Yazarlar

Yine beklerim?

post-img
Yağmurlu ama mevsim kış olmasına rağmen ılık bir Şubat günü... Hayli yükseklerde yoğuşup da yer yüzüne yağmur taneleri olarak düşüp duran bulutların yanı sıra, Bursa Ovası’nın üzerini belli belirsiz bir sis tabakası da kaplamış aynı zamanda. Önceden sözleşmişiz, saat 14’te gazeteye İçişleri eski Bakanlarından Mehmet Gazioğlu kahve içmeye gelecek. Mehmet abiyi uzun zamandır görmüyorum, iki satır sohbet edip hasret gidereceğiz. Evin bahçesine kadar giren ticari taksiye binip, “Oulu Caddesi’ne gideceğiz” diyorum gençten, esmerce şoföre. “Tamam abi” diye yanıtlıyor ve gaza basmasıyla birlikte yavaş yavaş ilerliyoruz çok değil, on dakika sonra yaşanacak kaderin kırmızı renkli hayli trajedik o sayfasına doğru. Öyle ya, o an nereden bilebilirdim ki evin yan tarafında dışarı çıkmamızı bekleyen ve içinde en az 3 kişinin bulunduğu Citroen marka aracın da arkadan bizi takip etmekte olduğunu? Gazetenin idarehanesinin bulunduğu binanın önüne geldiğimizde önceden hazır ettiğim parayı sürücüye ödeyip, ıslanmamak için hiç vakit kaybetmeksizin  içeriye doğru hızlıca yürüyorum. Şans eseri zaten zemin katta bulunan asansörün kapısını açıp da içeriye doğru bir adım attığım anda ilk şiddetli darbe başımın arka tarafına geliyor. O sıra bu çarpmaya ilişkin hiçbir fikri olmayan epeyce de sarsılmış beynim yaşanan şeyin ne olduğunu algılamakta önce güçlük çekiyor. Ve içgüdüsel olarak o yana doğru dönüyorum. Daha dönerken bu kez alnıma ve başımın tam üzerine doğru şiddetli arka arkaya üç darbe daha geliyor. İlk kez o zaman anlayıp görüyorum, asansörün kapısında ardımdan sessiz ve sinsice seğirterek gelen iri kıyım iki genç insan, ellerinde güvenlik elemanlarının kullandığı türden kısa çelik coplarla sadece başımı hedef alarak aynı anda hala bana vurmaya çalışmakta. Arkadan ilk darbeyi indiren ve diğerine göre daha yaşlıca olanın yüzünde büyük  bir kin ve nefret var. Bir yandan da küfrediyor vururken. Ancak ve ancak en çok sevdiği bir yakını birileri tarafından elinden alınmış insanların takınabilecekleri türden bir maske bu suratındaki ifade. Bana göre sol taraftan büyük bir öfke ve ısrarla halâ vurmaya çalışıyor. Sağ taraftakiyse daha genç. Sevimli de bir ifade var yüzünde. Hani İnternette gezen, iki ayağı üzerine kalkıp da yine iki ön ayaklarıyla birden karşısındakine pati atmaya çalışan sevimli kedi videoları var ya? Hali biraz da onlara benziyor. O da bulabildiği her boşlukta ileriye doğru uzanarak elindeki copla vurmaya çalışıyor başıma. (Ha bu arada, soruşturma dosyasında belirttiğim bazı adli ayrıntılara burada girmiyorum. Onlar yargılama sırasında değerlendirilecek konular.) Direkt başıma aldığım son derece sert ve kıyıcı darbeler sonucu bilincim artık yarı yarıya kapanmış vaziyette, bayılmak üzereyim. Asansör kabininin her tarafı darbelerin etkisiyle patlayan atar damarımdan fışkıran kanlarla kıp kırmızı olmuş durumda. Yüzümün dört bir yanından aşağıya doğru en az serçe parmağımın yarısı kadar kan akıyor. Ne aksi, ortalıkta binaya gelip giden hiç kimse de yok, ortalık çok ıssız. O vaziyetteyken bu iki insana daha fazla direnme şansım da hiç yok ama onlara doğru döndükten sonra gelen tüm darbeleri sol kolumun yardımıyla bertaraf etmeyi başarıyorum her