Bursa’nın tarihine şöyle bir göz atarsanız bu kentin tam anlamıyla bir “sürgünler kenti” olduğunu görürsünüz.
Sürgünlerimizin en ünlülerinden biri Şeyh Bedrettin’dir mesela.
Osmanlı’nın yaşadığı fetret devrinde şehzadelerden Musa Çelebi’nin kazaskeri olarak görev yapan Bedrettin, bir ilahiyatçıdan ziyade batı tarzı bir filozoftu.
Savaşı kazanıp karışıklık dönemini bitiren ve bu gün Yeşil Türbe’de yatmakta olan Çelebi Mehmet, O’nu bilim ve erdemine duyulan saygıdan dolayı İznik’e sürgün etmekle yetindi başlangıçta.
Şeyh Bedrettin İznik’te Kitab-ül Teshil ve Nur-ul Kulub isimli eserlerini yazmıştır.
Müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in Manisa çevresindeki faaliyetleri saraya jurnallenince Bedrettin’e de İznik’i terk etmek düştü.
Sığındığı İsfendiyaroğlu’ndan destek bulamayınca bu gün Bulgaristan sınırları içinde kalan Deliorman’a kaçtı Bedrettin.
Şimdilerde de sıklıkla yapıldığı gibi uydurma bir mahkemede düşünceleri nedeniyle mahkum edilen Şeyh Bedrettin bir sabah vakti Serez’de bir bakırcı dükkanının önündeki ağaca çırıl çıplak vaziyette asıldı.
Müritleri gece gizlice alıp onu gömdüler.
Ancak sabah ipin ucunu boş gören sevenleri Bedrettin’in ölmediğine, göğe çıktığına inandılar.
Şeyh Bedrettin gerçekte göğe çıkmasa dahi onu idam edenlerin isimleri bile hatırlanmazken 1413 yılından beri bu gün düşünceleriyle hala yaşıyor gördüğünüz gibi işte.
…………
Osmanlı döneminin en çok eziyet görenlerinin başında hiç kuşkusuz şairler ve zamanın aydınları geliyordu.
Ya sultan sofralarında itibar görürler ya da yağlı urgandan kurtulsalar bile soluğu sürgünlerde alırlardı.
16’ncı yüzyılın en ünlü şairi Baki de kentimizi onurlandıran sürgünlerden biridir.
Bu arada 1 Nisan sabahı Bursa’nın yeni belediye başkanı/başkanları olarak uyanacak isimlere önerimdir; bu kente bir “sürgünler müzesi” açmaları, ziyadesiyle ilgi çekecektir?
Divan şiirinin büyük ustası Baki, kendisi de bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman’ı kızdırınca, padişah tarafından kendisine şu dizeler yazılıp yollanarak Bursa’ya sürgüne gönderilir:
“Baki bed, Bursa’ya red
Nefy ebed, azmi bülend”
(Kötü Baki, sonsuza dek Bursa’ya sürgün oldun, haydi dayan!..)
Aşağıdaki iğneleyici ama güzel dizeleri yazıp da sultana bir dilekçe olarak sunan Baki, Padişah Süleyman tarafından sanatına hürmeten affediliyor daha sonra:
“N’ola kim, nefy abed.
Azmi bülend oldunsa ey Baki!
Bilesin ki cihan mülkü,
Değil Süleyman’a baki.
Şaha azminde ispatı,
Tehevvür eyledin amma,
Buna çarkı felek derler,
Ne sen baki, ne ben Baki!..”
…………..
Efendim bu gün Altıparmak Caddesi’nin alt tarafında kendi adıyla aılan bir mahalle de bulunan Ahmet Paşa’yı sanırım orada oturanlar bile tanıyıp bilmezler.
Yine kendi adıyla bir mescidi de bulunan Ahmet Paşa’nın mezarı da Bursa’dadır.
Devrin önemli şairlerinden biridir Ahmet Paşa.
Fatih Sultan Mehmet’in haremindeki(!) bir oğlana aşık olunca Bursa sürgününün önü açılır!
Eski Osmanlı antolojilerinde bu olay ayrıntılı olarak yazılıdır.
Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet bu aşkın ayrıntılarını öğrenince Şair Ahmet Paşa’yı sınamak ister.
Bir gün Topkapı Sarayı’ndaki Hasbahçe’de toplanan şairler meclisinde sakilik yapan Paşa’nın vurulduğu genç oğlan, saçının zülfü başındaki külahının içine saklanmış vaziyette servise çıkarılınca hemen oracıkta şu sözler çıkıvermiş meşhur şairin ağzından:
“Zülfün gidermiş ol sanem kâfirliğin konmaz henüz
Kesmiş veli zünnarını (papaz kuşağı) dahi Müslüman olmamış”
Durum artık iyece padişahın malumu olunca Fatih’in Oğlancı(!) Şair Ahmet Paşa’yı önce Bursa’ya sürgüne yolladığı, ardından da yine sultana yazdığı o ünlü kerem ölçülü kasidesi sayesinde affedilerek bu kez Bursa’da görev verildiğini yazıyor okullarımızda okutulmayan gayrı resmi tarih kitapları.
Hatta Fatih’in bu genç oğlanı daha sonra Paşa’ya hediye ettiğini de!
………….
Şimdi bu “oğlan” Lafı ve “oğlancılık” durumu bazı hemşerilerimizi kızdırmış olabilir.
