Çarmıha gerilmeden kısa bir süre önce, her yanı sisle kaplı durgun bir denizin ortasında öylece duran kayıkta İsa ve Tanrı epeyce söyleşirler geçmişten gelecekten dem vurarak.
Sonra aralarına kıyıdan yüzerek gelen çoban görünümündeki Şeytan da katılır.
Nobel ödüllü Potekizli yazar Jose Saramago “İsaya Göre İncil” isimli kitabında Tanrı, Mesih ve Şeytan’ı zamanın ve varoluşun gizemli dehlizlerinde birbirlerini sorgulatarak konuşturur:
“…Bir sessizlik oldu. Tanrı ile Şeytan ilk kez yüz yüze geldiler, ikisi birden söze başlayacak gibi oldu, ama başlamadılar.
İsa dedi ki, bekliyorum?
Neyi diye sordu Tanrı, şaşırmıştı?
Diğer tanrılar karşısındaki zaferinin kaç ölüme ve hangi acılara neden olacağını, senin ve benim adıma çıkartılacak savaşlarda kaç kişiyi öldüreceğimizi itiraf etmeni?!.
-Bunu bimekte ısrar ediyor musun?
-Evet…
Peki o zaman sen bilirsin, bahsettiğim kilisenin temeli, sağlam olsun diye, ete atılacak, duvarlarının harcına yas, gözyaşı, acı, çile ve ölümün her biçimi karıştırılacak.
-Sonunda konuşmaya başladın ve seni anlayabiliyorum durma, devem et?
Tanıdığın, sevdiğin kimselerden başlayalım, Adını Petrus koyacağın Balıkçı Simun senin gibi ama bu kez tersten, ayakları havaya gelecek biçimde çarmıha gerilecek, Zebedi’nin Yakup diye bilinen oğlu kellesini kaybedecek.
-Yuhanna ile Mecdelli Meryem’e ne olacak?
Onlar zamanı gelince ecelleriyle ölecekler ama işkenceden kurtulamayacak başka arkadaşların, öğrencilerin, havarilerin olacak, Bartolomeus’un canlı canlı derisini yüzecekler, Tomas bir mızrağa kurban gidecek, Matta, şey, onun ölümünün ayrıntılarını hatırlayamadım, bir Simun daha var, onu testereyle kesip ikiye ayıracaklar, Yahuda’yı döve döve öldürecekler, Yakup taşlanacak, Markos’un kellesi baltayla uçurulacak, Yahuda İskaryot kendini bir incir ağacına asacak.
-Bütün bu adamlar senin yüzünden mi ölecek, diye sordu İsa?
Benim için ölüp ölmeyeceklerini soruyorsan, evet, benim için ölecekler.
Peki ya sonra, sonrası evladım, daha önce de söylediğim gibi, bir kan ve gül, ateş ve kül, yas ve gözyaşı denizi.
-Anlat bana, her şeyi bilmek istiyorum?
Tanrı bir ah çekti, hislerini bastıran birinin duyarsız sesiyle sıralamaya başladı. İsme göre alfabetik bir düzen düşünmüştü ki, ayrılık gayrılık olmasın:
Praglı Adalbertus yedi dişli bir mızrakla öldürülecek, Adrianus bir örsün üzerinde çekiçlerle, Augsburglu Afraat yakılarak, Praenesteli Agapitus ayaklarından asılıp yakılacak, Romalı Agnes karnı deşilerek öldürülecek, Bolonyalı Agricola çarmıha gerilip, çiviye yatırılarak, Sicilyalı Agueda altı bıçak yarasıyla ölecek, Canterburyli Alphege bir öküzün incik kemiğiyle dövülerek, Sirmiumlu Anastas göğüsleri deşildikten sonra yakılarak, Solanalı Anastasyus ağaca asılacak ve kellesi uçurulacak, Sienah Ansanus bağırsakları deşilerek öldürülecek, Pamiersli Antonius boğulacak ve dörde parçalanacak, Rivolili Antonio taşa tutulacak ve canlı canlı yakılacak, Revennalı Apollinaris sopalarla dövülerek öldürülecek, İskenderiyeli Apollnia dişleri söküldükten sonra yakılacak, Trevisolu Augusta kellesini kaybedecek ve sonra da yakılacak, Ostialı Auera boynuna bağlanan değirmen taşıyla suda boğulacak, Suriyeli Auera çivili bir sandalyeye oturtulacak ve kan kaybından ölecek, Auta okla vurulacak, Antakyalı Babylas kellesini kaybedecek, İzmitli Barbara da öyle, Kıbrıslı Barnaba taşa tutulacak ve yakılacak, Romalı Beatrice boğulacak, Dijonlu Benignus mızraklarla öldürülecek, Sivaslı Blaise ise demir kazıklara atlacak, Lyonlu Blandina vahşi bir boğanın boynuzuyla, Kallislus boynunda değirmen taşıyla ölecek, Imolalı Cassianus yandaşları tarafından hançerlenecek, Castulus canlı canlı yakılacak, İskenderiyeli Katerina kellesini kaybedecek, Romalı Çeçilya da öyle, Bolsenalı Kristina değirmen taşıyla ezilerek, mızraklar saplanarak ve yılanlara sokturularak öldürülecek. Nastesli Klarus kellesinden olacak, Viyanalı Klarus da öyle, Klemens boynuna bağlnan çapayla suya atılacak, hek Krispin hem de Soissonlu Krispinian kelleleri uçurularak öldürülecek, Barselonalı Kukufas bağırsakları deşilerek, Kartacalı Kiprianus kellesi uçurularak, Tarsuslu genç Cyricus bir yargıç tarafından kafası mahkemein merdivenlerine vurularak öldürülecek ve Tanrı soluklanarak dedi ki, işte böyle gidiyor, ufak tefek değişiklikler dışında aynı hikaye, insanların kimi zaman çok özel koşullarda öldüğü doğru ama bunları anlatmak sonsuza kadar sürer, iyisi mi burada keselim.
