’e bağlı Umurbey beldesinin belediye başkanıydı; dolayısıyla bu ilçeye dair hiçbir etkisi ve de yetkisi yoktu:
“Hakkında açılmış dava yoktu.
Ama odasında “böcek” vardı. “Kalorifer peteğinde böcek bulundu” denilince dinleme cihazı değil, haşere sandı!
Çok sürmedi…
Tarih: 21 Ocak 2011…
Savcı ve hakim karşısına çıkarıldı. Tutuksuz yargılanacaktı. Savcı tutuklanmasında ısrar etti. Mahkeme kararının arkasında durdu. Ardından… İçişleri Bakanlığı kararı geldi; görevden uzaklaştırıldı. Bir daha da koltuğuna oturamadı.
Yargılamalardan beraat etmesine rağmen koltuğuna oturtulmadı.
Neler oluyordu?
Ne olduğu 15 Temmuz FETÖ darbesinden sonra ortaya çıktı.
Belediye Başkan’ı Güler’i koltuktan indiren Savcılar; Serkan Nogay, Osman Kılıçaslan, Nurettin Canata, Mustafa Öztürk, başsavcı Zekeriya Bayazıt, kaymakam Bilal Çelik, eski Vali Şahabettin Harput FETÖ’cü olduğu iddiasıyla tutuklandı. Mülkiye Başmüfettişleri Sami Pınarakar ve Süleyman Yıldırım görevden alındı.
Devrik Güler’in kitaptaki iddiasına göre, 3 yıl başkan vekilliği yapan ve 2014’te AKP’den belediye başkanı seçilen kişi Cemaatçi!
FETÖ, küçük bir ilçe olan Gemlik’te niye “darbe” yaptı?
Meselenin dünya devi Cargill ile ilişkisi var mıydı?”
Komedi asıl şimdi bundan sonra başlıyor:
“İKİ BAKAN GİTTİ
FETÖ’nün başta ABD olmak üzere küresel şirketlerin çıkarları için Türkiye’de neler yaptığı konusu hala muamma. Örneğin…
FETÖ’nün Gemlik’te yaptığı darbenin Cargill ile ilgisi var mıydı?”
Soner Yalçın’ın da yukarıda belirttiği gibi Mehmet Fatih Güler 2009 yılında Gemlik Belediye Başkanı seçilmişti!
2009 senesindeyse Cargill’in işi Ankara’da yapılan bir yasa değişikliğiyle çoktan halledilmişti!
Dolayısıyla Güler’in Cargill için lehte ya da aleyhte yapabileceği hiç, ama hiçbir şey yoktu!
Ama sanki o günlerde yaşanmış gibi Soner Yalçın bizi alıyor, Mehmet Fatih Güler’in henüz Umurbey Belediye Başkanı olduğu günlere, 2004 yılına götürüyor bu kez de:
“Tarih: 23 Temmuz 2004.
5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla –kısa bir karmaşanın ardından- Cargill arazisinde imar yapma yetkisi Gemlik Belediyesi’ne ait oldu.
“Fuhuş gelir” diye her teklife karşı çıkan RP’li belediye, Cargill’e hemen imar izni verdi. (Gemlikli) AKP Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu da Cargill’in işini kolaylaştıracak yasa değişikliği teklifini TBMM’ye veren isimdi.
Cargill arazisinin Gemlik Belediyesi sınırlarına –oldu bittiyle- neden dahil edildiğini anlamışsınızdır! Karapaşaoğlu RP eski il başkanıydı zaten. Belediye ile ilişkileri iyiydi.”
Uufff!
Bu kadar bilgi kirliliği oluşturmayı nasıl başarmış Soner Yalçın hayret doğrusu!
Tekrar ediyorum, o dönemde kendi arazilerini “özel endüstri bölgesi” ilan ettirmek için uğraşıyorlardı Cargill’in idarecileri.
Ve bu işin yolu öyle Gemlik filan değil, yalnızca Ankara’dan geçiyordu!
2004 yılında sadece Bursa’yı değil, tüm ülkeyi kapsayan bir yasayla kuş uçumu 30 kilometre çapındaki tüm yerleşim alanları Büyükşehir Belediyelerine bağlandı.
Gemlik, sözünü ettiğim hudutlar içindeydi.
O sıra Orhangazi’ye bağlı olan ancak 30 kilometrelik alanda kalan Gürle, Yeni Gürle, Karsak ve Gemiç köyleri de Gemlik’e bağlandı.”
Cargill Fabrikası, Gemiç Köyü topraklarındaydı ve Gemlik’e bağlanmak gibi bir talepte asla bulunulmamıştı.
Ancak, o köylerde yaşayanlar Gemlik’e bağlanmaya razı değillerdi!
2004’ten, 2006’ya kadar sürecek bir yargı süreci başlattılar.
Sonuçta açılan davaları kazandıkları vakit yeniden Orhangazi’ye bağlanmış oldular.
Hem zaten bu olayla tam 5 yıl sonra göreve gelecek Mehmet Fatih Güler’in ne alakası var?
“Ama… Belediyeyi 2009’da CHP’nin kazanması hesaplarında yoktu!”
Bak, biraz önce 2004’ten bahsediyordu Soner Yalçın, şimdi birden bire geldi 2009’a ve Fatih Güler’e!
