Bazıları “bu ülkenin artık yaşanacak bir yer olmaktan çıktığı” iddiasından bahisle Amerika ya da Avrupa’ya gidip yerleşmeye özenir amma velakin şu garip yazarınızın önüne hazineler serseniz, yollarına sarı sarı liralar döşeseniz, yine de “memleketim” der ve buraları terk etmeyi aklının ucundan dahi geçirmez çünkü, çok sever bu diyarı, taşına, toprağına, kekik ve dahi çam kokulu dağlarına vurgundur eski ve çok sevdiği adıyla Hüdavendigar (Hükümdar) vilayetinin.
Bu bayram tatilinde “uzaklara gitmeyelim, asıl koca tatili sonraya erteleyip, şimdi yakın diyarları dolaşalım” diye karar ettik; iyi ki de öyle yapmışız çünkü, bu sayede epeydir uğramadığımız yerlere varıp hasret giderme fırsatları yakalamış olduk.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda manevi önder olarak kabul edilen Şeyh Edebali’nin türbesi ve o kabrin bulunduğu geniş vadinin tam ortasında yer alan tepecik çok ayrı bir huzur ve keyif verir bana.
Her yerden farklı bir enerjisi, sözle kolayca tanımlanamayacak değişik bir atmosferi vardır.
Ne zaman ki bir Ankara ziyaretinden dönüşte kendimi yorgun ya da keyifsiz hissetsem Bozüyük’ü geçer geçmez hemen sağa doğru kıvrılır, Bilecik’teki Şeyh Edebali türbesinde bir yarım saat kadar zaman geçirdikten sonra öyle devam ederim yola.
Öneririm, deneyin, tazelendiğinizi, dünyaya tekrar gelmiş gibi yenilendiğinizi hissedeceksiniz.
Arife günü benim için artık klasik hale gelen ve doğa güzelliklerinin tavan yaptığı Bursa-İnegöl-Boğazova ve Keles-Kocayayla güzergahında ilerleyip, dede yadigarı Göl Alanı bölgesindeki bahçeden kiraz toplayarak döndük evimize.
İnegöl ilçemiz her zaman olduğu gibi tertemiz, pırıl pırıl, bakımlı yol ve yeşil alanlarıyla birlikte yine iddialı halini koruyordu.
Bayramın birinci günüyse yakın çevre turumuza Bilecik’ten, Şeyh Edebali’nin türbesinden başlamaya karar verdik.
Ama ondan önce Yenişehir-Bilecik güzergahında karşınıza Koyunhisar Köyü ve oradaki mezarlıkta binlerce isimsiz alple birlikte kendi türbesinde yatmakta olan Aydoğdu bey çıkıyor.
Bursa’yı yönetenler her yıl “fetih şenlikleri” diye bir kutlamaya girişirler.
Oysa Bursa hiçbir zaman savaşılarak alınmamıştır, tam tersi uzun yıllar süren bir kuşatmanın ardından kent halkı yapılan bir anlaşma sonucu kaleyi boşaltarak kendi rızalarıyla çıkıp gitmiştir buradan.
Diğer taraftan asıl savaş Yenişehir Ovası’nda, Koyunhisar’da yapılmış, Osmangazi’nin komutasındaki Kayı Boyu mensupları Bursa, Kestel, Kite, Yarhisar ve İnegöl tekfurlarının birleşerek oluşturdukları bir orduyu günler süren bir savaş sonucu yendikten sonra açılmıştır Türklere Bursa Ovası’nın kapıları.
Eğer o savaş kaybedilseydi muhtemelen Osmanlı Devleti de hiçbir zaman var olamayacaktı.
Aydoğdu bey, Osmangazi’nin kardeşi Gündüzalp’in oğludur.
O savaşta şehit olduktan sonra şimdi üzerinde türbe bulunan yere defnedilmiştir.
Bence Bursa’nın alınışına dair kutlamalar bundan böyle tam da o noktadan, Koyunhisar’da bulunan Aydoğdu beyin kabrinden başlatılmalıdır.
Yenişehir ilçesi o vakte dek tam bir göçebe hayatı yaşayan Türklerin Anadolu’da sıfırdan kurdukları ilk ve belki de tek şehirdir.
Bir kent bu kadar köklü ve önemli olup da bu kadar silik ve sönük nasıl kalabilir, şaşırmamak mümkün değil doğrusu?!.
Pek kimse bilmez ama tam 29 yıl boyunca da Osmanlı’ya başkentlik yapmıştır Yenişehir.
İznik Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Yenişehir’se Osmanlı devletinin ilk başkentidir.
İlk hutbe orada okunmuş, ilk sikke orada basılmış, ilk ferman yani kanun orada buyurulmuştur.