-Hayır, hayır devam et dedi İsa ve Tanrı yarım gönülle devam etti:
Arezzolu Donatus kellesini kaybedecek, Rampillonlu Eliphius’un kafa derisi yüzülecek, Emerita canlı canlı yakılacak, Trevili Emilianus kellesini kaybedecek, Regensburglu Emmeramus bir merdivene bağlanıp ölüme terk edilecek, Saragossalı Engratia kellesinden olacak, Gaetalı Erasmus ki Elmo diye bilinir, bir çıkrığa gerilecek, Escubiculus kellesini kaybedecek, İsveçli Eskil taşlanarak ölecek, Merudah Eulalia’nın kafası kesilecek, Kalkedonlu Euphemia kılıçla öldürülecek, Santesli Eutropius bir baltayla kafası uçurularak, Fabian mızraklar ve hançerlerle, Agenli Faith kellesinden olacak, Felicita ve yedi oğlu kılıçla başları kesilerek öldürülecek, Felx ve kardeli Adauctus da öyle, Besançolu Ferreolus kellesi uçurularak, Sigmaringenli Fidelis çivili sopalarla dövülerek öldürülecek, Pamplonalı Firminus kellesini kaybedecek, Domitillalı Flavia da öyle, Evorah Fortunas’ın kaderi de farklı olmayacak, Tarrogonlu Frutoasus yakılarak can verecek, Fransız Gaudentius kellesini kaybedecek, Gelasius hançerle kafası kesilerek, Burgundyli Gengolf karısının aşığı tarafından öldürülecek, Budapeşteli Gerard Sagreda mızrakla, Kölnlü Gerean kafası kesilerek öldürülecek, İkizler Gervase ve Protese de öyle, Godleva ve Ghisteles boğularak can verecek, Aostah Gratus kellesini kaybedecek, Hermenegild delik deşik edilecek, Hero kılıçla öldürülecek, Hippolitus bir atın peşinde sürüklenerek, Azevedolu Ignatius Kalvinistler tarafından öldürülecek, onlar Katolik değildir, Napolili Januarius yakılmadan önce vahşi hayvanlara atılacak ve kafası kesilecek, Arklı Joan yakılacak, Brittolu Jean kellesini kaybedecek, John Fisher kellesinden olacak, Nepomuklu Jhon Vitava Nehri’ne atılarak boğulacak, Pradolu jhon başından hançerlenecek, Korsikalı Julia’nın çarmıha gerilmeden önce göğüsleri deşilecek, İzmitli Juliana kellesinden olacak, Sevileli Justa ve Rulfina’ya gelince, biri boğulacak, biri ipe gerilecek, Antakyalı Justina kaynar katrana atılacak ve sonra da başı kesilecek, Justus ve Pastor ki Pastor’un kelime anlamı çoban olsa da bunun bizim çobanla bir alakası yok, bu Alcala de Heranes’ten geliyor, bu ikisinin kafaları kesilecek, Würzburglu Kilian da kellesini kaybedecek, Lawrence bir ızgaraya bağlanıp yakılacak, Autunlu Leger dili kesilip, gözleri de oyulduktan sonra kellesi uçurularak öldürülecek, Teledolu Leocadia bir uçurumdan aşağı atılacak, Ghentli Livinus dili söküldükten sonra kellesinden olacak, Longinus da kellesini kaybedecek, Siraküslü Lucia gözleri oyulduktan sonra kellesinden olacak, Longinus da kellesini kaybedecek, Praglı Ludmila boğulacak, Tarragonlu Maginus’un kafası testere dişli bir tırpanla boynundan ayrılacak, Kapadokyalı Mamasin bağırsakları deşilerek, Manuel, Sabel ve İsmail’e gelince, Manuel’in iki göğsüne çiviler çakılacak ve sonunda bir demir parçası bir kulağından girip diğer kulağından çıkacak, bu üçünün kafaları bedenlerinden ayrılacak, Antakyalı Margerita kızgın demir ve tırmıkla öldürülecek, Maria Goretti boğulacak, İranlı Marius elleri kesildikten sonra kılıçla öldürülecek, Romalı Martina kellesini kaybedecek, Fas’ın şehitleri, Carbiolu Berard, Gimignanolu