Toplam 3 dayım var benim, bir de teyzem.
Annem en büyükleri; sırasıyla Mürüvvet, Mehmet, Yavuz, Mustafa ve Nilüfer olarak gelmişler dünyaya.
Rahmetli İsmail dedem (Ekmekçi) erkek evlatlarının üçünü de vatana bekçi yapmış.
[caption id="attachment_151712" align="alignnone" width="225"] İsmail Ekmekçi[/caption]
Üçü de İstanbul’da Kuleli’yi bitirdikten sonra Ankara’ya harp okuluna gitmişler.
Mehmet ve en küçükleri olan Mustafa dayımın sınıfı Jandarmaydı, Yavuz dayımınsa piyade.
Güzel dayım, Mehmet dayım artık çoktandır emekli olmasına rağmen hala tam bir askerdir.
Ciddi, sert, disiplinli, sevgisini ve öfkesini gizlemeye çalışan bir beyefendi!
Jandarma teşkilatında hala “efsane albay” diye anılır; bir dönem Ankara’da Jandarma okulunda kriminoloji yani, suç bilimi dersleri vermiş, bu alanda Türkiye’de pek çok öğrenci yetiştirmiştir.
Kıta hizmetinin yanı sıra uzun yıllar öğretim üyeliği de yapmıştır Mehmet Ekmekçi.
Henüz gencecik bir teğmenken Keles’te üç gün üç gece süren davullu zurnalı muhteşem bir düğünle evlendirmiştik onu, gelini bir dolu insanla birlikte gidip babamın burunlu BMC otobüsüyle İstanbul, Üsküdar’dan almıştık.
Bediz yengem benim gözümde hala dünyanın en güzel gelinidir, ondan daha güzeline şimdiye dek rastlamadım henüz.
Mustafa Ekmekçi’yse evlenene kadar dayımdı, daha sonra bambaşka biri çıktı ortaya.
Bir erkeği seçtiği kadın yüceltip yönlendirir; onunla birlikte her anlamda ya büyür ya da küçülür erkek.
En küçük dayımın seçimi yıllar içerisinde yavaş yavaş kopartıp aldı onu sevenlerinden; hoş, o da buna müsaitmiş ama olsun, herkes yerinde sağ olsun.
Neyse, bu günkü asıl sohbete döneyim…
Büyürken hep önde olmayı seçtim ya da kim bilir, ailenin en büyük evladı olarak böyle bir misyon yüklendi üzerime belki de.
Daha sonra coşkularda da kavgalarda da hep ön saflardaydım artık.
[caption id="attachment_151713" align="alignnone" width="300"] Mehter kıyafetimi sevgili validem Mürüvvet hanım dikmiş, Keles 1’nci Murat ilköğretim Okulu Müdürü rahmetli Recep Bodur’sa beni alıp bir Cumhuriyet bayramında bölüğün en önüne yerleştirmişti. Hemen arkamdaki delikanlı rahmetli Sami İlman.[/caption]
Yavuz dayıma gelince…
Öz evladından hiç bir farkım yoktu, neredeyse birlikte büyüdük onunla biz.
İlkokul ikinci sınıftan itibaren lise 1 ve 2’nci sınıf yılları hariç, liseyi bitirene kadar her yaz tatilinde aylarca onun yanında kaldım; hatta lisenin 3’ncü sınıfını da onun yanında Edirne’de okudum.
Geç evlendi Yavuz dayım.
Hangi kıtaya, hangi kışlaya tayin olduysa her sene ben de istisnasız yanındaydım.
Her yıl bana bir subay eğitim kıyafeti diktirirdi. Ben de o dönemki havama göre teğmenlikten albaylığa kadar bir rütbe seçer, kafama göre serbestçe dolaşırdım tugaylarda, tümenlerde.
[caption id="attachment_151714" align="alignnone" width="300"] İlk asker kıyafetim. Yine bir bayram günü şiir okuyorum Keles’te.[/caption]
[caption id="attachment_151715" align="alignnone" width="300"] Şiirden sonra sırada resmi geçiş töreni var.[/caption]
Denizli, Kıbrıs, Edirne ve sonraki yıllarda bir kez daha Edirne.