Ama ne yapalım ki gerçek böyle!
Üstelik yazarınız da 700 yıldır Bursa’da yaşayan bir sülalenin ferdi olarak, askere gittiği vakit müphem “Bursalılık” yakıştırmasına maruz kalan bir neslin evladıdır, nur içinde yatsın merhum Zeki Müren’imiz sayesinde!
Fakat gelin, durumu bir “fıkrayla” sizi gülümseterek kurtarmaya çalışalım:
Osmanlı döneminde yeniçerilerin kendilerini olduklarından daha büyük göstermek için giydikleri keçe başlığa “puş” denirmiş.
“Serpuş” yani, asker şapkası anlamında.
Bu “puş”ların imalatı da sadece Bursa’da yapılırmış o sıralar.
Bir gün sefer hazırlığı içerisindeki Osmanlı ordusunun 20 bin adet “puş”a ihtiyacı olmuş.
Hemen Bursa’ya haber göndermişler.
Fakat bir imla hatası sonucu “puş” burada “puşt” şeklinde anlaşılınca devrin valisi sıkıntıyla düşünmeye başlamış “Ben şimdi 20 bin puştu nereden bulacağım” diye?!.
Derken zar zor da olsa çevreden de takviyeyle bir araya getirilen 20 bin puşt topluca İstanbul’a doğru yola çıkarılmış.
Gebze’yi geçtikleri vakit de bu durum Saray’a, “Bursa’dan 20 bin asker Bab-ı âli’ye doğru yürüyüşe geçti” şeklinde ulaştırılınca yeniçeriler hemen önlerini kesmiş.
Kısa bir görüşmenin ardından durum anlaşılmış ve herkes derin bir oh çekmiş.
Yeniçeri ağası demiş ki, “İyi, madem buraya kadar geldiniz, hazır yakında sefer de var sizi cepheye alalım, düşün ardımıza bakalım.”
Böylelikle yeniçeriler önde, 20 bin puşt arkada başlamışlar İstanbul’a doğru yürümeye.
Rivayet odur ki, mehter marşı eşliğinde yürüyen yeniçerilerin iki adım attıktan sonra bir adım da geriye doğru şüpheyle bakıp durmaları, arkalarından gelen 20 bin puşt yüzünden, o dönemden kalmaymış!
Ve yine rivayet odur ki bu civarda yaşayan tüm puştlar daha o vakitler bu vesileyle İstanbul’a postalandıkları için Bursa, Anadolu’nun en temiz kentleri arasında yer almış!
Tek tük az sayıda çıkanlarsa genellikle başka yerlerden gelmeymiş!
Hadi kalın sağlıcakla.
NOT: Yukarıdaki bilgileri son dönemde kentimizin yetiştirdiği çok değerli araştırmacı-tarihçi, sevgili dostum Raif Kaplanoğlu’nun “Bursa Kimin Şehri” isimli kitabından aldım. Bursa’ya onlarca kıymetli eser kazandıran Kaplanoğlu’nun kitaplarına, tarihi Irgandı Köprüsü üzerindeki “Avrasya Etnografya Vakfı’nın” irtibat bürosuna uğrayıp, kendisinin de bir çayını içerek ulaşabilirsiniz.
HATIRLATMA: Bursa’ya bir sürgün müzesi kurulmasını önerdim. İran devriminin lideri Ayetullah Humeyni, Aziz Nesin ve Bursa Cezaevi’nde yatmış olan Nazım Hikmet başta olmak üzere kentimize sürgün edilmiş şu isimleri okuduğunuzda bu önerinin ne kadar yerinde olduğu görülecektir:
15’nci yüzyılda Fatih’e övgüler düzen Hamid-i İsfahani, 1675 yılında “Seyid” mahlasıyla şiirler yazan Mehmet Efendi, 1711 yılında Abdülbaki Arif Ferruh Bey, 1733 Bursalı Reşid, 1842 Akif Paşa, 1755 Abdi, 18’nci yüzyılın ünlü şairlerinden Nevres-i Kadim Abdulrezzak Efendi, “Parmaksız Emir” adıyla anılan Garibi, 1720 yılında “hicri ve Haşim” mahlaslarıyla şiir yazan Deli Esad Paşa, 1828 yılında Muhlis mahlasıyla şiirler yazan Mehmet Esad, 1883 yılında Hersekli Arif Hikmet, Galip Paşa, yazdığı yergiler nedeniyle 1761 yılında Bursa’ya sürgün yiyen Haşmet, 1754 şair şeyhülislamlardan Mehmet Esad, 1756 Osman Saib, 1793 Malatyalızade İbrahim, 1818 Zeyni, 1878-84 yılları arasında ilk özel gazeteyi çıkaran Agâh Efendi, Ünlü gazeteci ve edebiyatçı Süleyman Nazif, Ressam Ferik İbrahim, Mevlanazade Rıfat, Abdulhamit’in jurnalcilerinden Fehim Paşa, Vali Mehmet Tevfik Bey, Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu ve Abdulhamit’in damadı Kemalettin Paşa, Eğitim Müdürü Necmettin Molla’nın ağabeyi Ali Ata, Subay Mehmet Ata, liste işte böyle uzayıp gidiyor.
İsmini en son yazdığım Mehmet Bey’in sürgün yeme sebebi, vapurda tanımadığı bir kişinin sigarasını yakmakmış!
Meğerse o kişi veliaht Reşad Efendi’ymiş!