Siz hiç balığın içine konmuş altınları rüşvet olarak alan bir paşa gördünüz mü?
Hoş! Şimdiki paşalar rüşvetleri ayakkabı kutularında, kol saatlerinde, evlerinin en mahrem alanlarında gizliyorlar ama…
Çandarlı Halil Paşa gibi Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapılanmasını şekillendirmiş bir ailenin mensubu, Fatih Sultan Mehmet çocukken imparatorluğu tam 15 yıl fiili olarak yöneten biri, ilk üniversite olan Enderun mektebinin banisi olarak Halil Paşa’nın Bizans’tan lüferlerin içinde İstanbul kuşatmasını durdurması için çil çil altınlar aldığını düşünmek saflığın alası olur!
Geçmişte Akşemsettin olduğu rivayet edilen ulemadan biri “İstanbul’u fethetmek size değil, -Şehzade Mehmet’i göstererek- bu sabiye nasip olacaktır” deyince, “Hiç olmazsa sağlığımda bu kutlu günü göreyim” diye düşünen II’nci Murat tahtı oğlu Mehmet’e devrederek Manisa’ya çekilir!..
Fakat koşullar Murat’ın ordunun başında olmasını gerektirmektedir.
Çandarlı Halil’in baskısıyla genç padişah babasına mektup yazar:
“Eğer sen padişahsan gel vazifenin başına geç, yok eğer ben padişahsam emrediyorum gel, yine görevinin başına geç!..”
Tam iki sefer yaşanır bu süreç.
Komik tarihçiler sırf bu yüzden Fatih’in Çandarlı’ya diş bilediğini, İstanbul’un fethinden sonra önce gözlerine mil çektirip, sonra da idam ettirdiğini yazarlar ki, bu da safsatadan başka bir şey değildir.
Kuşatma sırasında Latinlerin yeni bir haçlı ordusu kurup, Osmanlıyı arkadan vurabileceklerinden korkar Çandarlı…
Ve padişahtan seferi sonlandırmasını ister…
Bırakın balık içinde altın almayı, Bizans’tan balık almak bile bir vezir-i azam için yakıştırılacak bir şey değildir.
İşin aslına gelirsek…
Çandarlı sülalesinin mensupları devletin her kademesinde örgütlenmiş ve müthiş güçlenmişlerdi…
Diledikleri her an darbe yapıp, Sultan Mehmet’i derdest edebilirlerdi…
İşte o zaman Osmanlı hanedan değiştirip, “Çandarlı Devleti” haline gelebilirdi!..
Bu “paralel” yapı temizlenmeli, idari mekanizma için yeni bir yapı kurulmalıydı.
Çandarlı Halil’i öldürmeden önce kırk gün bekledi Fatih…
Sonra bu sülale devletin her kademesinden adeta bıçakla kazınır gibi yok edildi.
Şimdi hemen hepsi Anadolu Selçuklu Türk Devleti’nin başkenti İznik’te yatmakta…
Ve ondan sonra “devşirmeler” devri başladı Osmanlı’da…
Rum, Ermeni ve Yahudiler arasında gidip geldi iktidarlar!..
Bu gün de hala öyledir…
Ermeni soylularla Yahudiler arasında yine darbelere varan müthiş bir hesaplaşma sürer ülkemizde…
Devlet’te ikinci kırılmaysa Yavuz Sultan Selim döneminde yaşanacaktı…
Osmanlı ya yok olup gidecek ya da çok önemli bir kararla yeni bir anlayışa geçecekti.
En büyük düşmanlardan biri güney doğuda yüzyıllardır büyük savaşlara giriştiğimiz Şii İslam anlayışına sahip bu günkü İranlılardı.
Anadolu’daki uzantısı olan Alevi Türkmenler sürekli çıkardıkları iç karışıklık ve isyanlarla devleti zayıf düşürüyorlardı.
