Yazarlar

Ülkeye değer katan insan Ahmet Özkul

post-img
O korkunç gece ansızın çalan bir telefon üzerine geç vakitte panikle geldiğim evimizde beni, kapıda kucağındaki başı yana doğru sarkmış bebeğimizle şaşkınlık, panik ve üzüntüden neredeyse zombiye dönmüş vaziyette eşim karşıladı. Deniz'i kaptığım gibi koşmaya başladım. Sokaklar boş, ıssız; el edip durdurabileceğim bir araba geçmiyor yollardan. Irgandı Köprüsü'nün oradan gidebileceğim en yakın sağlık kuruluşu İnönü Caddesi'ndeki, Hayat Hastanesi. Kucağımda bebekle ben mi koşuyorum yoksa, evler mi hızla sağımdan solumdan geçiyor belli değil; bir algı karmaşası yaşıyor beynim, sanki bir korku filminin içindeyim. İçeri girip, nöbetçi kadın doktora uzattığımda evladımızı biraz kendime gelir gibi oluyorum sanki. Derhal göğsünü, kalp atışlarını dinlemeye başlıyor bebeğin. Dakikalar sonra da "Derhal Bursa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne götürülmesi gerekiyor" diye sesleniyor sisler bulvarının ardından gelen sesiyle. Ardımdan yetişen eşimle beraber arkası bomboş bir ambülansın içinde ayakta üçümüz birbirimize sarılmış vaziyette siren sesleri eşliğinde hızla Uludağ Üniversitesi'ne doğru ilerliyoruz. "Mıh" nedir bilir misiniz? Demirci ocağında dövülerek yapılmış iri bir çividir görünüşte. Lakin, onu basit bir çividen ayıran en büyük özelliği ustanın, yerine çaktıktan sonra arkadaki ucunu tam ortasından ikiye ayırarak, parçaları sağa sola doğru dövmesidir. İşte bunun için "mıh gibi" deyimi kullanılır Türkçe'de. "Mıh gibi" olundu mu yerinden çıkmaz bir daha. Yaşanan "mıh gibi" gecelerden biriydi o gün. Ertesi sabah saat 8'de kaybetmiştik Deniz'imizi. Yaşasaydı eğer, bu gün 21 yaşında bir delikanlı olacaktı. Hayat Hastanesi'yle ilk tanışmamdı bu benim. Yardım alabileceğim, imdadıma koşabilecek şehir merkezindeki tek hastaneydi o yıllarda. Daha sonra defalarca gittim de... Seneler sonra günde 4 paket içtiğim sigarayı bıraktırabilecek bir sağlık kuruluşuydu orası benim için. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Fulya Gürkan Şahin'e sormuştum bir genel sağlık kontrolü sonunda, "Yok mu işin bir çözümü" diye? "Gerçekten istiyorsanız var" yanıtını vermiş ve bir aylık bir tedavi uygulamıştı. Bu kadar kolay terkedilebileceğini bilemezdim bu derde düşmeden önce! Daha önce nikotin sakızları çiğnemiş, psikoterapi seanslarına gitmiş, kulağıma elektrik verdirmeye varıncaya kadar bin bir türlü yolu denemiştim. Bu kadar kolay olacağını bilemezdim bu derde düşmeden önce. Hatta öyle ki sevgili okur, oraya gönderdiğim 7 arkadaşım da kolayca bıraktı sigarayı. Babam dahil, tanıdığım tütün kullanan tüm insanların kanserden öldüğünü düşününce, en azından şu ana dek yazılarımla sohbet etmemizi Hayat Hastanesi'ne borçlu olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Güne, İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban'ı ziyaret ederek başladık. Hiç yüz yüze gelmemiştik; telefonla görüşmüştük birkaç defa. Aynen uzaktan görüldüğü gibi kibar, nazik, beyefendi, eski deyimle "nahif" bir insan Alper Taban. Bu arada... Bu "nahif" lafı çoğu kez "naif" tanımlamasıyla karıştırılıyor. "Naif" tecrübesi olmayan, toy demek; "Nahifse" hassas, ince, kibar manalarını taşır. Alper Taban'ın belediyecilikte geçmişe dair önemli tecrübeleri var; meclis üyelikleri ve başkan yardımcılığı yaptı. İnegöl yine her zaman olduğu gibi şıkır şıkır. Yanına birlikte vardığımız kadim dostum Ergün Özçelik hatırı 40 yıl olan kahve içti, bendenizse 5 yıllık demli bir çay istedim Başkan'dan. Bana biraz, merhum Necmettin Erbakan'ın oğlu Fatih Erbakan'ı anımsattı Alper Taban tavırlarıyla. O da nezih ve nazik bir insandır. Günün programında Hayat Hastanesi'nin banisi Doktor Ahmet Özkul'u ziyaret etmek de vardı. Gerçi bu kurumun başlangıcında Nazım Serhatlı, İbrahim Gürkan ve İbrahim Kuru da vardır ama poliklinikten hastaneye dönüşme sürecinde "başhekimlik" görevini üstlenen, daha sonra da hisseleri devralan Ahmet Özkul tam anlamıyla bir mucizeyi gerçekleştiren çok özel bir insandır. Sen İnönü Caddesi üzerindeki avuç içi kadar bir hastaneden şimdi Ankara Yolu güzergahında 20 bin metrekare kapalı alana sahip, üstelik de tamamen yerli kaynak ve bilgi birikimiyle dev bir sağlık kuruluşu yarat ve bu ülkeye, bu halka sun. Dahası, Kütahya'nın Emet ilçesinden beş parasız çık, yüzbinlerce insanın yaşamına dokunacak bir eser yarat. Her sabah İlhan Sarı'nın 250 cc'lik zeytinyağından içtiğini anlattı Ahmet Özkul. Kendisi düzenli olarak kullandığı gibi, içeriğinde bulunan "oleuropein" maddesi kanser dahil, pek çok hastalığa şifa olan zeytin yaprağı çayını gelen misafirlerine ikram ettiğini de... Size O'ndan öğrendiğim küçük bir sır daha vereyim... Halk arasında "Eğir otu" olarak da bilinen "Hazanbel otu kökünün" erkeklerde prostat büyümesine mucizevi şekilde nasıl engel olduğunu da... Hayat Hastanesi'nde görev yapan uzman doktor meslektaşı, bu bitkiyi kullanan bir hastasının gelişimine hayretle şahit olmuş meğerse. Hayat Hastanesi yeni yerinde daha şimdiden pek çok alanda Türkiye'nin öncü kuruluşları arasına girmiş. Koridorlar arı kovanı gibi şifa bulmaya gelen insanlarla dolu. Evlatlarına devretmiş Ahmet Özkul artık yönetim işlerini... Kendi de kurduğu "Türkiye Hayat Vakfı" vasıtasıyla benliğini hayır ve eğitim hizmetlerine adamış. "Hayatım boyunca hiç maaş almadım, hep verdim" dedi sohbetimiz sırasında. İlk defa hastaneden her ay düzenli olarak para ödeniyormuş kendisine. "Ne kadar veriyorlar" dedim? "Valla bilmiyorum ki" diye yanıtladı, "şöyle bir deste 5 lira, 10 lira, 20 liralık banknot veriyorlar, onları da gittiğim yerlerde çocuklara dağıtıyorum". Ne kadar verimli, değerli bir hayat Ahmet Özkul için. En güzel insan hayata, insanlara faydalı olan insandır. Ahmet Özkul ne güzel insan, ne kadar çok faydalı bir insandır.

Diğer Haberler