Peter, Otto, Adjuto ve Accursio kellelerinden olacaklar, Japonya’da yirmi altı kişi çarmıha gerilecek, delik deşik edilecekler ve yakılacaklar, Agauneli Maurice kılıçla öldürülecek, Meinradlı Einsiedeln hançerlenerek öldürülecek, İskenderiyeli Menas kılıçla, Kapadokyalı Merkürüs kellesinden olacak, Rheimslı Nicasius da öyle, Huylu Odillia oklara hedef olacak, Paneras kellesinden olacak, İzmitli Pantaleon da kellesini kaybedecek, Paphnutius çarmıha gerilecek, Troyesli Patroclus ve Soest de öyle, ilk kiliseni kuracak olan Tarsuslu Pavlus çarmıha gerilecek, Pelagius boğulacak ve dört parçaya ayrılacak, Perpetua ve kölesi Kartacah Felicita bir boğanın boynuzuyla ölecekler, Ratesli Peter kılıçla öldürülecek, Veronas Pietro kafası yarılarak ve göğsüne bir hançer saplanarak öldürülecek, Philomena oklara hedef olacak ve zincirlerle öldürülecek, Tournaili Piaton’un kafa derisi yüzülecek, İzmirli Polikarpos hançerlenerek canlı canlı yakılacak, Romalı Prisca aslanlara atılacak, Prokesus ve Martinian’ın kaderleri de aynı olacak, Qintunus’un kafasına ve vucudunun diğer bölgelerine çiviler girecek, Reuenli Quirinus’un kafa derisi yüzülecek, Coimbralı Quiteria kendi babası tarafından başı kesilerek can verecek, Aiseli Reine kılıçla öldürülecek, Dortmuntlu Renaud ise tokmakla, Napolili Restituia yakılarak can verecek, Ronaldinio ise kılıç darbeleriyle, Antakyalı Romanus dili koparıldıktan sonra boğularak öldürülecek…
Bu kadar yeter mi diye sordu Tanrı İsa’ya?
-Bu senin kendine sorman gereken bir soru, durma, diye cevap verdi İsa ve Tanrı devam etti:
Sensli Sabinian kellesinden olacak, Assisli Sabinus taşlanarak öldürülecek, Tunuslu Satırninus bir boğa tarafından sürüklenerek öldürülecek, Sebastian oklara urban olacak, Astili Secundus kellesi uçurularak öldürülecek, Tongresli Servatius ve Maastrcht bir nalınla kafalarına aldıkları darbeler sonucunda ölecekler, Barselonalı Severus kafasına çakılan çivilerle öldürülecek, Exeterli Sidwell’in kellesi uçurulacak, Burgundy Kralı Sigismund bir kuyuya atılacak, Sixtus’un kellesi uçurulacak, Stefanus taşlanarak öldürülecek, Autunlu Symphorianus’un kellesi uçurulacak, Taresius taşlanarak can verecek, Konyalı Thecla bacakları kırıldıktan sonra canlı canlı yakılacak, Teodoros yakılarak can verecek, Canterburyli Thomas Becket kafatasına girecek olan bir kılıçla, Thomas More’un kellesi uçurulacak, Thyrsus’un bedeni ortadan iki parçaya ayrılacak, Tibutius da kellesinden olacak, Efesli Timoteyus taşlanarak can verecek, Torquatus ve yanındaki yirmi yedi kişi General Muça tarafından Guimaraes kapılarında öldürülecek, Pisalı Tropes’in kellesi uçurulacak, Urbanus Limogesli Valeria ve Camarionlu Valerian ile Venantius aynı kadere ortak olacaklar, Victor kellesinden olacak, Marseillesli Victor da öyle, Romali Victoria dili kesildikten sonra idam edilecek, Saragossalı Vincent değirmen taşı, ızgara ve mızraklarla ölümüne işkence görecek, Trentli Virgilius’un ölümü bir kütükten gelecek, Ravennalı Vitalis kılıçla öldürülecek, Wilgefortis, Livrade, Eutropia, nami diğer sakallı bakire çarmıha gerilecek, işte böyle sürüp gidiyor, hepsinin kaderi birbirine benziyor…
-Yetmez dedi İsa, başka kimler var?
