Yazarlar

Türkiye’de toplu katliam var

post-img
Geçen hafta Bursa’ya gelişinde katıldığı Olay Televizyonu’ndaki Ahmet Emin Yılmaz’ın programında izledim onu. “Benim” diyordu, “siyaset tarzım risk almak üzere kurulu. İşte o zaman da dedikodu oluyor. İşte bir Adliye Sarayı yapalım diyoruz… Bizim ve arkadaşlarımızın arkalarından ne laflar üretiyorlar. Varsın üretsinler ya… Geçmişte sahabelere, peygamberlere neler dememişler ki zaten?” “Hırsız” dememişlerdi hiç birine ey Faruk Çelik, hiç birisinin çoluk çocuğunun evindeki çarık kutularından altınlar çıkmamış, özel ulaklar yollanıp da hazinelerin sıfırlanması istenmemişti. Tarihi kayıtlar hiç biri için yollarda insanların “hırsız var” diye bağırdığını yazmamıştır. Hiç birinin oğlu ya da kardeşi kısa süre içinde aşırı bir şekilde zenginleşmemiş, plazalar, gökdelenler dikmemişti. Dört ayrı inşaat şirketi yoktu hiç birinin. Akrabaları kamu hastanelerinin antin kuntin kantin işlerini almamışlardı. Halden çıkan sebze ve meyveden komisyon alıp, kamu kuruluşlarının yemek işlerini yapmamıştı hiç biri. İşte o yüzden haklarında akçeli işlerle ilgili dedikodu üretilmemişti. Alın mesela Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in referans gösterdiği kişilerden biri olan İslam Halifesi Ömer şöyle diyordu etrafındakilere: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, bundan kendimi sorumlu bilirim." Bu konuya da kendi kafasınca bir açıklama getiriyor Faruk Çelik. “Şindi” diyor, “Soma ve Ermenek’teki kömürü alınıp bitmiş alandan gelen gaz ya da sudan biz sorumlu olamayız ki ya… Biz çalıştırılan yeri denetleriz, çalışılmayan yeri değil!..” “Yok artık” diyorum, başka da bir şey demiyorum! Atıfta bulunduğu kişilerden biri “Fırat’ın kıyısında helak olan deveden” bile kendisini sorumlu tutuyor, tüm siyasi yaşamı boyunca dini referans göstererek politika yapmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir Çalışma Bakanı’ysa bırakın işin yasal sorumluluğunu, o iki faciada yaşamını kaybeden 377 ana kuzusu için şu kadarcık bile vicdani rahatsızlık duymuyor! Bu anlayıştaki bir insandan bakan olsa ne olur, Başbakan olsa ne olur! Unutulup zihinlerden çıkacak gibi değil. Hatırlarsınız o günleri? Soma’daki o kahrolası cinayet çukurundaki yangın, vardiya değişimi sırasında meydana geldi ve 787 işçi patlama sırasında yer altında kaldı. Enerji Bakanı Taner Yıldız en sonunda yaptığı açıklamada, “toplamda 301 kişinin hayatını kaybettiğini ve içeride kimse kalmaması sebebiyle kurtarma çalışmalarının sona erdiğini” açıkladı. Bir şey daha dedi Taner Yıldız: “Güzel öldüler!..” Oysa bu faciadan sadece 20 gün önce CHP’li milletvekillerinin hazırladığı, MHP ve BDP’li vekiller tarafından da desteklenen “Soma’daki maden ocaklarında meydana gelen iş kazalarını araştırmak amacıyla bir komisyon kurulmasını” öneren bir soru önergesi sunulmuştu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne. Sonuçta ne olmuştu anımsıyor musunuz? Hiç ne olacak, Bakanlar Taner Yıldız ve Faruk Çelik’inde içinde bulunduğu AKP Grubu muhalefetten gelen bu öneriyi de reddetmişti her zaman olduğu gibi! Dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan Soma’da hayatının şokunu yaşadı, yuhalanıp ıslıklandı, bir markete sığınmak zorunda kaldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'se “şaka gibi” bir basın açıklaması yaparak, “ölenlerin ailelerine bir defaya mahsus olmak üzere 415 lira tutarında bir cenaze yardımı ödemesi yapılacağını” söyledi. Madende karbonmonoksit gazından zehirlenip, boğularak ölen 301 insanın Çalışma Bakanlığı’nın gözündeki değerleri sadece 415 liraydı, hepsi o kadar. Türkiye, maden kazaları sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden biri olan Çin'de, 2008 yılında 100 milyon ton başına düşen ölüm sayısı 127’yken, Türkiye'de bu rakam 722 olarak kaydedilmişti. Çin'de, 2008 yılında 100 milyon ton başına 127 kişi hayatını kaybederken, bu sayı 2013 yılında sadece 37'ye düştü. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden birisi olan Amerika Birleşik Devletleri'ndeyse, 100 milyon ton üretim başına 1 ile 6 kişi yaşamını yitirmişti aynı yılda. Türkiye'deyse 2000 yılında 100 milyon ton başına 710 kişi hayatını kaybederken, 2008 yılına gelindiğinde bu rakam 722'ye çıktı. Recep Tayyip Erdoğan’a göreyse, “ölüm bu işin fıtratında vardı!” Oysa “fıtrat” dedikleri şeyler denetim eksikliği, cezaların caydırıcı olmaması, güvencesiz çalışma koşulları, iş ve işçi güvenliğinde yeterince önlem alınmaması, yasaların işçiden çok işvereni koruması, taşeronlaşma gibi sebeplerden başka bir şey değildi. Türkiye’deki iş kazalarında her gün 3-5 işçi ölüyor. Ve bu durum toplu ölümler yaşanmadıkça gündeme dahi gelmiyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye'de her gün 172 iş kazası meydana geliyor. Bu kazalar, her gün ortalama 4 işçinin hayatına mal olurken, 6 işçi ise sürekli iş göremez hale geliyor. Türkiye, Avrupa'daki iş kazaları ve işçi ölümlerinde 1. Sırada. Geçtiğimiz seneyse Türkiye'nin işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki bu kötü şöhretinin adeta zirve yaptığı bir yıl oldu. Başta Manisa'nın Soma ilçesinde hayatını kaybeden 301 madencimiz olmak üzere, Ermenek'te 18, Mecidiyeköy'de Ali Sami Yen Stadı'nın yerine inşa edilen Torunlar İnşaat'a ait alanda yaşanan asansör faciasında 10, Isparta'da tarım işçilerini taşıyan otobüse fazla sayıda insan bindirilmesi nedeniyle 17 tarım işçisinin hayatını kaybetmesi gibi toplu ölümler, 2014 senesini kara bir yıl olarak kayıtlara geçirdi. Peki, 60 ve 61’nci AKP Hükümetlerinde çok uzun yıllardır Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı yürüten kişi kimdi? “Faruk Çelik” Sistemden, ihale yasasından ve taşeronlaşmadan kaynaklanan bu ölümler kesinlikle kaza değil, sadece “cinayet” diye tanımlanabilir sevgili okurlar. Ve dünkü “Bir çağ yangını” başlıklı yazımızdan bahisle, bu cinayetlerin sorumluları da bu dünyada olmasa bile öte dünyada “toplu katliam” suçundan yargılanıp öyle hüküm giyeceklerdir!..      

Diğer Haberler