Çocuktum, çok başka geliyordu askerlik ortamı.
Mesela kaçınız tank ya da zırhlı personel taşıyıcı kullandı?
Ben kullandım.
Kırıkkale, M1, M2 yarı otomatik tüfeklerle kaçınız henüz çocukken atış talimi yaptı?
Ben yaptım.
Bırakın yarı otomatiklerini, Sten, Thompson ve MP5 otomatik tabancaları bu gün bile tek başıma söker, yağladıktan sonra tekrar takarım!
Askerlerle birlikte kaçınız elde tüfek yerde süründü, yoğun ateş talimi yaparken yılan gibi sağa sola koştu?
(Çocuk yaşta bu eğitimler sırasında öğrendiklerim sayesinde 12 Eylül öncesi Türkçü İntikam Tugayı timinin planlı bir saldırısından hafif yaralı olarak kurtulabilecektim. Sadece yoğun ateş altında yılan gibi sağa sola koşmak gerektiğine dair bir bilgi kırıntısı yaşamımı kurtardı o gece yarısı benim! Bir arkadaşım orada öldü, diğer arkadaşım 9 kurşun almasına rağmen hayata tutunabildi.)
[caption id="attachment_151716" align="alignnone" width="190"] Serde bir miktar da artistlik ruhu var yani![/caption]
[caption id="attachment_151717" align="alignnone" width="196"] Yavuz dayım, ben ve postası İsmail[/caption]
[caption id="attachment_151718" align="alignnone" width="197"] Artık yaş ilerlemiş ve o sene komando olmayı seçmişim.[/caption]
1977 İkinci Kıbrıs Barış Hareketinin hemen ertesi…
Yavuz dayım Lefke sınır bölgesi komutanı.
Ortalık hala çok gergin, karşılıklı baskınlar yapılıyor ama bunlar kamuoyuna pek yansıtılmıyor.
Ve elbette ben de yine yanındayım.
Lefke’de, “İngiliz evleri” denilen bir bölge var. Bahçe içerisinde tek katlı müstakil villalardan oluşuyor.
O evlerden biri Yavuz dayımın ikameti için tahsis edilmiş, ikincisindeyse bölük karargah komutanlığı var.
Ayrıca sınır boyunca da takım komuta merkezleri mevcut.
[caption id="attachment_151719" align="alignnone" width="300"] Önde yine asker kıyafeti içinde ben. Arkadaysa bölük karargah binası olarak kullanılan bina. Orta okul 2’nci sınıfa gidiyorum o sıra.[/caption]
Sınırda Türk ve Rum kesiminin arasında bir tampon bölge oluşturulmuş.
Üzeri tıraşlanmış ortadaki bir tepenin üzerindeyse Birleşmiş Milletler askerlerinden oluşan sözde “Barış Gücünün” karargahı var.
[caption id="attachment_151720" align="alignnone" width="300"] Arka planda Birleşmiş Milletler karargahının bulunduğu tepe, öndeyse ömrü serhat boylarında nöbet beklemekle geçmiş kahraman Yavuz Ekmekçi var.[/caption]
Bizim askerler geceleri sınırda mevzi kazıyorlar. Öyle her sipere yerleştirilecek kadar top da elde yok zaten. Onun yerine karşı tarafa göz dağı verebilmek için bazı yerlere gerçek top yerine metal borular koyuyorlar!
Ve ne zaman bizimkiler gece karanlıkta siper kazmaya girişseler derhal Birleşmiş Milletler’in dev projektörleri yanıyor ve Türk askerlerinin üzerinde sabitleniyor!
Rumlar da gündüz gibi aydınlanan mevziyi haritalarına işleyip top mu yoksa oraya basit bir metal boru mu konduğunu derhal not ediyorlar dolayısıyla!
Tarafsız kalması gereken BM, Hristiyan kulübü gibi işliyor ve Rum’lara çalışıyor sürekli!
[caption id="attachment_151721" align="alignnone" width="300"] Yavuz dayım kafaya koymuş, aklındakini gerçekleştirmek için keşif yapıyor sınırda![/caption]
Günlerden Cumartesi…
Akşam içtimasında “asker, bir operasyon için gönüllü görev alacaklar bir adım öne çıksın” diye seslendi Yavuz dayım gür sesiyle.