Öğrenmen şart mı?
-Evet şart.
Şehit olmaktan yırtan, dünyanın, tenin ve Şeytan’ın kahrını çektikten sonra ecelleriyle ölenler var, bu üçünün hakkından gelmek için oruç tutup dua ederek bedenlerini hor görecekler, hatta Jhon Schorn diye eğlenceli biri var, dua etmek için dizleri üzerinde o kadar çok zaman geçirecek ki sonunda dizleri nasır tutacak, hatta bazısı, bak bu seni ilgilendiriyor, onun Şeytanı bir çizmenin içine hapsettiğini söyleyecek, ha ha ha!
-Beni çizmeye, öyle mi dedi çoban(Şeytan) alaycı bir tavırla, bunlar kocakarı masalı, beni içine alabilecek çizme en az dünya kadar geniş olmalı, dahası o çizmeyi giyip daha sonra da çıkartmayı kim becerecek görmek isterim doğrusu.
-Dua edip oruç tutacak herhalde, diye araya girdi İsa ve Tanrı cevap verdi:
Teni kanlarını akıtarak, acı çekerek, kir bağlayarak ve kendilerine sayısız cezalar vererek aşağılayacaklar, baş örtüsü takan var mesela, kendilerini kırbaçlayanlar da, asla yıkanmayanlar olacak, bazısı cinsel arzularını bastırabilmek için kendini çalılara atacak ya da karda yuvarlanacak. Çünkü Şeytan insanları doğrudan cennete çıkan dar yoldan saptırmak için yeryüzüne bu tür arzular ya da çıplak kadınların, korkunç canavarların, tiksinti verici mahlukların hayallerini gönderir, çünkü şehvet ve korku Şeytan’ın yoldan çıkmış insana işkence ettiği silahlardır.
-İsa çobana bu doğru mu diye sordu ve çoban da cevap verdi:
Az çok doğru, ben sadece Tanrının istemeyip de geride bıraktığını, hazzıyla acısıyla teni, gençliği ve ihtiyarlığı, tazeliği ve çürümüşlüğü aldım ama korkunun benim silahım olduğu doğru değildir, ben günahı ya da cezayı ya da bunların uyandırdığı korkuyu yarattığımı hatırlamıyorum.
Kapa çeneni diye azarladı onu Tanrı, günah ve Şeytan bir ve aynı şeydir.
-Peki, o nedir diye sordu İsa?
Benim yokluğumdur.
-Kendi yokluğunu nasıl açıklarsın, sen mi bir köşeye çekilirsin yoksa insan mı seni terk eder?!.
Ben asla çekilmem, asla.
-Demek insanın seni terk etmesine göz yumuyorsun?
Beni terk edenler sonunda beni aramaya gelir.
-Seni bulamadıkları zaman da bunun sorumlusu Şeytan oluyor öyle mi?
Tanrı sanki bir an için gücünün sınırlı olduğunun farkına varmış gibi beklenmedik bir umutsuzlukla dedi ki, hayır, onun suçu yok, suçlu benim, çünkü beni arayanların karşısına çıkamıyorum!..
İsa dedi ki devam et:
Başkaları da var dedi Tanrı, yavaşça, tenhalara gidecekler ve hayatlarını tek başlarına mağaralar ve inlerde sürdürecekler, hayvanlardan başka dostları olmayacak, manastır hayatını seçenler de var, sütunların tepesine tırmanıp, yıllar yılı oralarda kalanlar da,
Koca dünyanın, kimi basit, kimi saraylara benzeyen bütün manastırlarını ve buralara girip çıkacak binlerce, yüz binlerce kadın ve erkekten oluşan sonu gelmez bir tören alayını gözünde canlandıran Tanrı’nın sesi kısıldı, sonunda çıkmaz oldu.
Sana ve bana hizmet etmek için oralarda, dualar ve ilahiler okuyarak gece gündüz çırpınacaklar, kaderleri ve hedefleri bize tapınmak ve dudaklarında bizim isimlerimizle can vermek olacak, farklı isimler koyacaklar kendilerine, Benediktenler, Sistersiyenler, Kartusiyenler, Augustinyenler, Gilbertçiler, Triniteryenler, Fransiskenler, Dominikenler, Kapuçinler, Karmelitler, Cizvitler, bunlardan o kadar çok olacak ki, izninizle şöyle söyleyeyim, aman ya Rabbim, ne çok!
