Çok erken gitti rahmetli, dostluğunu, şimdiye dek hiç kimsede göremediğim o muhteşem entelektüel birikimini, artık insanı bir görüşte dibine dek tanıyan yaşanmışlığını, paylaşımcılığını, muhabbetini çok özlüyorum Tankut abimin.
İlk defa Tankut Sözeri’nin koleksiyonunda görmüştüm o bronzdan en az 2 bin yıldır yaşayan ve terzi yüzüğüne benzeyen objeyi.
Terzi yüzüğünün biraz daha iricesini düşünün, kahve fincanından daha küçüktü, metalden etli, kalın bir çeperi vardı.
Tarihi nesnelerin dilinden çok anlardı rahmetli, adeta konuşurdu onlarla.
“Benim” diyen antikacılar yanında çırak kalırlardı.
“Benim” diyen dindarlar da öyle!
Bir gün kendisine “Allah’ı” anlatmaya kalkışan bir softayı yanımda çok fena bozmuştu, “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” diyen bir tanrıyı anlayabilmek için senin rehberliğine hiç ihtiyacım yok” diyerek!..
Mitolojiyi de çok iyi bilirdi.
Bir mağara duvarında bulunan ve bacaklarını iki yana doğru açarak adet kanını yere doğru akıtan kadın resmi batılı arkeolog ve tarihçiler arasında büyük tartışma yaratmış, ne anlatılmak istendiği de çözülememişti o yıllarda.
Gülmüştü.
İnsanı, insanlığın geçmişini biliyor, maymunumsu memelilerden olan Homo Sapiens’i çok iyi tanıyordu Tankut Sözeri.
Ona göre avcı toplayıcı dönemden artık tarım dönemine geçmiş olan insanoğlu ekinler ekiyor ve tanrılardan o yılın hasadının iyi olmasını dilemek için “doğurganlık” simgesi olarak gördüğü kadın rahminden süzülen bereketi tarlaya akıtıyordu.
Mesele bu kadar basitti işte!
Mağara duvarında bulunan resmin anlamı sadece buydu.
Peki ya terzi yüzüğünden irice o bronz objenin işlevi neydi acaba sizce.
Ne işe yarardı ki bundan binlerce yıl öncesinde yapılmış olsun?
O bir sünnet sunağıydı!
Erkeğin cinsel organının ucunda bulunan derinin bir tür cerrahi yöntemle kesilip alınması işleminin kesinlikle İslamiyet’le hiçbir ilgisi yoktu.
Tüm mesele insanoğlunun pagan dönemlerde tanrılara, çok sonralarıysa tek tanrıya karşı yalakalık ve yavşaklık yapma girişiminden ibaretti!
Çok korkuyorlardı atalarımız her şeyden.
Yıldırımdan, şimşekten, yağmurdan, selden, yangından, hastalıklardan, vahşi hayvanlar tarafından parçalanmaktan çok korkuyorlardı.
O yılki hasat bereketli olmazsa eğer, aç kalmaktan da çok korkuyorlardı.
Prehistorik dönemde tanrılar nasıl isterse öyle oluyordu her şey.
Ürünü bollaştıran da onlardı, insanlara can verip, can alan da onlar.
Bir şey vermeliydi insanoğlu “rüşvet” olarak onlara!
Evet evet, çok net söylüyorum, bir rüşvet vermeliydi ki “dilekleri” kabul olsun!
Bu arada, tanrıların da nasıl “insanca” düşündükleri konusuna dikkatinizi çekerim!
Ama çok bir şey olmamalıydı bu.
Bugün de hâlâ öyle değil mi sanki, az verip, çok şey almayı seviyor hâlâ insan!
Verdiği şey canından can almalıydı yukarısı tarafından önemi, değeri dikkate alınsın diye ve karşılığı misliyle ödenmeliydi elbette!
Hem sonra, ardından gelecek olanların da yaşamları, sağlık ve sıhhatleri güvence altına alınmalıydı bu sayede!
Son derece akıllıca, son derece kurnazca, yokluğu bedende hiçbir yoksunluk ve hasar bırakmayacak bir parçasını kurban etmeye karar verdi tanrılar için insanoğlu!
Neresini mi?
Erkek çocukların çüklerinin ucundaki deri parçasını!
İşte Tankut abinin elindeki o bronz obje de sünnet derisi kesildikten sonra içine konulup, o dönem inanılan tanrı heykelinin ayaklarının dibine bırakılan sunak kabıydı!
Tanrı o deri parçasını görecek, kendisi için yapılan işin hakkını vererek o haneye sağlık, sıhhat, bolluk ve bereket sunacaktı elbette!
Her sene dünyada on binlerce çocuğu ciyak ciyak bağırtan, onları ağaç tepelerine, çatılara, damlara kaçırtan “sünnet” olayının önü de budur, sonu da sevgili okurlar!
Bugününe gelince…
Geçenlerde baktım, bizim gazetenin Yazıişleri Müdürü Onur Genç ve eşi Melek sultan yatırmışlar evlatlarını bizim arka komşu genel cerrah Nejat Gülgör’ün önüne…
Fotoğraf karesinde yüzü gülen tek kişi oğlanın çükünü kesen doktor!
