Yazarlar

Yağmur Taşı

post-img
Yaşlanıp yaş aldıkça ne kadar şanslı olduğumu, daha doğrusu ne kadar güzel bir dönemde dünyaya geldiğimi düşünüp şükrediyorum sık sık kendi kendime. Çok enteresan bir nesil bizim kuşağımız. Hem ayağı toprağa bastı, hem de başı göğe erdi. Şimdi şehirlerde yaşayıp da ömürleri sınavdan sınava yetişmekle geçen çocukların pek çoğu bir erik ya da elma ağacına tırmanmamış, dalından dut toplamamış, bir mısır ya da nohut tarlasının yanında ateş yakıp, kendi elleriyle topladıklarını pişirip yememiş, bahçelerdeki su depolarında ya da derelerde oluşan şelale havuzlarında köpekleme yüzerek serinlememiştir. Postaneye yazdırılan telefon kayıtlarının teknoloji yokluğu ve uzun kuyruklardan ötürü ancak günler sonra bağlanabildiği bir dönemden gelip, akıllı telefonları kullanmak… Siyah beyaz tüplü televizyon kutusunun içinde konser vermekte olan Zeki Müren’in de izleyenleri görebildiği düşünülen bir devri yaşayıp, Ultra HD, 4 çekirdekli dev ekran aletlerden maç izlenilen günleri idrak etmek, gerçekten de çok sıra dışı olgular ve hayatın birer armağanı bizlere. Baharı ayrı severim. Çocukluğumun baharlarında çayırlarından papatyaların, gelinciklerin, bin bir renkli kır bitkilerinin fışkırdığı, o kendine has misler gibi kokusuyla çiçekler açan bahar dallarında bal arılarının vızıldayarak dolaştığı Keles’i çok özlerim her zaman. Sakinleri her ne kadar hiç farkında olmasalar da Orta Asya steplerinden birlikte getirdikleri Şaman kültürü hala yaşayıp gider orada, daha sonra kabul edilen İslamiyet’in Bektaşi gelenekleri de, 700 yıl önce yeni yurt edinilmiş coğrafyanın kadim halkının yaşadığı Adranos Krallığı’ndan kalanların hali de öyledir. Baharın tamamlayıcısı olan yağmurlar başladı şu sıra kentimizde. Nisan yağmurlarını da çok severim. Su hayat, bolluk, bereket, refah demektir. Azı kadar çoğu da zararlıdır bildiğiniz gibi. İnsanoğlu tarih boyunca yağmur yağdırmak ya da gereğinden fazla yağdığı vakit bunu durdurmak için didinip durmuş; tanrılara adaklar adamış, kurbanlar sunmuş, ilahiler okumuş, danslar yapıp, dualar etmiş. Çok tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü Pagan dönemde “Yağmur Tanrısı” çok önemli bir ilahtır.     İslam’dan çok çok önce de Antik Yunan, Roma, Orta ve Ön Asya medeniyetleri, Hindistan, Çin ve Japonya’da da “yağmur” için tanrılara yakarma inancı çok yaygındı. Katolik Hristiyanlık ve Musevilikte de yüksek yerlere çıkarak yağmur isteme geleneği vardır. Dahası İslamiyet’in Sünni mezhebinin kolları, Musevi ve Hristiyanların, Müslümanlarla birlikte kendi inançlarına göre yağmur duası düzenlemelerini kabul ve tavsiye eder! Bu gün yağışsız kalan Orta Asya Türklerinin de yağmur yağdırmak amacıyla bazı Şamanist ayinler ve alaylar düzenledikleri bilinen bir gerçek. Dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi günümüzde Anadolu’da da yağmur yağmasını sağlamak için özel olarak hazırlanmış ve süslenmiş adına “Çömçe Gelin” denilen bir kuklayı kapı kapı dolaştırıp ıslatmak, çalınan her kapıdan da biraz erzak toplayıp yoksullara dağıtmak şeklindeki ritüel sık sık uygulanmakta. Çömçe gelini kızlı erkekli çocuklar dolaştırırlar ve en sonunda onlar da toplanan yiyeceklerden nasiplerini alırlar elbette. Ve bilin ki bu kuklalar da eski yağmur tanrısı figürlerinin evrimleşmiş, yeni kültürlerle iç içe geçmiş hala yaşayan derin izleridir! Peki, siz hiç çocukluğunuzda Çömçe Gelin dolaştırarak yağmur duasına çıktınız mı? Yazarınız Keles’te çıktı işte, böyle de bir anı biriktirdi yine ne kadar şanslı biri olduğuna işaret eden! İrili ufaklı, kızlı erkekli bir dolu çocuktuk. O yaz kurak geçmiş olmalı ki, büyükler tarafından “yağmur duası” organizasyonu yapılmıştı. Bizden irice kızların ellerinde sepetler vardı. Sırayla ilçedeki her kapıyı çalıyor, hep birlikte bağırarak söylediğimiz şu tekerleme eşliğinde ev sahiplerinden haşlanmış yumurtalar, ekmek, peynir, zeytin ve çerez gibi yiyecekler topluyorduk:   “Çömçe gelin ne ister? Kaşık kaşık yağ ister; Yağ olmazsa bal olsun Ağzı burnu su dolsun.   