nasılsa. Bereket, içinde bulunduğum asansör dar. Bulunduğum pozisyon beni epeyce koruyor. Artık kendini kapatma noktasına gelen beynim ses örgenlerime bir komut veriyor, “çabuk bağırmaya başla, yoksa ayvayı yedin” diye!.. Bilmem bağırmamın şiddetinden, bilmem artık kıpkırmızı olmuş başımın o halinden ürken sol tarafımdaki gencin yüzündeki derin öfke yerini birden bire belli belirsiz bir korkuya bırakıyor. Sağdaki zaten çoktandır artık bitse de gitsek modunda. İyice yorulan soldakinin vurmayı bırakmasıyla birlikte binanın giriş kapısına doğru yönelip, son kez arkalarına da bakarak hızlı adımlarla kaçıp gidiyor bu delikanlı bozması ikili. Gidiyorlar ama bendeki vaziyet hiç iç açıcı değil. Şiddetli bir biçimde kanayan başımın bir yanını bastırıyorum, kan diğer taraftan fışkırıyor. Bin bir güçlükle bastığım asansörün düğmesindeki ışık ikinci katı gösterdiğinde son bir gayretle inip, gazetenin giriş kapısını yumruklamaya başlıyorum. Görüntüm karşısında donup kalan kızlara “çabuk bir bez verin” diye seslenip, gürültüyü işitince odasından dışarı fırlayan Hamza’ya da (Eren) “Beni hemen hastaneye yetiştir” diyorum. Çekirge Devlet Hastanesi’ni hedef alan Hamza, Kükürtlü Caddesi’nde uzayan trafiği görünce geliş istikametine geçip, ters yönden sürmeye başlıyor arabayı. “Len Hamza” diyorum, “kaza yaptıracaksın bize”, sanki vaziyetimiz kaza hâlinden farklıymış gibi! “Abi bi sus Allah aşkına “diyor Hamza, “Allah korusun, kan kaybından ölüp gideceksin, hala bana arabayı şöyle kullan, böyle kullan diye talimat veriyorsun ya!..” Birlikte gülmeye çalışıyoruz. Neyse, varıyoruz hastanenin acil servisine en sonunda. Genel cerrahide önce kesilen atardamarı dikiyorlar. Sonra da her zaman çok sevdiğim, varlığıyla hep kıvandığım o kalın kafamda açılan yaraları. İşlem bittikten sonra tam 17 dikiş sayıyorlar başımın muhtelif bölgelerinde. En çok da arkadaki yakıyor canımı. Çünkü en kalleş, en kahpece açılan oradaki yara. Görgü tanıklarının 155 Polis İmdat Hattı’nı aramasıyla saldırganların önce evden itibaren beni takip ettikleri, sonra da kaçmak için kullandıkları aracın, önceki hafta kaleme aldığımız “Len İbrahim” başlıklı yazıda Yıldırım Belediyesi’ndeki hallerini anlattığımız çöp ve asfalt müteahhidi Nurettin Kutlucan’ın kurduğu Karacan temizlik firmasına ait olduğu ortaya çıkıyor. Bu durum üzerine akşam saatlerinde Nurettin Kutlucan’ın torunu Metehan Kutlucan ve beraberinde Murat Tekin isimli bir şahıs karakola giderek teslim oluyorlar. Özetle, Metehan Kutlucan ifadesinde “Yazdıklarına kızıp, ben yaptım. Murat Tekin de arkamdan gelip bana engel olmaya çalıştı” diye yanıt vererek, durumu kurtarmaya çalışıyor aklınca. Hatırlatayım, Metehan sağımdaki sevimli çocuktu; soldaki acımasız ve gaddar olan değil. Şimdi gelelim soldaki insan evladının kim olduğuna:   OĞUZHAN KUTLUCAN; Asansöre bindiğim sırada arkamdan sinsice gelip ilk darbeyi vuran kardeşin Metehan değil, sendin. Hem onun, hem de senin fotoğraflarına baktım iyice sonradan. Ancak, neydi o yüzündeki, gözlerindeki büyük öfke? Geçmişte neler yaşadın, neler biriktirdin içinde sen öyle? Çocukluğunda kimler sana bu kadar kötülük yaptı, bu kadar ezdiler seni de kinini böyle bulabildiğin her fırsatta insanlardan çıkarmaya çalışıyorsun? İnan, kendi canım