Bu noktada Şeytan İsa’ya dedi ki, bize söylenenlere kulak verecek olursan, kişinin hayattan ayrılmasının iki yolu olduğunu fark edeceksin, ya şehit olunuyor ya da Tanrı’ya teslim olunuyor, gelecek cemaatin üyelerine ecellerini beklemek yetmeyecek, illa ki ölüme koşmaları gerekecek –şehit olabilmek için, çarmıha gerilmeye, delik deşik edilmeye, kellerini kaybetmeye, yakılmaya, taşlanmaya, dövülmeye, kesilip biçilmeye, kafa derilerini yüzdürmeye, boğazlanmaya, canlı canlı gömülmeye, parçalara ayrılmaya, oklara hedef olmaya, işkence görmeye ya da hücrelerde, manastırların ücra köşelerinde, Tanrı’nın onlara bağışladığı, ruha mesken olan teni hor görüp tövbe ederek ölmeye koşuyorlar ama bu cezaların hiç birini senle konuşan bu Şeytan icat etmedi!
Hepsi bu mu diye sordu İsa Tanrı’ya?
Hayır, daha savaşlar ve katliamlar var…
…Birbiri ardına patlak verecek sonsuz sayıda savaş, bunlardan çoğu henüz ortaya çıkmamış olan bir tanrının sana ve bana öfkelenen kullarıyla yapılacak.
-Henüz ortaya çıkmamış bir Tanrı diye bir şey olur mu, eğer Tanrı gerçek Tanrı ise her daim var olmalıdır.
Biliyorum, bunu anlamak ve anlatmak güç ama bu söylediklerim gerçekleşecek, bize ve bizi izleyenlere, tüm uluslara baş kaldıran bir tanrı olacak ve işte o zamandan sonra gerçekleşecek katliamları, çekilecek acıları, dökülecek kanı anlatabilmem mümkün değil, Kudüs’teki tapınağımın bin kat büyüdüğünü düşün, kurbanlıkların yerine insanları koy, o zaman bile Haçlıların neye benzediğini tam anlayamazsın!
-Haçlılar mı, onlar da kim, hem madem bunlar henüz yaşanmadı, neden yaşanmış gibi konuşuyorsun?
Hatırla, ben zamanım, benim için gelecek çoktan geride kaldı, geçmiş ise hala yaşanıyor.
-Şu Haçlılardan biraz daha bahset?
Peki evladım, peki, Kudüs dahil şu anda bulunduğumuz bölge ve kuzeyde ve batıda başka yerler de, anlattığım henüz ortaya çıkmamış ve biraz daha gecikecek olan o tanrının izleyicileri tarafından işgal edilecek, bizim izleyicilerimiz senin ve haliyle benim geçtiğimiz toprakları bunlardan kurtarmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar.
-Sen bu toprakları Romalılardan kurtarmak için de fazla bir şey yapmadın?!.
Lafı başka tarafa çekip de benimle eğlenme, gelecekten bahsediyorum.
-Devam et öyleyse?
Bundan ötesi, burada doğdun, burada büyüdün ve burada öldün.
-Ben daha ölmedim!
Saçma, az önce sana söylediğim gibi, benim için olmuş olan ve olacak olan birdir ve lütfen artık kesme sözümü yoksa benden başka bir şey duyamazsın.
-Pekala, pekala sakin ol.
Gelecek nesiller bu toprakları kutsal topraklar diye anacak çünkü, sen burada doğdun, yaşadın ve öldün, kurucusu olduğun dinin beşiğinin kafirlerin eline geçmesi yakışık alır bir durum olmadığı için, buraya batıdan büyük ordular gelecek, bölgedeki kıymetli yerlerden bazılarını, doğduğun o mağarayı ve can vereceğin tepeyi Hristiyan alemine kazandırmak için tam iki yüz yıl boyunca savaşacaklar.
-Bunlar Haçlı orduları mı?
Evet, öyle.
-Peki, istediklerini alabildiler mi?
Hayır, ama çok insan kestiler.
-Kendilerinden ne haber?
Tabii onlar da en az kafirler kadar, hatta belki daha fazla kayıp verdi.
-Bütün bu kan senin adına döküldü öyle mi?
Savaşa giderken haykıracaklar, bu Tanrı’nın isteğidir. Kuşkusuz ölürken de haykıracaklar, bu Tanrı’nın isteğiydi. İyi bir ölüm bu.
-Canını feda etmeye değer mi?
Kişi ruhunu kurtarmak için, evladım, bedenini feda etmeli.