Tam anlamıyla bir sektör “sünnet” işi günümüzde artık, pastacısı ayrı memnun, konfeksiyoncusu, kuyumcusu, saloncusu ayrı memnun!
O güne kadar akraba ya da konu komşunun çocuklarına taktıkları altınları tarihi tarihine bir deftere not edip, kayıt tutan sünnet anneleri biliyorum ben günü geldiğinde karşılığını bekleyen!
İçinde bulunduğumuz karanlık evrenin içindeki milyar kere milyar sayıdaki yıldızın, galaksinin ve trilyon kere trilyon gezegenin arasında bit kadar bile hükmü olmayan yeryüzünde yaşayan milyonlarca canlı türünden sadece biri olan insan evladının çükünün ucundaki deri parçasından ne menfaati olabilir ki koskoca bir yaratıcının?!.
Tarih boyunca Mısırlılar, Yahudiler ve hatta Babillilerin bile sünnetli oldukları görülmüştür gerek kalıntılardan, gerekse duvarlara işlenen resimlerden.
Piramitlerde bulunan pek çok mumya da sünnetlidir.
Her şeye bir anlam bulmakta çok mahir şu insan beyni.
Yazıyor gazeteler magazin sayfalarında, “Mahmure hanımla, Mahmut beylerin sevgili evlatları Mithat geçen gün Almira Otel’de düzenlenen bir törenle erkekliğe ilk adımı attı”!
Bak bak bak, ulan ne alakası var sünnetin erkekliğe ilk adımın atılmasıyla?!.
Yanda da eteğini eliyle tutmuş apış apış yürüyen Mithat’ın sarışın, tombul, balık eti o şarkıcı garıya sarılmış fotoğrafı!
Fırsatını bulsa belli ki atacak erkekliğe ilk adımı ama çok yanıyor, henüz çok erken!
Tevrat’ın “Çıkış” bölümünde anlatılır:
Musa, Bedevi olan karısı Sippora’dan doğma oğlunu daha küçük diye henüz sünnet ettirmemiştir.
Yolda Allah’la karşılaştıklarında (!) yaratıcı durup dururken nedensiz yere Musa’yı öldürmek üzere saldırır!
Sippora akıllı gacıdır, bu saldırının oğlunun sünnetsiz olmasından kaynaklandığını anlar ve hemen yerden keskin bir taş parçası alarak çocuğu oracıkta sünnet eder!
Tanrının elinden canını kurtardığı Musa’ya ardından şöyle seslenecektir Bedevi Sippora:
“Sen bana kanlı güveysin!..”
TEVRAT ÇIKIŞ BÖLÜM 4
24 RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.
25 O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
26 Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora, Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.”
Yahudiler erkek çocuklarını sadece 8 günlükken sünnet ettirirler; Tevrat’ta yer alan yukarıdaki ayetler sünnetin çok daha eski bir gelenek olduğunu kanıtlamaya yeter de artar bile.
Peki ya İslam?
Kur'an’da erkek çocuklarının cinsel organlarının ucundaki derinin kesilmesi işlemiyle ilgili tek bir kelime dahi yoktur!
Dinler tarihinde diğer tüm peygamberler gibi Yahudi bir peygamber olan İbrahim’in tam 99 yaşındayken sünnet olduğu yazılıyken, örneğin İslam halifelerinden birinin bile bu geleneği yerine getirdiğine dair tek bir kayıt bile yoktur!
Hele hele bazı Afrika ülkelerinde iğrenç bir gelenek olan kadın sünneti de var ki!..
Niye hâlâ canımızı yakıp duruyorlar bizim?
Bir anlayanınız, bileniniz var mı?
Peki onu geçtik…
Bugün artık farkında olmasa da aslında sırf kendi menfaati için yalakalık yapmak amacıyla bedenindeki işe yaramaz bir deri parçasını kesip sunuyor da insan tanrıya, hâlâ yıl içinde gerek “adak” için, gerekse adına “bayram” dediği günlerde kendisi gibi memeli, merkezi sinir sistemine sahip, kendisi gibi acı çeken, yanındaki arkadaşlarının boğazlandığını görünce korkup paniğe kapılan, az sonra sıranın kendisine geleceğini anlayan, genetik yapı olarak insandan sadece yüzde 3 farklı milyonlarca kuzu, koyun ya da ineğin yaşamlarını ellerinden alma hakkını kendisinde nereden buluyor?!.
O güzelim kınalı kuzu Sırat Köprüsü’nde yarın onu sırtında taşıyıp karşıya geçirecekmiş!
Sanırsınız ki adam Osmangazi Köprüsü’nden bahsediyor!
Gaddarlığın, vahşiliğin, egoizmin, menfaatperestliğin bu kadarına da pes doğrusu!
Ulan cayır cayır kesmişin, canını almışın, ondan sonra da kavurma yapıp yağına bandıra bandıra çoluk çocuk yimişin; taşır mı o hayvan seni köprüde be, eline fırsat geçse teper, aşağı atar alimallah!
Bugün “sünnetten” girdik tatil sonrası lafa, yarın da “kurban” ritüelini anlatırım belki, nerden gelmiş, nasıl başlamış, nasıl sürüyor falan da filan?
Hoş bulduk bu arada!