yandığı kadar senin için de içim acıdı, senin adına da çok üzüldüm Oğuzhan. Doğu kültüründe insanlar hep ikinci planda kalır, hep kendinden daha üstün gördüğü birine biat halindedir, bu nedenle genellikle bir türlü birey olamaz ve tüm ömrü boyunca gerek kendisine, gerekse etrafındakilere bunu ispatlamak için uğraşır durur. Bir nevi ömür boyu yaşanan bir aşağılık kompleksidir bu ama senin durumun bunu da aşıyor gördüğüm, hissettiğim kadarıyla, sende çok daha fazlası var. İnsanlara ve yaşama bu kadar büyük öfkeyle baktığın için sen çocukluğunda gerek ruhi, gerekse bedenen çok büyük şiddet görüp, çok büyük travmalara maruz kalmış olmalısın. Modern psikoloji bilimi açısından ne demek istediğimi sana anlatmaya çalışayım bak: Çocukluğunda şiddet gören bir insan büyüdüğü vakit bulabildiği her fırsatta karşısına çıkanlara öfkeyle acı çektirmek için uğraşır, kendi çektiklerini  başkalarına da yaşatarak hayattan intikam aldıklarını düşünür böyleleri. Travmalı kişi her ilişkisine yansıtır bu ezikliğini. Başkalarının haklarına tecavüz etmekten tut da özel ilişkilerine dek tarzı artık değişmez biçimde hep aynıdır. İntikam almaya çalışır insanlardan. Kin duyduğu birinin karşısına eşit koşullarda mertçe çıkmak yerine arkadan saldırmaksa tam anlamıyla içeride beslenip yaşatılan o derin “korkunun” bir yansımasıdır. Bu kadar mı korkuttular seni geçmişte? Niye adam gibi mertçe karşıma çıkıp hesap sormadın Oğuzcan? O vakit söyleyecek hiçbir lafım olmazdı; ya sen, ya ben der, gelip geçerdik. Hem “şiddete” kimler başvurur biliyor musun? Çaresiz, aciz, akılsız ve zavallı insanlar. Şiddete varıncaya dek bir meseleyi çözüp, halletmek için yüzlerce yol vardır. Bak bunların neler olduğunu ileride sen de yaşayarak göreceksin Oğuzhan. Ancak, çok yanlış kapıya çattınız. Bursa’da asla bulaşmamanız gereken en son insana gelip bulaştınız. Bundan sonrasında yazacaklarıma engel olmak için gelip beni öldürmeniz ya da öldürtmeniz gerekiyor, buyurun bekliyorum, hem de yaşamımın sonuna  dek? Mehmet Ali Yılmaz’a arkadan kalleşçe saldırıp darp etmek, Nilüfer Belediyesi’nde aldığınız temizlik ihalesini iptal ettirecek kadar hak ihlali tespit etmiş, İşçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanını döverek korkutmaya benzemez Oğuzhan kardeşim, bak bunu da göreceksin!.. Kim bilir, ileride belki buralarda artık yapacak iş bulamayacağın için Necmettin Dede’ye gidip, Muş Belediyesi’ne “Muş lalesi” dikeceksin belki de. Topunuzdan şu kadarcık korkup çekinen dilsiz Şeytan olsun! Hem sana bir sır vereyim mi? Geçmişte benim de çok canım yandı ve hala yandıkça ben de insanları çok hırpalıyorum biliyor musun? Sen elini kana bulamışsın, üstelik de arkadan saldırarak copla ya da başka aletlerle yapıyorsun bunu; bense açıkça, saklanıp gizlenmeden, arkadan sinsice sokulmadan kalemle yapıyorum, yazıyla yakıyorum insanların canını. Çünkü geçmişte benim de çok canımı yaktılar. İktidarların yanında durup nemalanmak üzere dinci ya da sağcı olmak yerine işte onun için solculuğu seçtim, okuyup, yaşamdaki her şeyi sorgulayarak hep pencerenin solundan baktım dünyaya. Yaşar Kemal’in Çukurovası’nda pamuk toplayan ırgatların çektiği acılar çok yaktı canımı mesela. Boğaz tokluğuna çalıştırılan elleri nasırlı Anadolu insanının haline