Arkadaşım Vedat Kantar antika dikiş makineleri koleksiyonu yapıyor.
Belki de günün birinde Bursa’da “tekstil” konulu ilk özel müzeyi açmak ona ya da çocuklarına nasip olur kim bilir?
Zaman zaman haber geldikçe birlikte İstanbul’a obje bakmaya gidiyoruz.
Geçen ay 1902 yapımı R serisi Singer marka güzel bir parça da ben getirdim gelirken.
Önceki gün de Roma’nın başkenti Konstantinopolis’teydik yine Kantar’la birlikte.
Bereketli geçti seyahat, epeyce bir yüklü geldik dönerken.
Bu kez de Alman malı Naumann marka çok şık bir cihaz düştü benim payıma da.
Çok seviyorum eskiyi ben de.
Ne kadar uzak geçmişe gidersen git, her bir şey çok daha güzelleşip, çok daha zarif bir hal alıyor maziye ilişkin ne varsa.
Koleksiyonumda önceden iki tane vardı, bir de çift çanlı elle kurmalı metal mekanizmaya sahip masa saati aldım gelirken.
Çocukluğumuz ıssız odaların sessizliğinde bunların sesini dinleyerek geçti bizim:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”
Soğuk, karlı kış akşamlarında evlerde maşinga sobalar gürül gürül yanar, duvarlardakiler ya da komidinlerin üzerlerinden bu saatler seslenirlerdi bize:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”
Apayrı bir huzur, apayrı çok dinlendirici bir nağmeydi bizim nesil için saat sesleri.
Geç vakitte döndük Bursa’ya.
Saati hemen kurup, holdeki çalışma masasının üzerindeki yeni yerine yerleştirdim:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”
Koskoca evin içini saat sesleri doldurdu birden:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”
Ardından ufak bir tıkırtı duyuldu.
Baktım, evin yeni neşesi Şermin hanım çıkmış masanın üzerine, uzanmış saatin yanına, daha önce hiç duymadığı o garip sesleri dinliyor:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”
Başka bir sesle, daha doğrusu başka bir “çığlıkla” bu kez aniden paramparça oluyor gecenin sessizliği:
“Henüz 25’inde var yok…
Aklı yerinde olsa, görsen, on numara delikanlı…
Pırlanta gibi çocuk.
Elleri cebinde, uzun süre bekledikten sonra sırt üstü kafasının üzerine düştü.
Yanına gidip “bir şeyin var mı” dedim?
Ama artık bir şeyi değil, hiçbir şeyi yoktu!
Kendisi de…
Ruhu da…
Varlığı da…
O düşmüştü bir kere “Bonzai” tuzağına.
Çağırdığım ambulanstaki görevliler önce ayaklarıyla dürttüler insanlığı, nefes alan hiçbir canlıya yapılmaması gereken bir şekilde.
Utanç duydum.
Ama çocuk düşmüştü bir kere…
Nabzına baktılar.
Sonra da birbirlerinin yüzüne.
Polis çağırdılar.
A4 kağıdına tutanak tutuldu, o kağıda gencecik bir ömür “Ex” diye yazıldı.
“Bir el atın da cenaze aracına koyalım” dediler.
El attık.
Telefonu çaldı.
Polis çıkardı cebinden.
“Baban çok kızacak” diye bir mesaj atılmıştı.
Ama düşmüştü bir kere çocuk.
Mesaja cevap verilmeyince bu kez de ısrarla çalmaya başladı telefon.
Arayan annesiydi.
Ve polis cevap verdi:
“Oğlunuz düşmüş, taksici arkadaşlar haber verdi, hastaneye gidiyoruz, acilen gelmeniz gerek!..”
Babası artık kızamayacak.
Annesi hep merakta kalacak.
Kendisiyse hep 25 yaşında!
Bonzai tuzağı, avına bir can daha düşürdü.
Elleri cebindeydi.
Sırt üstü düşürdü.”
Bursasporlu taraftar grubu Teksas’ın, “Teksas Bursa” adresli Facebook sayfasında yayınlanan işte yukarıdaki bu metin parçaladı gecemi.
Uyuşturucu kıskacına yakalanmış gençlerimizin çığlıkları yankılandı kulaklarımda.
Ve bir de zamanı ölçen, insana yaşamın kayıp gittiğini anımsatan o makinanın kadim sesi:
“Tik tak, tik tak, tik tak…”