Bundan bir süre önce bu ilçemizle ilgili bir yazı kaleme alıp, “Yenişehir’in yolları, kaldır artık Süleyman kolları” demiştik.
Anlaşılan Yenişehir Belediye Başkanı Süleyman Çelik’in değil kollarını, hiçbir şeyi kaldırmaya yetecek mecali kalmamış artık.
Osmanlı’nın ilk başkentine yakışıyor mu o tablo hiç Süleyman bey?
Her yer toz, toprak, pislik içerisinde.
İlçedeki kadınlar dışarıya çamaşır dahi asamıyorlar, daha bir saat bile geçmeden arabaların üzerini bir parmak toz kaplıyor.
Yenişehirliler bir parça yeşile hasret, park-bahçe görmek istediklerinde artık İnegöl’e kaçıyorlar!
Ama ben bu duruma sessiz kalan ilçe eşrafını da suçlu ve eksik buluyorum artık.
İktidar partisine bir parça baskı yapsalar iş üreyecek.
Süleyman beye kalsa, Hazreti Süleyman’ın öldükten sonra asasına dayalı kaldığı rivayet edilen bin yıllık süre boyunca bile yapılmaz oranın yolları!
Karikatürde genç bir kadın ve adam var, çay bahçesinde yeni tanışmış olmanın heyecanıyla sohbet ediyorlar…
Kadın kendi konuşma balonunda adama diyor ki, “bu güne dek tüm sevgililerim hep Karadenizli oldu ancak, hiç biri hayır etmedi, sonuçta da hepsinden ayrıldım. Senin memleket neresiydi acaba?..”
Kızla yeni tanışan adam cevap veriyor:
“Pilecuk!..”
İşte bendeniz askerliğimin bir bölümünü o Pilecuk’ta yapmıştım.
Daha bizim gitmemize 2 hafta vakit olduğu halde usta askerlerin kıyafetlerinden birini aşırıp (Asker ocağında buna yer değiştirme derler.) onlarla birlikte kaçak çıktığım çarşı gününü, Bilecik Oteli’nde içtiğim neskafenin lezzetini, o ufacık kentteki Osmanlı hamamında sırtımı keseleyen natıra “durum nasıl, iyice kirlenmiş miyim” diye sorduğum zaman aldığım, “sorma kardeş, meslek hayatımın zirvesini yaşıyorum, onluk çivi uzunluğunda, ahan da serçe parmağım kalınlığında kirler çıkıyor” şeklindeki yanıtını hiç unutamam mesela?!.
Bilecik bir değişmiş, bir değişmiş, pırıl pırıl tertemiz, harika modern bir şehre dönüşmüş.
Orta refüjde yer alan bakımlı çimler ve üzerlerinde açmış güllerle karşılıyor Bilecik sizi.
Sadece o mu?
Her yer bakımlı, boyalı, tertemiz.
Ana yolun kıyısına yapılmış kongre ve kültür merkezini görünce büyüleniyorsunuz adeta.
Çocuk sineması, çocuk tiyatrosu gelecek nesillerin eğitimine verilen özeni işaret ediyor.
Emekli bir hakim olan ve orada 3’ncü dönemini yaşayan Belediye Başkanı Selim Yağcı her bir cadde ve sokağı kilitli parke taşlarıyla bezemiş.
Ve geliyoruz Edebali türbesinin bulunduğu alana…
Osmanlı padişahları sergisi kurmuş yan tarafa, muhteşem.
Ben çini uygulamalarını pek beğendim.
Ziyaret sonrası aşağıdaki çay bahçesinde soluklanıyoruz.
Habire mehter marşları çalıyor kasadaki çocuk.
Çıkışta hesabı öderken takılıyorum, “şurada oturduğumuz onbeş dakikada benim bile tekrar gidip Viyana kapılarına dayanasım geldi, akşama dek burada sen nasıl sabrediyorsun” diye?!.
Gülüyor.
“Buranın manasına en uygun müzikler bunlar be abi” diyor muzip bir gülüşle.
Bilecik’ten Arifiye’ye, oradan da Sapanca’ya geçiyoruz.
O dingin gölün insana verdiği huzur da bambaşka bir şey yani.
Asıl amacımız körfeze varıp, Tayyip Erdoğan’ın köprüsünden geçmek.
Adama onca laf ediyorlar ama isteseydi köprüye “Osmangazi” yerine pekala da kendi ismini verebilirdi dey mi?!.
Hatta bunun için referandum yapılsaydı kahir ekseriyetle “evet” sonucu çıkardı bu memlekette.