Yavuz, çıktığı Mısır seferinde hem hicaza kadar tüp toprakları aldı ve halifeliği İstanbul’a getirdi, hem de Sünni İslam toplumunun dini lideri haline geldi.
Seferden dönerken de Osmanlı coğrafyasında Sünni İslam’ı anlatsınlar diye 6 bin kadar hocayı da yanında getirmişti.
Osmanlı artık Sünni anlayışla yönetilen bir ülkeydi.
Bırakın devlet yönetiminde yer almayı, Aleviler yüzyıllar boyunca sürekli ezildiler…
Osmanlı zulüm ettikçe onlar, “Şaha gidelim” diye türküler yaktılar.
Her devlet kendi öz dinamiğini korur.
Örneğin Jivkov’un Türkleri sürmesi ve uyguladığı asimilasyon politikası buna bir örnektir.
Stalin’in bir gecede 10 bin eğitimli Polonyalıyı kafalarına sıktırdığı birer kurşunla infaz etmesi örnektir.
Sovyet Sosyalist Yönetiminin 70 milyon insanı katletmesi bir karşı devrim korkusundan çok, iktidarlarının elden gitmesi endişesinden kaynaklanır.
Peki, Stalin’in, Troçki’yi öldürtmesine ne demeli?
İran’ın en çok korktuğu Azerbaycan’dır mesela…
Nüsunun yüzde 45’i Hazeri olan bir devlet, bir Hazeri devletinden niye korkmasın ki?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti önce “beyaz Türkler” tarafından kurulmuş, Mustafa Kemal’in ölmesiyle iktidarı ele geçiren Ermeni kökenli İsmet İnönü ve ekibi marifetiyle devam etmiştir…
Alevilerse ancak kısa süren CHP ve SHP dönemlerinde devlette kendilerine yer bulabilmişlerdir…
Döneminde Mehmet Moğultay Alevileri Adalet ve Çalışma Bakanlıklarına doldurmuştur örneğin…
Derin devlet kimi zaman Alevi’yi almıştır kara listeye, kimi zaman Fetöcüleri, kimi zaman da solcuları!..
Hani CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu diyor ya, “Çocuk KPSS’de 90 puan almış ancak, mülakatta elenmiş” diye…
Bunu söyleyen bir siyasi kişilik ya devleti hiç tanımıyor veya durumu biliyor da halka gerçekleri söylemiyor!
1980 sonrasında ataması yapılıp görev yerine vardıktan bir hafta sonra “memuriyetinize son verilmiştir” diye yazı alan binlerce kamu personeli var!
Peki niye?
“Görülen lüzum üzerine!..”
Belli ki darbe öncesi bir duvara yazı yazmış, bu durum da fişine işlenmiş; hepsi o kadar!..
Bu gün de eğer birisi sınavı kazandığı halde eleniyorsa eğer, mutlaka devlet onu istemediği içindir!
Kılıçdaroğlu ve şürekası söylensin dursun!
Bir de sürekli olarak halkı kandırmaya çalışmakla meşgul bunlar…
Kürtlerin oyunu alacağız diye HDP’yle yaşadıkları aşk o kadar sırıtıyor ki, aşkın gözü kördür derler, sadece onlar görmüyor bu acınası hali!
Seçimden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi HDP’ye kontenjan açıp, yaklaşık 1000 PKK sempatizanını işe almış…
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu diyor ki avurtlarını şişire şişire:
“Bunlar taşeron şirketlerden gelen elemanlar, belediye personeli değil!..”
Hadi ya!
İster şirket, ister mirket!..
Paralarını, hakkedişlerini belediye ödemiyor mu?
Bu gün bir belediye başkanı “evet” demeden o belediyede kapıdan içeri bir kedi bile alınabiliyor mu?
Bir toplum bu kadar saf, salak yerine konmaz!..
Hasılı sevgili okur, size “gerçek” diye yutturulan “yalancı doğrularla” idare edip gidiyoruz işte böyle!..
Ola ki artık düşünesin!