oldum olası hep üzülüp kayırdım. Ama daha önce Kemalettin Tuğcu’nun, Sokak Çocuğu isimli romanında İstanbul sokaklarında dilendirilip, sur diplerinde yatırılan kaçırılmış çocukların dramı paramparça etmişti içimi daha şu kadarcık bebeyken. Dünyanın her yanında acı çekenlerle birlikte aynı acıları ben de yaşadım ve de hala yaşıyorum. Sırf daha çok para kazanmak hırsıyla işçileri acımasızca çalıştıran, önlemi alınmamış iş kazalarında yaşamlarını kaybetmelerine neden olan patronlara da çok kızdım mesela. Hele hele rüşvetle, avantayla kamu kaynaklarını hortumlayıp, hak etmedikleri halde belediyelerin trilyonlarca lirasını alarak kapalı kapılar ardında siyasilerle, belediye başkanlarıyla paylaşan müteahhitler hedefimde oldular hep. 1980 öncesinde Bahçelievler’de öldürülen 7 Türkiye İşçi Partili gençle birlikte ben de eterle bayılıp, sabaha karşı bir Ankara ayazında telle boğuldum! Çok canım yandı, içim çok acıdı, daha önce zaten defalarca öldüm ben Oğuzhan. Yine Bursa’da üzerlerine kitlenen kapı nedeniyle dışarı çıkamadıkları için biri hamile, cayır cayır yanarak ölen 5 işçi kadının yanında ben de vardım, ben de yandım orada. Madımak Oteli’ndeki yangında çıkan dumanlar ciğerimi dağladı. Canım yandıkça ben de senin gibi acıttım insanların canlarını ama aramızdaki fark, çelik copla, kalem arasındaki fark kadardı, ben yanlışlıkları, hırsızlıkları, haksızlıkları yazdım, sense hak yedin, ah aldın Oğuzhan ve biliyor musun 75 yaşındaki anamın tek bir bedduası bile o acımaksızın arkadan vuran ellerini Ebû Leheb’inkiler gibi kurutmaya yeter de artar bile, inan bak, bunu da yaşayıp göreceksin!.. Kardeşin Metehan sağ tarafımdaydı, o da sana özenip daha fazla vurmaya çalışıyordu yavrum,  iyice gördüm, teşhis ettim onu da. Sevimli, aslında iyi bir çocuk o. Biraz kötü alışkanlıkları varmış ama düzelir, geçer. Keşke karıştırmasaydın onu da bu işlere. Ola ki kan kaybından ya da sonraki gün beyin kanamasından yaşamımı kaybetseydim  eğer, gerçi yedi sülaleniz yedi gün bile bu memlekette barınamazdı ama gencecik yaşta katil yapacaktın o çocuğu da! Yazık, günah değil mi? Ne oldu şimdi peki? Sen kahraman mı oldun, delikanlı mı oldun, kabadayı ya da  mafya mı oldun, racon mu kestin, göz dağı mı verdin, ne oldu? Yoo! Oğuzhan yine aynı Oğuzhan; hala korkularıyla, çaresizlikleriyle,  yaşanmışlıklarıyla iç içe; ne değişti ki senden yana? Ama bak başka bir şey daha oldu; sadece Bursa’ya değil, tüm âleme rezil oldunuz, üstelik büyüklerini de, dedenin kurduğu işi de aynı kirle lekeledin, en tepeden en aşağıya kadar herkes kınadı sizi, “bu kadar akılsızca, bu kadar ahmakça ve bu kadar cahilce bir iş yapılır mı” dedi aklı başında olan her insan. Yanlış kayaya tosladın, bunun sonuçlarını her anlamda zaman içerisinde mutlaka göreceksiniz. Ben gerçekleri yazmaya yine devam edeceğim; bu sayılmaz, tekrar beklerim ama bu kez lütfen hiç olmazsa birazcık mertçe olsun, erkekçe olsun, tamam mı gülüm?     