Karıncaların güttüğü "koyun sürülerini" bilir misiniz?
Aynen öyle, insanların etinden, sütünden, derisinden yararlanmak için beslediği koyun keçi sürüleri gibi onların da besleyip, himaye ettikleri bir böcek türü vardır:
"Yaprak bitleri!.."
Bu hayvanlar bitkilerin öz suyunu emerek, balımsı bir madde salgılarlar.
Onları her türlü tehlikeden koruyan, sürüye dadanan diğer canlılara karşı amansızca savaşan, kışın soğuğunda alıp kendi yuvalarına götüren ve ön ayaklarıyla karınlarına bastırıp inek gibi sağan hep karıncalardır.
Ancak insanoğlunun sömürüsü, karıncalarınkinden çok daha ağır ve kıyıcıdır!
Halkın "93 Harbi" diye andığı, 1877 ve 1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşlarına, şu sıra Bulgaristan sınırları içinde yer alan "Şıpka (Şapka) Geçidi'ne" gidelim şimdi...
İsmini, en yüksek tepesinin başında çoğu zaman bir şapka gibi duran bulut tabakasından alan, Balkan Dağları üzerinde yer alan bu güzergah, Tuna Nehri boylarındaki Ruscuk Kenti'nden başlar ve Edirne'ye kadar uzanır.
Geçidin en yüksek noktasında bulunan "Şıpka Tepesi'yse" işte o sıralarda can pazarının yaşandığı savaşta, İstanbul'a doğru harekete geçmiş Rus Ordusu için büyük bir engel oluşturuyordu.
Osmanlı birlikleri en tepede konuşlanmıştı.
Lakin Rus orduları dört koldan saldırmış vaziyette kıyasıya bir mücadele veriyordu.
Son demde "artık daha fazla tutunamayacaklarını" düşünen Ruslar geri çekilmeye başladılar.
Bu yüzden mecburen aşağı doğru kaçan ön saftaki Bulgar çetecileri Ruslara "Neden gidiyorsunuz, Osmanlı askeri kaçıyor" deyince geri dönüp ateşe tekrar giriştiler.
İşte tam o gün zümrüt misali yemyeşil ata yadigarı Balkan toprakları elimizden gitmişti!
Rusları Şıpka Tepesi'nde durdurabilseydik eğer, bu günkü sınırımız muhtemelen Edirne'den değil, çok daha öteden başlayacaktı.
Ruslar batıda İstanbul'un Yeşilköy semtine (Ayastefanos), doğudaysa Erzurum'a kadar geldiler.
Yapılan anlaşmaya göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a kadar uzanacak, Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Teselya Yunanistan'a bırakılacak, Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacaktı.
Savaş tazminatı da işin tuzu biberiydi:
Osmanlı Devleti Rusya'ya 300 milyon ruble nakit, geri kalanıysa toprak olarak Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubayazıt ve Eleşkirt'in Ruslara verilmesiyle ödenecekti!
İşin en hüzünlü yanlarından biriyse, orada birlikleriyle insan üstü bir mücadele veren Süleyman Hüsnü Paşa'nın tüm rütbe ve madalyaları geri alındıktan sonra önce idama, ardından da Bağdat'ta sürgüne gönderilmesiyle orada ölümü...
Savaştan sonra "kont" ünvanı verilen Rus komutan Mareşal İosip Gurko'nunsa 1879-1880 yılları arasında Saint Petersburg kentinin ardından Rusya'nın işgali altındaki Polonya valiliğine getirilmesiydi.
Bulgarların karıncası Ruslardı!
Ermenilerin de öyle...
Kendi rejimlerini ihraç edip, sıcak denizlere ulaşmak adına yapmışlardı bu savaşı!..
Bu arada Yunanistan'a ve Kıbrıs'a İngiltere çökmüştü!
Daha sonra asker olarak yolladıkları Anadolu'da binlerce Yunanlının ölümüne de onlar sebep olacaktı.
Doğanın ve insanın yarattığı dünyanın değişmez ilkesiydi bu...
"Sömüreceksin, sömürmezsen eğer sömürürler!.."
Ayı, arının balına meftundu alemde, tilki fareye, karga cevize, kuzu çimene, insansa kuzuya!
İşte bu gerçeği anlamadan dünyayı ve dış politikayı değerlendirmek imkansızdır.
İnsanlık tarihinin savaşlardan ibaret olduğunu, arada geçen kısa zamanlarınsa savaşlara hazırlıkla geçtiğini kavramadan olmaz!
Burada tek sorun safınızı belirlemektir!
Eskiden Osmanlı hakimiyetinde bulunan Suriye, Irak, Orta Doğu ve Kuzey Afrika topraklarına da çöktü batılı devletler.
Sonra İngiltere'nin ardından devreye dünyanın en büyük haydudu Amerika girdi.