-Peki ya sen çoban, bizi bekleyen bu acayip olaylara ne diyorsun?
Tanrı’ya baş kaldıracak diğer tanrının ortaya çıkmasına benim vesile olduğum iftirasını atmazsa, aklı başında bir kimse, bunca kandan ve bunca ölümden Şeytanın sorumlu olduğunu ya da olacağını düşünemez.
-Hayır, senin kusurun yok, biri seni suçlayacak olursa kabahat Şeytanda olsaydı, gerçek bir tanrı yaratamazdı dersin.
O zaman, o düşman Tanrıyı kim yaratacak diye sordu çoban, İsa’nın cevap verecek hali yoktu, Tanrı’ya gelince o da sessizdi ve sessiz kalacaktı ama sisin içinden gelen bir ses dedi ki, belki de bu Tanrı’yla, gelecek olan Tanrı, aynı Tanrı’dır!
İsa, Tanrı ve Şeytan, üçü birden duymazdan geldiler ama korkuyla birbirlerine bakmadan da edemediler, korkunun birliği böyledir, düşmanları dost kılıverir.
Tanrı duraksadı ve sonra yorgun bir sesle dedi ki, bir de Engizisyon var ama izin verirsen bunu başka bir zaman anlatayım.
Sis yine yaklaştı, bir şeyler oluyordu, yeni bir sır açıklanacak, belki de yeni bir acı ya da pişmanlık paylaşılacaktı.
Şeytan başladı konuşmaya.
Tanrı’ya, Benim bir teklifim var, dedi ve Tanrı şaşırdı, Senden bir teklif ha, ne önerisiymiş.
Alaycı ters sözleri herkesi gücendirebilirdi ama Şeytan eski dosttu ne de olsa.
Çoban söze başlamadan önce doğru sözleri aradı, Bu kayıkta konuşulan her şeyi duydum, ilerideki ışığı ve karanlığı ben kendim de gördüm ama insanları yakmak için tutuşturulan odunların ışığını ya da leş yığınlarının karanlığını gördüğümü düşünmemiştim…
Bu seni rahatsız mı ediyor?
Bu beni rahatsız etmemeli, çünkü ben Şeytanım ve ölüm senden çok bana yarar, cehennem her zaman cennetten daha kalabalıktır.
Öyleyse nedir derdin?
Derdim yok ama bir teklif yapmak istiyorum…
Söyle ama acele et, sonsuza kadar burada vakit öldürecek değilim.
Şeytanın da bir kalbi olduğunu sen de bal gibi biliyorsun?
Evet ama onu kullanmayı beceremiyorsun!
Bu gün senin gücünü tanıyarak, kalbimi ortaya koymak istiyorum, dilerim gücün dünyanın sonuna kadar, bunca yıkıma ve ölüme ihtiyaç kalmadan yayılır ve sana sırt çevirmenin, seni inkarın tek sebebinin benim bu dünyada hüküm süren fenalığım olmasında ısrar ettiğin için, sana beni göksel krallığına kabul etmeni teklif ediyorum, gelecekteki fenalıklarımdan vazgeçmem, geçmişteki fenalıklarımı telafi eder, seçilmiş meleklerinden biriyken yaptığım gibi, sana yine boyun eğerim, mutlu günlere geri döneriz. Ruhum sana eşit olma duygusuyla kirlenene ve beni sana isyana sürükleyene kadar bana Lucifer derdin, ışık taşıyan, aydınlık.
Peki, söyler misin, seni neden affedip krallığıma kabul edeyim?
Çünkü, sağa sola vaat etmek istediğin affı şimdi bana vaat edersen, kötülük boyun eğecek, oğlun ölmek zorunda kalmayacak ve krallığın, İbranilerin topraklarının çok ötesine yayılıp tüm dünyayı kucaklayacak, her yerde iyi niyet filizlenecek ve ben, melekler arasında en aşağı konumda kalacağım ve sana sadık olacağım, tövbe etmiş olduğum için sana bütün meleklerinden daha bağlı olacağım, sana methiyeler düzeceğim, her şey hiç başlamamış gibi son bulacak, her şey her zaman nasıl olması gerektiyse öyle olacak.
Ruhları baştan çıkarma konusunda çok becerikli olduğunu bilirdim ama seni hiç bu kadar düzgün, bu kadar etkileyici konuşurken görmemiştim, az daha kazanıyordun kalbimi.
Yani beni kabul etmeyeceksin, beni affetmeyeceksin?
Hayır, seni ne kabul ne de af ederim, olduğun gibi kalmanı tercih ederim, hatta elimden gelse seni daha kötü bile yaparım.