Teknede hamur Tarlada çamur Ver Allah’ım ver Sicim gibi yağmur.”       Şimdi sıkı durun!.. Eski bir Orta Asya geleneği olan “yağmur taşı” veya “Yada Taşı” inanışı da bu gün Anadolu’da varlığını sürdürmekte. Bu eski Türk kültürü Çin ve Arap kaynaklarına da yansımış, ünlü Osmanlı Tarihçisi Mehmet Fuat Köprülü 1925 yılında “Eski Türklerde dini-sihri bir anane: Yağmur Taşı” başlıklı bir makale yayınlamıştı. Efsaneye göre “Yada” Hazreti Nuh’un gemisinden çıkmış tılsımlı bir taştı. Yere yatırıldığı vakit yağmur duruyor, ayağa kaldırıldığındaysa  gökten boşanırcasına yağmaya başlıyordu.. Geminin seller ve su baskınlarından kurtulmasının ardından bu taş Yafes’e kalmış, ardından da “Oğuz” tarafından hileyle ele geçirilmişti! Yada Taşı “Dokuz Oğuzların” hükümdarının elinden babadan oğula geçmiş uzun yıllar boyu. Bu nedenle Oğuzlarla diğer Türk boyları arasında harp ve darp hiç eksik olmazmış! Peki size “Keles’te yine adına “Yada veya Yağmur Taşı” denilen ve üzerindeki insan başına benzeyen kısmıyla heykelimsi bir yontu bulunduğunu, bu kaya parçasının yöre halkı tarafından yüzyıllarca “yağmur yağdırmak için” kullanıldığını”  söylesem ne dersiniz? Onu da rahmetli babam yaşayıp görmüş. Taşı ve bulunduğu yeri göstermiş, hikayesini de anlatmıştı bana. Kuraklık mı baş gösterdi? Yağmura mı ihtiyaç var? Beldenin ileri gelenleri kendi aralarında toplanıyorlar ve o sıra orada  yaşayan en koca yani, en yaşlı kadını alıp, taşın başına getiriyorlar. Yaşlı kadın belindeki uzun kuşağı çözüp taşa bağlıyor ve kadim dualar eşliğinde omuzuyla ucundan çekerek yavaş yavaş yerde yatan Yağmur Taşını ayağa dikiyor! Taş yatay vaziyetten, dikili duruma gelince ahali oradan ayrılıp artık yağmurun yağmasını beklemeye koyuluyor.     Bu anlattıklarım neredeyse daha dün yaşanan olaylar! Bu arada  Şaman olarak beldenin en yaşlı kadınının seçiliyor olmasını dikkatinize sunuyorum çünkü, gerek Türk toplumlarında kadının sahip olduğu statü ve yere işaret etmesi, gerekse ana tanrıçaların hüküm sürdüğü  Anaerkil dönemlerden kalan izler taşıyor olması bakımından son derece anlamlı bence. Peki nerede bu taş, daha doğrusu neredeydi? Keles’te, Kocayayla’ya varıp da orman içinden kırlık o geniş bölgeye  girdiğiniz vakit hemen sağda Bıldırkı Mıstığın (Cuma Mahallesi Muhtarı Mustafa Orhan) bir şeyler pişirip sattığı barakası vardır. İşte işte o barakanın az ilerisindeydi Yağmur Taşı. Sonra muhtemelen geçmişi bilen ya da duyan birinin taassup ve cehaleti sonucu ya oradan alınıp az aşağıdaki vadiye doğru atıldı, ya da bulunduğu yere gömüldü! Yaşanmış olayları yok saymakla, gizlemekle ne elde edebilirsiniz ki? Tarihinle övünecek ancak bu gün hoş karşılamadığın geçmişinin bazı anılarını ve geleneklerini yok sayacak ya da yok edeceksin! Anadolu işte onlarla zengin değil mi zaten?.. Hitit’ten, Asur’dan, İyonya’dan, Lidya’dan, Roma’dan, Artuklu’dan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan kalanlarla, onlardan daha da öncesi Orta Asya’dan getirdiklerimizle biz, biz değil miyiz? Bu yıl yağmurunuz ve bereketiniz bol olsun sevgili okurlar:   “Teknede hamur Tarlada çamur Ver Allah’ım ver Sicim gibi yağmur.”  

Diğer Haberler