Sahip oldukları petrolden dolayı Arap devletleri artık onların yaprak bitiydi!
Karıncalar gibi bedelini almak kaydıyla hem koruyorlar, hem de kıyasıya sömürüyorlardı şimdiki gibi!
Başlarına konulan diktatör ya da hanedanlarsa sadece birer kuklaydı hepsi o kadar.
Son kullanma tarihleri geçtiği vakit yedi sülaleleriyle birlikte süpürüveriyorlardı deliğe!
Tarih 2 Ekim 1992, vakit gece yarısıydı.
Adalar Denizi'nde NATO Kararlılık Tatbikatı'92 icra ediliyordu.
Türk Donanmasının göz bebeği TCG Muavenet de 300 kadar personeliyle birlikte "yeşil periyod" olarak da adlandırılan dinlenme saatindeydi.
Bir senaryo bitmiş, henüz diğerine geçilmemişti.
Adalar Denizi'nin sularındaki dinginlik, saat 00.04'te kulakları sağır eden art arda iki patlamayla ve geceyi gündüze çeviren ışıkla bozuldu.
Patlamada TCG Muavenet'in genç komutanı Yarbay Levent Kudret Güngör, Uçaksavar Yardımcı Subayı Teğmen Alper Tunga Akan, Telsiz Astsubay Çavuş Serkan Aktepe, İkmal Çavuşu Mustafa Kılıç ve Er Recep Atak şehit oldu, tam 22 askerimiz de yaralandı.
Amerikalılar "Pardon, yanlışlıkla oldu" demişlerdi!
Bizim ebleh basınımızın ertesi günkü manşetleriyse genellikle şu minvaldeydi:
"Geri zekalı Coni!.."
Aradan sadece dört ay kadar geçmişti ki, Türkiye'de bir adam "Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Amerikan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti'nin Türkiye'nin zararına olduğunu" söylüyordu.
Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliği tarafından birkaç defa hükûmete şikayet edildi Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa.
Komuta ettiği askeri harekatlar sonucu PKK'yı bitme noktasına getirmişti bu cesur ve vatansever asker.
Nihai son için bir harekat daha gerekliydi, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'la konuşmuş, "olurunu" almıştı...
17 Aralık 1992 tarihinde Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu uyguladı ve helikopteri inişe zorladı.
Jandarma Genel Komutanlığı'nı yürüttüğü dönemde "JİTEM'in kurularak yargısız infazların düzenlenmesine ve itirafçılarla birlikte silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına karşı çıktığı" da basına yansıdı.
Ölümünden 7 ay önce kendisini gelecekte genelkurmay başkanı olarak görmek isteyen Turgut Özal'a yazdığı son mektupta PKK sorununa ilişkin şöyle demişti:
"Sayın Cumhurbaşkanım, Zat-ı Aliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz."
7 Şubat 1993 tarihinde "İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçaklarının, PKK'ya yardım dağıttığı" açıklamasını yaptıktan 10 gün sonra içinde bulunduğu Beechcraft B200 King Air tipi uçağın henüz aydınlanamayan nedenlerle düşmesi sonucu hayatını kaybetti Eşref Paşa.
Kazanın ardından olay yerinde inceleme yapan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş (nam-ı diğer, 'tak-şak, etekli paşa!) uçağın düşüş sebebinin buzlanma ve pilotaj hatasını olduğunu söylemiş, ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada da hiçbir bilirkişi ve teknik raporun olmadığı duyurulmuştu!..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 8'nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ınsa 17 Nisan 1993 tarihinde, 5 ülkeyi kapsayan Türkistan gezisinden dönüşte bu gün hala tartışmalı şekilde "kalp krizinden öldüğü" açıklandı!
Hatırlayın, FETÖ'nün Asya devletlerinde CIA'yla yan yana çalışmasını rapor eden MİT sorumlusu Kaşif Kozinoğlu da Ankara'ya geri çağrılmış, "The Cemaat'e" bağlı yargı mensupları tarafından tutuklandıktan sonra "hücresinde kalp krizinden öldüğü" açıklanmıştı!
Kriminal uzmanları "Otopsi sırasında saçlı deride iğne izi aranması gerektiğini ancak, bunun yapılmadığını" söylediler!
Kabus gibi değil mi?
Bunların hiç biri "komplo teorisi" değil, bu ülkede yaşanmış gerçek olaylar!
Dahası da var ve hepsi birbirini tamamlıyor...
Önce Eşref Paşa'nın, sonra da Turgut Özal'ın yaşamını kaybetmesi, ardından Bitlis'in ekibi içinde yer alan Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi bazı yüksek rütbeli askerlerin de görevleri başında ölmesi tesadüf olabilir mi sizce?
