Sürdürülebilir kalkınma diye bir kavram düşürüldü gündeme 20. yüzyılın sonlarına doğru…Ne yazık ki bu sürdürülebilirlik; sömürü düzeninin sonuna değin sömürüsüne, talanına dönüştürülmesi için Dünyamız’ın, sömürgenlerce üretilen koskocaman bir yalan olduğu tez zamanda anlaşıldı…Ve bu söylemlerin getirisi ki kuşkusuz sömürgenlerin kar hanesine yazılan; yerelleşme, yerel demokrasi safsatalarıyla, laf salatalarıyla ulus devletin varlığına, bağımsızlığına yönelik saldırılar bağlamında… İşte bu nedenledir ki 29 Ekim günlerinde YAŞASIN CUMHURİYETİMİZ diyebilmek için, Cumhuriyetimiz’in varlığını sürdürebilmesi için bundan böyle; HATTI MÜDAFAA YOK, SATHI MÜDAFAA VARDIR !... Bizlere bağımsız bir Cumhuriyet bırakan Ulu Önderimiz Kemal ATATÜRK’ün “ Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır ve bu satıh bütün vatan topraklarıdır” özdeyişi; Kurtuluş Savaşımız’ın yaşandığı günlerde söylenmiş olsa da, günümüz koşullarına göre yorumlanabilecek, 21.yüzyıl Türkiyesi’ne de uyarlanabilecek anlamlı sözlerdir ki; Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, güzel Anadolumuz’u paylaşan yedi düvele karşın o günlerin Gazi Mustafa Kemal’i; Anadolu halkını “Ya İstiklal, Ya Ölüm” diyerek bir Kurtuluş Savaşı başlatmak için teşvik ederken şöyle demişti; HATTI MÜDAFAA YOK, SATHI MÜDAFAA VARDIR…
Kemal ATATÜRK güzel Anadolumuz’u bağımsızlığına kavuşturmak için yalnızca bir cephede değil, pek çok cephede birden savaşılması, Anadolumuz’un bütünüyle savunulması gerektiğini bu sözleriyle anlatmıştır. Üstelik Kemal ATATÜRK; ülke savunmasının, yalnızca düşmanın ülkeden kovulmasıyla bitmediğini ve bitmeyeceğini de bu sözleriyle anlatmıştır. Çünkü yedi düvelin denize dökülmesiyle işimiz bitti” diyerek bir köşeye çekilmemiş, tersine devrimleriyle “sathı müdafaa”, bir diğer deyişle geniş bir alandaki savunmasıyla, Anadolu halkını içteki ve dıştaki düşmanlarından korumaya çalışmıştır. Osmanlı Devleti’nin önem vermediği, yok saydığı Anadolu Türkü’ne; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !...” sözleriyle, Türklük’den kıvanç duymasını öğretmiştir. Ona; dinsel gericilikten arınılması gerektiğini söyleyerek İslam dininin akıl ve mantık dini olduğunun yolunu göstermiştir. En önemlisi de; Türk halkını, ulusunu aydınlatmak için yeni Türk harflerini doğrudan kendisi öğreterek, tüm ulusunun öğretmeni olmuştur. İşte bütün bunların anlamı; “sathı müdafaa” kavramına girer. Bir başka deyişle; O’na göre belli bir hatta, bir diğer deyişle cephede düşmanla, elde silahla savaşmak yeterli değildir. Her alanda bağımsızlık için, bu savaşı toplumsal yaşamın her alanına yaymak gerekir. Dolayısıyla bağımsızlık savaşının ardından, yapılan devrimler “sathı müdafaa” demektir ki Türklük bilinciyle, kıvancıyla donanımlı bir ulus, misak-ı milli sınırları içinde ülkesini her alanda savunacaktır. Önderimiz’in bu özdeyişi, Kurtuluş Savaşımız’ın yaşandığı günlerde söylenmiş olsa da günümüz koşullarına göre yorumlanabilecek, 21. yüzyıl Türkiyesi’ne uyarlanabilecek anlamlı sözlerdir ki ülke savunması düşünüldüğünde, ülkemizin bağımsızlığı için savaşım düşünüldüğünde, bu görevin yalnızca Türk Ordusu’nun yükümlülüğünde olduğu gibi bir düşünce vardır. İşte böylesi bir düşünce “hattı müdafaa”ya girer. Oysa önderimiz ATATÜRK’ün dediği gibi; her alanda bağımsızlık, her alanda özgürlük için “sathı müdafaa” gereklidir.*
Bu nedenle, öncelikle uluslararası alanda; siyasal çıkarlar, siyasal hırslar uğruna ülkemizin bağımsızlığından ödün vermeyen, ülkemizi pazarlık konusu yapmayan, ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıran “ geri saydıran değil kuşkusuz ki yalnızca teknolojik anlamda değil, demokrasi, insan hakları, toplumsal yaşamda kadın-erkek ayrımına düşmeden her alanda ve her anlamda siyasal ve toplumsal hakların kullanılması, yaşama geçirilmesi, uygulanması anlamında” siyaset adam ve KADINLARININ, devlet adam ve KADINLARININ varlığıyla… Ekonomide; ülkemizin çıkarlarını düşünen, gözeten iş adamlarının ve KADINLARININ ve işgüvencesiyle, sendikal haklarıyla güçlendirilmiş üretken işçilerinin, emekçilerinin varlığıyla… Eğitimde; ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ’nden sapmayan öğretmen ve öğrencilerinin varlığıyla… Kamuda; devletinin çıkarları doğrultusunda, bununla birlikte kamu yararı ilkesinden ayrılmadan hizmet eden devlet memurlarının varlığıyla ( polisiyle, doktoruyla, savcısıyla, mimarıyla, mühendisiyle, vergi memuruyla)… Tarımda; toprağının arsa mafiasını satışını değil, tarımsal veriminin artışını düşünen, ormanını koruyan köylüsünün varlığıyla… Nüfusta; çok sayıda çocuk değil, iyi eğitilmiş, nitelikli çocuklar yetiştirmek isteyen ana-babalarının varlığıyla
(*) Var sayalım ki Ordumuz olduysa birilerinin “boy”ları, güvenemeyecek olursak yabanın “our boys”una; kaygılanmayın Kurtuluş Savaşı’nda yaşandığı gibi EFELERİMİZ iner dağdan, ovaya Mudanya’dan, İzmir’den Yunan’ı denize döktüğü gibi, bir kez daha dökmek için…