Ama neden?
Çünkü benim sunduğum iyilik, senin sunduğun kötülük olmadan var olamaz, eğer sen bitersen, ben de biterim, Şeytan Şeytan olmadıkça, Tanrı da Tanrı olmaz!
Son sözün bu mudur?
İlk ve son sözüm çünkü, ilk kez bunu söylüyorum, son sözüm çünkü, bunu bir daha tekrarlamayacağım.
Çoban yani Şeytan omuz silkti ve İsa’ya dedi ki;
Şeytan’ın, Tanrı’yı ayartmadığı söylenmesin bir daha!...”
………………….
Saramago’nun kitabından alıntıladığım bu uzun bölümleri okumayanlar için paylaşmak istedim.
Özellikle, ilk bölümde verilen İsa’nın takipçilerinin uğradığı zulümleri de yazıyı daha okunur kılmak adına kısa tutmadım.
İstedim ki aynı ben gibi o satırları okuyan herkes dinlerin taassubu ve takipçilerinin yobazlığı sonucu insanoğlunun çektiği, daha da fenası hala çekmekte olduğu acıları hissedip, düşünsün.
Din tacirlerinin, din adamlarının, her dönem egemen güçlerin besleyip yönettiği bu algının foyası biraz olsun dökülsün.
Haftalardır tırpanla kesilip ortalığa saçılmış bahar çiçekleri gibi çocuk cesetleri görüyoruz Gazze’nin artık harabeye dönüşmüş savaş mağduru sokaklarında.
Daha dün soykırıma uğradık diye feryat edenler bu gün yine dünya sermayesinin musluğuna geçmişler, kendi tanrılarının yine kendilerine vaat ettiğine inandıkları toprakları geri alabilmek, Arap’ları Filistin’den tümden çıkarıp Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa edebilmek için bilmem kaçıcı katliamlarını gerçekleştirmekteler oralarda.
………………..
Sadece İsrailli caniler mi?
Türkiye üzerinden oraya sevk edilirken yolda zevk için Jandarma erimizi vurup, “Bir kafir öldürdüm, sevap işledim” diye açıklama yapan sakalı böğründe insanlar beslenip silahlandırılıyor Suriye’de, hem de Türk hükümeti tarafından!
Onlara göre Müslüman da olsalar kendileri haricinde herkes kafir!
Kendilerinden görmeyip yakaladıkları insanları çoluk çocuk demeden hemen orada yatırıp kafalarını kesiyorlar.
Kadınlarsa İslami esaslara göre(!) köle yani cariye yapılıp cinsel arzular için kullanılmakta.
Irakta ölen 1 buçuk milyon insana Amerika Askerleri neler yaptıysa geçmişte, şimdi de Suriye’de Müslümanlar, diğer Müslümanları katlediyor!
O günlerde kahraman Amerikan askerlerinin evlerine dönmeleri için dua edenler, şimdilerde IŞİD'li canilere lojistik destek vermekle meşguller!..
Bu nasıl bir dünyadır, her bir insanoğlunun ayrı ayrı algıladığı bu dinler nasıl birer kurtuluştur ki, insanlara yüzyıllardır sürekli birbirlerini boğazlatıp durmakta?
Suudi Arabistan sermayesi tarafından yetiştirilip beslenen Suriye’deki bu selefiler, geçmişte aynen komşu ülkelerin PKK’yı kullanması örneğinde yaşandığı gibi Suriye ve Irak üzerine birer canavar olarak salınmış durumda.
PKK’lı bir teröriste af vaat edersiniz, başka imkanlar sağlayıp, silahını elinden alabilirsiniz belki ama beyni yıkanıp şartlanmış fanatik bir İslamcı teröriste bunu asla yaptıramazsınız!
Bakınız insanlık tarihinin sayfalarına, din temelli, Allah adına yapılan her kalkışma çok büyük acılara neden olmadı mı hep?
Ve yine insanlık tarihinde büyük yıkımlar yaşanmasına neden olan katı din fanatizmini yumuşatıp, sevgiyle harmanladıktan sonra insanların önüne koyan dergahlar, fikirler, projeler de hep bu topraklardan yani, Türklerden çıkmadı mı?
Arap kafasının taşıdığı Müslümanlık algısı hep kan, kin, nefret getirirken, bu topraklarda yeşeren Bektaşilik, Mevlevilik gibi akımlar insanlığın yüreğine bir nebze olsun su serptiler çok şükür.
Tevrat’ın birinci bölümünü oluşturan Tekvin Suresi’ni pek çok insan bilir.
Evrenin, dünyanın, tabiatın, insanın altı günde yaratılış hikayesi anlatılır orada.