Aynı yıl Türkiye'de derin yankı uyandıran Uğur Mumcu ve Adnan Kahveci suikastlerinin yapılması, Bingöl karayolunda 24 Mayıs 1993'te PKK pususuyla yolları kesilen 33 silahsız erimizin öldürülmesi, hemen ardından Alevi-Sünni çatışmasına sahne olan Sivas Katliamı yaşanması, yine aynı yıl PKK saldırısında 33 sivilin katledildiği Başbağlar Katliamı, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın Lice'de uzun menzilli tüfekle vurulması olayları tesadüf olabilir mi?
Zaman içinde birazcık ileri doğru yolculuk yapıyoruz şimdi:
Yıl 1996...
Amerika 6 bin 493 Kürdü toplayıp, dünyadaki ikinci büyük üssü ve işkence merkezi Guam Adası'na götürüyor...
Tam üç yıl boyunca çok iyi gerilla eğitimi verilip beslenen bu insanlar yavaş yavaş Kuzey Irak'a geri getiriliyordu!
Oluşturulan bu terör birliklerini komuta edenlerse "emekli" dedikleri, sözde eski İsrail askerleriydi!
Sadece terörist olmaları için yetiştirilmemişti bu Kürtler, ayrıca uçak ve helikopter kullanımıyla, anti tank, uçaksavar, askeri taktik-strateji, sabotaj, istihbarat, manevra ve dijital mayın eğitimi de verildi.
ABD, tam 50 yıldır Irak'ı parçalayıp kukla bir Kürt devleti kurmanın altyapısını hazırladı!
Yapılan nakillerde hep İncirlik Üssü kullanıldı.
Amerika'nın Suriye işgalini meşrulaştırmak için ürettiği "Demokratik Suriye Güçleri" (PYD) isimli tabela örgütün komutanlığına getirilen "Mazlum Kobane" kod adlı terörist "Abdi Ferhad Şahin" de Pasifik'teki Guam Adası'nda MOSSAD ve CIA tarafından eğitilenlerden biriydi...
Türkiye'nin kırmızı bültenle aradığı PYD elebaşısı Şahin, hatırlarsanız Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Sincar ve Karaçok'u bombardımanı sonrası ABD'li üst düzey komutanlarla poz vermişti.
Fransa da bu alanda kendi coğrafyasında kurulan 'Kürt Enstitüleri', dernekler ve özel olarak desteklenen ırkçı lobileriyle, İsrail'i sözde "vadedilmiş topraklara" (!) kavuşturacak büyük planın öncü ülkelerden biri oldu.
Şimdilerde Amerika Hakkari'nin az ötesinde yeni bir üs kuruyor, Yunanistan'a yüzlerce uçak, helikopter gönderiyor boşuna mı sanıyorsunuz tüm bu yapılanlar?
Yunanistan'a ait uçakların TCG Çeşme Araştırma Gemisi'ni Ege'de tacize cesaret etmesi boşuna mı?
Biz PKK ya da PYD'yle değil, resmen Amerika'yla savaşıyoruz güneyimizde, aynen kurtuluş savaşında Yunanla değil, İngiltere'yle, Şıpka Tepesi'nde Bulgarla değil, Rus'la çarpıştığımız gibi!..
PKK'yı destekleyen herkesin Kürtlere değil, aslında Amerika'ya, İsrail'e arka çıktığı gibi!..
Bir süredir uyuyan, belki de uyumak zorunda kalan derin Amerika ve CIA'nın Orta Doğu Masası, Biden'le birlikte silkinmişe benziyor...
Ben asıl tüm bu tarihsel gerçekleri bilmeleri gereken sol ve Kürt aydınlarına şaşıyorum!
Nasıl bu kadar ahmakça HDP'nin kuyruğuna takılıp kalıyorlar, anlamak mümkün değil doğrusu?
Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtler, Amerika için "yaprak biti" bile olamaz!
Büyük İsrail Devleti'ni kurmak için yapılan planlarının aşama aşama hayata geçmesi için kullanılıp atılacak birer kağıt mendil hükmündedirler hepsi o kadar!
Anlaşılan önümüzdeki süreçte yine bombaların patlayacağı, toplumsal olayların ateşlenmeye çalışılacağı ve belki de halkı infiale sürükleyecek suikastlerin düzenleneceği zor bir döneme giriyoruz.
Ve belki de Doğu Perinçek'in yıllardır ısrarla önerdiği Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan ve İran'ın güç birliğinden oluşacak "Avrasya Seçeneği" artık kapıda!
Her ne olursa olsun gün, birlik ve beraberlik günüdür...
Hain ve kuyrukçuların ortaya çıkacağı, çok daha aydınlık yarınlara uzanan kapının artık açılma günüdür...
Siyaseti kendine mesken tutmuş bit, yavşak ve sirkelerin çıtlatıla çıtlatıla ezilme günüdür