Facebook’ta uyduruk yazılar dolaşıyor.
İnsanlarımız da bilip bilmeden onlara itibar edip paylaşıyorlar.
Yok efendim köprü bir milyara mal olmuş da, yüklenici firmalar en az 11 milyar lira kar edeceklermiş de…
Hepsi yalan!
Açın firmaların İnternet sitelerini, devletle yapılan sözleşmenin tüm ayrıntıları mevcut orada.
Proje sadece köprüden ibaret değil bir kere, otoyol ve geçişleriyle birlikte bir bütün olarak planlanmış ve maliyeti de yaklaşık 11 milyar lira.
Köprü geçiş ücreti de iddia edildiği gibi öyle 140 değil, sadece 89 lira.
Kuyruk beklemeyi ve 40 dakika da yolculuk etmeyi göze alanlar 20 lira daha ucuza az ötedeki arabalı vapurları tercih edecekler, “20 lira fazla öderim ama üç dakikada karşıya geçerim” diyenlerse köprüyü kullanacaklar, mesele bu kadar basit!
Vicdanlı olmak lazım, sırf siyaseten farklı düşünüyorsunuz diye yapılan her işi kötülemek akıl sahibi insanların yapacakları şey değil.
Muhteşem olmuş Osmangazi Köprüsü.
Benim memleketimde kullanılıp, benim insanıma hizmet edecek ve sonuçta yine benim devletimin olacak.
Yapanların, emeği geçenlerin eline koluna sağlık.
Zamanında Boğaziçi ya da Fatih Sultan Mehmet köprüleri için de söylemişlerdi benzer şeyleri aynı kafalar.
Ve muhteşem olan ikinci şey ne biliyor musunuz?
Biz, Bursa’ya İznik üzerinden dolaşarak gidip, karşı yakada göl kıyısındaki Rahmi Baba’da yayın şiş yemeyi planladığımız için Orhangazi’ye gelince otobandan çıkış yaptık ama köprüden oraya varmamız sadece 10 dakika kadar sürdü biliyor musunuz?
Yol şimdilik Gemlik’in yakınına dek devam ediyor.
Yakında Bursa ve İzmir bağlantıları da tamamlanmış olacak ve buradan yola çıktıktan sonra yaklaşık yarım saatte İstanbul’da olabileceksiniz!
Bayramın kalan günlerinde Tavşanlı’da Koca Su nehrinin yeryüzüne ilk çıktığı yer, Çavdar Hisar (Aizanoi) harabeleri, Mustafa Kemal Paşa Suuçtu Şelalesi, Dümbüldek kaplıcaları, Karacabey Boğazı, ıhlamur ormanları, Hollanda Kraliçesi Beatrice’in himayelerinde sokaklarda oynatılmaktan kurtarılan dansçı ayıların barınağı, Eğerce, Esence sahilleri, Eşkel, Trilye, Kurşunlu, İznik, Yalova, Çınarcık, Kumla güzergahını dolaşıp, Pazar günü de Keles göletinde piknik eşliğinde balık tutarak tamamladık bayram tatilini.
Mustafa Kemal Paşa’ya, Çalı-Kayapa yolunu, İnegöl’e de Bursa Çimento fabrikasının arkasından eski Bursa-İnegöl yolunu kullanarak gitmenizi öneririm.
Her iki taraf da yemyeşil ve son derece keyifli güzergahlar.
İnegöl’den geçip de Belediye Başkanı Ali Nur Aktaş’a, Mustafa Kemalpaşa’daysa Başkan Sadi Kurtulan’a telefonla da olsa bir selam vermemek olmazdı elbette.
Her ikisinin de sizlere selamları var.
Karacabey ve İznik belediye başkanlarını şahsen tanımıyorum, hiç yüz yüze gelip sohbet etmedik bu güne dek.
Yenişehir Belediye Başkanı Süleyman Çelik de sağ olsun gazeteye ziyaretimize gelip “bendenize sarılarak derin, sıcak bir muhabbet tesis etme” arzusunu beyanla selam bırakmış ama onunla da “face to face” olmadık henüz.
Artık gazetemizin yönetim kurulu başkanı Orhan Efe Ramazan’ı gözlerden uzak ve gündüzleri sigarasız biçimde akşamı bekleyerek tamamlayıp, mübarek 11 aylara girdiğine göre “bizi İznik Gölü’nün kıyısında şöyle bir ağırlayıp tanıştırır” diyorum ama kısmet bakalım artık.
Süpürge hediye edicem kendisine!
Hala ne o ilçenin hali öyle arkadaş ya!
“Kaldır Süleyman kolları, biraz sil süpür bari orada yolları” diycem bu kez kendisine!..