Tabii, bölüğün hepsi birden adım attı ileriye doğru.
Bunun üzerine içlerinden kendisi gibi uzun boylu, yağız 20 eşbeh nefer seçti dayım:
“Bu gece saat 12’de üstte fanila, altta siyah pantolon, yanınızdaysa sadece cop ve Colt tabanca olmak üzere tam cephane, tam kamuflaj burada hazır olunacak, marş marş” dedi ardından.
-Emredersiniz komutanım, rap rap rap!..
Ve gece saat 12’de hepsi Nuri Leflef marka ayakkabı boyalarıyla simsiyah ettikleri kıyafetleri ve bedenleriyle birer hayalet gibi geldiler!
Tam 20 asker, takım komutanı asteğmen ve Yavuz dayım, gecenin karanlığında Birleşmiş Milletler karargahına doğru yaya olarak gece karanlığında harekete geçti.
Günlerden Cumartesi’ydi, ılık bir tatil akşamı karargah gazinosunda kafayı çekip mayışmış Birleşmiş Milletler asker ve subaylarının rüyalarında bile göremeyecekleri kadar uzaktı oraya bir Türk birliğinin baskın yapma ihtimali!
Düşünün, Birleşmiş Milletler Amerika demek, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya demek!
Önce nöbetçileri etkisiz hale getiriyor bizimkiler.
Sonra telsizlerin hepsini kırıp ne kadar personel varsa gazinoya toplayarak yere yatırıyorlar.
Ve ardından dayak faslı başlıyor!
Yanlarındaki coplarla, kafa göz artık ne denk geliyorsa haşat ediyorlar hepsini.
En sonunda Yavuz dayım sesleniyor:
“Bu güne kadar sabredip ses çıkarmadık, eğer bir kere daha o projektörler bizim tarafı aydınlatırsa buraya tekrar gelir hepinizin gelmişini geçmişini fuck (!) ederiz, ona göre!..”
Ertesi gün Birleşmiş Milletler’in Avrupa’daki merkezinden Türk Hükümeti’ne nota üstüne nota!...
Oradan genel kurmay, Kıbrıs kuvvetleri komutanlığı ve Yavuz dayım çağrılıyor üstü tarafından!
“Bizim yaşanan olaydan hiç haberimiz yok komutanım” diyor o sıra gencecik bir üsteğmen olan Yavuz Ekmekçi, “kimler yapmıştır onu da bilemeyiz”!..
Bıyık altından gülüp sırtını da sıvazlayarak gönderiyor onu komutanı.
O günden sonra Birleşmiş Milletler karargahından Türk tarafına değil projektör tutmak, neredeyse geceleri mum bile yakamadı odalarında adamlar!..
NOT: Zaman zaman okurlarımla anılarımı paylaşıyorum. Ölüm var kalım var, kaybolup gitmesinler, bir yerlere not olarak düşülsünler istiyorum.
Bazen güzel dayım, Yavuz dayıma da derim, “ben böyle ortak anılarımızı bir gün kaleme alacağım” diye?
“Yok, yazma oğlum” diye yanıtlar her zaman, “devlet işidir bunlar, meydana çıkması hoş değildir!”
Aradan geçmiş neredeyse 40 seneye yakın zaman…
Günümüzde en büyük, en derin sırlar bile 20 sene sonra açıklanıyor artık.
Ben de bu gün ona sorup onay almadan yazıverdim işte Birleşmiş Milletler baskınını; fena mı oldu?
Üstelik de uzun yıllar öncesine ilişkin fotoğraflar filan bulmuşken!
Tüm yaşamım boyunca hep gurur duymuşumdur hem Mehmet, hem de Yavuz Ekmekçi’nin yeğeni olmaktan.
Onlardan öğrendiklerimle, onların zenginleştirdikleriyle ne kadar çok büyüdüm, yaş aldım anlatamam!
Her ikisini bir kez daha ellerinden öpüyorum.
Ömrünüz uzun ve sağlıklı olsun iyi yürekli, iyi huylu, yiğit güzel dayılarım.