Hala milleti keklemeyi de sürdürüyor üstelik:
“TBMM’de “Cargill’in sesi” olarak görev yapan AKP Milletvekili Gemlikli Karapaşaoğlu’nun, CHP’li Başkan Güler’i hedef yapması şaşırtıcı değildi.
Evet. Gemlik’te FETÖ darbesi oldu.
Ve Cargill, hakkındaki olumsuz yedi mahkeme kararına rağmen işlerine devam etmeyi sürdürdü.
Yetmezmiş gibi…
Şeker Kanunu değiştirilerek –Türk firmalara kota varken- Cargill’e kota kaldırıldı.”
Soner Yalçın, mesleğini bu kadar yanlış ve haksız bir şekilde sürdürdüğün kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi inan bu yazıyı okumadan önce!
Bu ne ya?!.
“Şeker Kanunu değiştirilerek –Türk firmalara kota varken- Cargill’e kota kaldırıldı” diyorsun, bu nasıl bir gazetecilik ya?
Mesleğe yeni başlamış stajyer gazeteciler yapmazlar böyle bir hatayı!
Yok ki böyle bir şey?
Önce toplumda da çoğunlukla yanlış bilinen bazı gerçekleri paylaşayım sizlerle…
Örneğin bir baklavacı, “İmal edeceği üründe belli bir oranda pancardan yapılan şeker, belli bir oranda da mısırdan elde edilmiş tatlandırıcı kullanacak” diye bir yasal sınır yok; yani, dilerse tümünü şeker ya da früktozdan üretebilir.
Kota nerede var biliyor musunuz?
Nişasta bazlı tatlandırıcıların üretiminde!
Bu da tamamen hem Türk çiftçisinin korunması, diğer yandan da piyasanın tatlandırıcılardan mahrum kalmaması için alınmış bir önlem.
Türkiye’de yılda 2 buçuk milyon ton civarında tatlandırıcı tüketilir.
Bunun sadece yüzde 10’unun yani, 250 bin tonluk kısmınınsa mısırdan ürün işleyen, nişasta bazlı şeker üreticilerinin imal etmesine izin verilir.
Bakanlar Kurulu bu yüzde 10’luk rakamı o seneki pancar rekoltesine göre yüzde elli oranında arttırıp eksiltebilir.
Yani mısırdan elde edilen şekerin oranı pancardan üretilene göre yüzde 15’e kadar arttırılıp, yüzde 5’e kadar çekilebilir.
Bu oran da Şeker Kurulu tarafından Türkiye’de faaliyet gösteren toplam 5 üretici firmaya daha önceden alınmış kapasite raporlarına göre dağıtılır!
Kimseye bir milim ayrıcalık tanınıp, haksızlık yapılamaz!
İşte olay sadece bundan ibarettir.
Küllüm yanlış ve uyduruk bilgilerden oluşuyor Soner Yalçın’ın bu yazısı da.
Uydurmayı sürdürüyor:
“Şaşırmayın; 2011’de Türkiye şeker piyasasını düzenleyen Şeker Kurulu’na Bakanlar Kurulu’nca seçilen üyelerden biri Cargill yöneticisi Mustafa Muzaffer Sayınataç idi.
Bu arada…
MHP’den Hüsnü Yusuf Gökalp (1999-2002) ve ondan sonra Tarım ve Köyişleri Bakanlığı koltuğuna oturan AKP’den Sami Güçlü (2002-2005), nedense politikayı kendi istekleriyle bıraktılar! Bugün…
Cargill, ABD’de ürettiği GDO’lu mısırları Türkiye’ye getirerek elde ettiği “zehirli tatlandırıcıları” herkese yedirmeye devam ediyor…”
Son cümle var ya son cümle?
O da yalan!
İnanın, eskiden ben de öyle sanıyordum!
Cargill’in, GDO’lu mısırları işleyerek üretim yaptığını düşünüyordum!
Sanmakla, “bilmek” çok farklı kavramlardır!
Bilgi veriye dayanır, sanmaksa sana birilerinin pompaladıklarına!
“Cargill bir tek mısır tanesini bile Amerika’dan ithal etmiyor” bunu biliyor muydunuz?
Evet, bir tek GDO’lu mısır tanesi bile sokmuyorlar fabrikadan içeri.
Rahmetli Saruhan Abi (Ayber) bizzat gezdirmişti Cargill’in arıtma tesisini ve son derece gelişmiş laboratuvarını, hem sahada kontrol ediyorlar ürünü GDO olmasın diye, hem de fabrikaya geldiği vakit.
Kullandıkları mısırın GDO’lu olması hiç mümkün değil yani.
Peki Türkiye’ye genetiği değiştirilmiş ürün girmiyor mu?
Giriyor.
Yem sanayinde kullanılıyor bunlar.
Peki, onlardan üretim yapılamaz mı?
Yapılamaz.
Çünkü zinhar yasak, cezası hapis ve 3 yıldan başlıyor!
İşte böyle…
Bu devirde nereden ne yiyeceğini bilmek kadar, kimden hangi yazıyı okuyacağı da çok önemli insanın.
Ben bundan sonra Soner Yalçın’a bakmayı hiç düşünmüyorum artık!