(Şimdiye dek okumayanlar hemen İnternet’ten bakıp, ilk 3 bölümüne hızlıca bir göz atabilirler.)
Şimdi yine size alıntılayıp sunacağım metin, “Müslümanlığı bu coğrafya pekiştirip olgunlaştırdı ve dahi güzelleştirdi” tezine o kadar güzel bir örnek teşkil ediyor ki, ne demek istediğimi hemen ilk satırlarda anlayacaksınız.
İnsanın ve kainatın yaratılışı Türk müziğinin makamlarıyla süslenip Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Neyzen İbrahim Dede Efendi bu kadar güzel betimlenebilir mi, sonrasında siz söyleyin?
İhasan Oktay Anar’ın, “Suskunlar” isimli kitabının sayfaları arasında geziyoruz bu kez de:
“Başlangıçta sukût var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve yaradan Yegâh makamından terennüm eyledi. Ve bu ışıltılı nağmeyle etraf nûr oldu. Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. Ve yaradan, bu Yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün…
Ve yaradan Dügâh makamında terennüm etti. Ve suların ortasında bir azîm kubbe peydâ oldu. Ve kubbe tâ arşa kadar yükseldi. Ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün…
Ve yaradan Segâh makamında terennüm etti. Nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve terennüme devam etti. Nağme ile mest olan toprak, ot ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hasıl etti. Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün…
Ve Yaradan Çargâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, Yaradan’ın hem gündüze hakim olduğu Güneş ve hem de geceye hakim olduğu Kamer’in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan, bu Çargâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün…
Ve Yaradan Pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme envai çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlûkatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semâda yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün…
Ve Yaradan Şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. Ancak, bu kez nağme yankılanmadı. Bununla birlikte Yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir âvâz gelir, hemen tanıdı: Cins cins canlı mahlukatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, göklerdeki kuşların ve her şeyin hâkimi ilan edip mübârek kıldığı insanın sesiydi bu. Yaradan bu sesin pek o kadar da çirkin olmadığını gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün…
Ve yaradan Heftgâh makamında es eyleyip sustu. Çünkü sesini yer ile gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. Ve Yaradan yedinci günü mübarek kılıp takdîs eyledi ve dinlendi.
Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna makamı gizli bir nağme üfledi. Adam bu nağmenin güzel olduğunu gördü. Çünkü adam artık yaşıyordu ve onu yaşatan da bu nefes idi. Ancak adam ve onun sol kaburga kemiği, meyveyi ısırıp, yasağı çiğneyince, kendilerini diri kılan bu nağmeyi unuttular ve Aden’den kovuldular. Ne var ki ademoğulları; Hâbil ve Kâbil’den Hazreti İdris’e, Hûd Peygamber’den Firâvun Kâbus bin Muslap’a, Süleyman Aleyhisselâm’dan İskender Zülkarneyn’e, Melik Tubâ Rıdvanüllahi Aleyh’ten Âhirzaman Peygamberi Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Selem Efendimiz’e kadar bütün devirlerde; tamburdan santırdan yongardan, davula kavala miskala kadar türlü türlü musikî aletiyle; bu nağmeyi keşif ya da peydâ etmek için didindiler. Hatta Sokrat ve Bukrat, bu esrarengiz nağmenin bir güftesi olduğunu da söylemişti. Bu alimlere göre güfte, “Lazare, deuro ekso!” idi. İbn-i Uzluk ise bu nağmenin hem makamının hem de güftesinin Kürdî olduğunu söyledi: “Lazar, were devre!” İbn-i Uzluk aynı zamanda, makamı Kürdî olduğuna göre, nağmenin karar perdesinin Dügâh olması gerektiğini de ileri sürmüştü.
Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda O’nu tanıyabilirdi. Bunun için de belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu. Ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billur kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebediyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti.
Nasıl ki ancak boş bir kadeh İsa’nın kanıyla doluyorsa, aynı şekilde, sadece her şeyi unutan bir gönül ilahi esintiyle dolardı.
İşte “Galata Mevlevihanesi’nin Şeyhi” olarak tanımaktan ziyade, “ney” denilen o muhteşem, derin ve bir o kadar da yalın sazı, hazâkatle ve ustalıkla üfleyip gönülleri açmasıyla bilinen Neyzen İbrahim Dede Efendi, bu esin dolu insanlardan biriydi…”
……………………
Nasıl?
Nerede “Allahuekber” deyip kafa kesenler, nerede başkalarının Tanrı anlayışı, nerede bu topraklarda gelişen, sevgi, hoşgörü, müzik ve duygusal estetikle süslü sevecen Yaradan algısı?
Daha çok yolumuz ve çok acılarımız var.