TEŞEKKÜR: Başta Bursa Valisi Münir Karaloğlu, İl Emniyet Müdürümüz Selami Yıldız ve olayı haber aldığı ilk dakikadan itibaren desteğini hiç eksik etmeyen    Yıldırım’ın yiğit Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali, CHP Bursa İl Başkanı Zafer Yıldız, eski İl başkanı Metin Çelik, İşçi Partisi Bursa İl Başkanı Nadir Erol, Nilüfer Belediye Başkanımız Mustafa Bozbey, Mudanya Belediye Başkanımız Hayri Türkyılmaz, Karacabey Belediye Başkanımız Ali Özkan, Orhaneli Belediye Başkanımız İrfan Tatlıoğlu,  Bursa Milletvekillerimiz Turhan Tayan, Bedrettin Yıldırım, Sena Kaleli, İlhan Demiröz, Adalet ve Kalkınma Partisi Osmangazi İlçe Başkanı Ali Yılmaz, Nilüfer İlçe Başkanı Celil Çolak, CHP Osmangazi İlçe Başkanı Recep Çohan, CHP eski ilçe başkanları Özgür Şahin ve Avukat Güner Aklan ama özellikle “Yapılan çirkin işi şiddetle kınıyorum. Haksız ve yanlış biçimde konuşulanların tam aksine hukuk danışmanlığı da dahil olmak üzere benim bu insanlarla hiçbir ilgim ve işim yoktur. Bundan sonra da olamaz. Sadece 3 yıl kadar önce bir davadan ötürü vekalet bırakmışlar, ona da ben değil, arkadaşım ve ortağım Zekeriya Birkan bakmış. Bu böyle biline. Size de büyük geçmiş olsun” diyen, Adalet ve Kalkınma Partisi Bursa İl Başkanı Avukat Cemalettin Torun, isimlerini buradan sayamadığım için lütfen kusura bakmasınlar ama onlar çok iyi biliyorlar ki hepsinin adı gönlüme işli olan Bursa, Türkiye ve dünyanın her yanındaki sevgili dostlarım, mensubu olmaktan her zaman gurur duyduğum Yılmaz ve Ekmekçi Sülalelerinin küçükten büyüğe tüm fertleri, akrabalarım, yollara dökülmeye kalkışan Kelesliler, Can dostum yiğit insan Kemal Pehlivan, Gazete Bursa’nın yönetim kurulu başkanı sevgili kardeşim Hamza Eren, kardeşim, meslektaşım İhsan Bölük, Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri Kolaylı, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Aykut Güngör, Anadolu Spor Gazetecileri Federasyonu Başkanı İbrahim Erdoğan, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel, Bursa Gazeteciler Birliği Başkanı Ferit Güler, Aktif İnternet Medyası Derneği Başkanı Özcan Yazıcı ve tüm gazeteci arkadaşlarım, ilk anda hemen hastaneye koşup gelen İçişleri eski bakanımız Mehmet Gazioğlu, kardeşim Kemal Yetişen, Yıldırım Belediye eski Başkanımız Ramazan Altunöz, dostlarım Ergün Özçelik, Ahmet Memişoğulları, meslektaşım Can Topaktaş, gazeteci kardeşim düzgün insan Rıza Ertekin, CHP Bursa İl Yönetim Kurulu Üyesi Hülya Atalay hanımefendi, Osmangazi Belediye Meclisi eski Üyesi Ali Sarı, eski dostum Erol Gülmez, yazarım Can’ım Ertan’ım, iyi insan, dost insan Doktor Ceyhun İrgil, canım Doktorum Tahsin Bulut, yamuk insan avcısı Şehir Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni sevgili kardeşim Nezir Asaroğlu,  onca yolu aşarak kalkıp Bursa’ya gelen iyilik perisi sevgili dostum Halide Yukay, Hülya Ergüç, telefonla ya da başka kanallardan ulaşıp “beddua” ya da  “iyi dileklerini” ileten, “yapabileceğimiz her ne varsa hazırız” diyen  doğru ve güzel insanlar, Baş Komiser Mehmet Muz’un şahsında iyilik ve saygılarını bizden hiç eksik etmeyen Çekirge Polis Karakolu’nda görevli memur arkadaşlar, tekrar kusuruma bakmayın, ne de olsa ağır bir kafa travması yaşadım, isimleri şu an hafızamda olmasa da varlıklarını gönlümde hissettiğim sevgili dostlar, hepinize çok çok ama çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. Sağolun. Ve son olarak sevgili anneciğim, o güzel duaların ve hiç eksilmeyen sevgin sana bin misli dönsün, ömrün sağlıklı ve uzun olsun benim canım, güzel annem.                  

Diğer Haberler