1987 yılında Gazeteci Mete Akyol Milliyet Gazetesi için yaptığı bir röportajda Zeki Müren’e sorar:
“Peki sizce kara sevda nedir Zeki Bey? Hani sırılsıklam tabir edilir ya... Hiç böylesine aşık oldunuz mu? Sırılsıklam?”
Yanıt verir sanat güneşi:
“Ben sekiz sene, 1962’den, 1970’e kadar büyük bir sarhoşluk içinde bir aşk yaşadım. Allah bana bir daha öyle aşk nasip etmesin! Çünkü bu kalbim dayanamaz aşkın öylesine. O günlere dönüyorum, düşünüyorum da… O nasıl bir çileymiş? Acılı bir yemek gibi. Yemeğin acılısını bilmiyorum ama aşkın acısını tattım, aşkın acısını çok iyi biliyorum. Düşünemiyorum hayatta öylesine bir aşka ikinci kez katlanabileceğimi. Onun için aşık olmak için değil, olmamak için Tanrı’ya yalvarıyorum…”
Mete Akyol soruyor:
“Şayet söz etmek istemiyorsanız o sekiz yıllık sevginizi unutabilirim. Fakat biraz daha açıklamanızda özel bir sakınca yoksa acaba bu sevginizi biraz daha…”
Zeki Müren:
“Asla! Neden sakıncası olsun. Açıklayayım. Güzel bir sevgiydi. Şarkılarımı, şiirlerimi yalnız onun için düşünüyordum. Sonra çok uzaklara, Kanada’ya gittiler. Ailece gittiler. Gözden uzak olursa gönülden de ırak olur sözüne yeni yeni inanıyorum. O yokluğun etkisinden kolay kolay kurtulamadım. Beni bir hayli etkilemişti. Sahnede duygulanıp, gözyaşı dökerek okuduğum konserleri hatırlıyorum da… Duygularım yine canlanıyor, tüylerim yine diken diken oluyor ama o günlerde her şarkımda onu görüyordum. Düşününüz… Karşınızda on bin kişi var ve siz sadece bir kişi için okuyorsunuz; sadece o bir kişiyi düşünerek, çökerek okuyorsunuz…”
(Dört tarafı hüzünle çevrili yara parçasına aşk denir. Yüreğimin coğrafyasına düşünce anladım. Can YÜCEL)
Onun çocukluğundan beri bir ideali vardı.
Subay olacaktı.
Ama farklı bir dalda.
Ailesi güneyden İstanbul’a göçmüştü.
Büyüdükçe idealine doğru yürümeye devam etti.
Her basamağı rahatlıkla atlayıp geçti.
Önce Hava Harp Okuluna gitmek istiyordu, başardı.
Ama bu da yeterli değildi, uçmak istiyordu.
O görev için seçilenler arasında olmak oldukça zordu.
Yapılan tüm testler sonunda “pilot” olması uygun bulundu.
İdealine kavuşmuştu.
Artık üsteğmen rütbesine ulaşmıştı.
Bir zaafı vardı, Zeki Müren’in sesine aşıktı!
Zeki Müren’le tanışmak onun için bir saplantı haline geldi.
Sonunda bir arkadaşı ona Müren’in her akşam Cihangir Saunasına gittiğini haber verdi.
O hafta sonunda İstanbul’a gelince saat 17.00 sularında saunaya gitti.
İstanbul’un kalbur üstü insanları oradaydı fakat, aralarında Zeki Müren yoktu.
Bir saat kadar oyalandı; sonra, tam giyinmiş vaziyette çıkacakken Zeki Müren geldi.
Tekrar soyundu ve Müren’in yanına gitti.
“Sırf onunla tanışabilmek için oraya geldiğini” anlattı.
Zeki Müren de onu görür görmez o kadar beğendi ki, anında aşık oldu.
Ancak böyle bir şey Kürşat beyin henüz aklının köşesinden geçmediği için o çok sevdiği bir sanatçıyla birlikte olduğu için mutluydu.
Ertesi cumartesi için sözleştiler.
Aralarında o sıralar her hangi bir ilişki söz konusu değildi.
Fakat farklı duygular vardı, birbirlerine şimdilik platonik anlamda bağlı gibiydiler…”
Yıllarca Zeki Müren’in yardımcılığını yapan Berrin Hanımdan dinliyoruz:
“Bu çok büyük bir aşktı. O Kürşat Bey’i, Kürşat Bey de onu çok sevdi. Temelde ve başlangıçta platonikti. Geceleri gazinodan çıkınca yağmur çamur demiyorlardı. İki sevgili gibi sabahlara kadar dolaşıp, geç saatte eve geliyorlardı. Kürşat Bey o hafta gelememişse, Zeki Bey çıldıracak gibi oluyordu. Gece yarısı arabaya binip yola çıkıyor, Kürşat Bey’in birliğinin bulunduğu kasabaya gidiyorduk…”
Durum epey uzun süre idare edilir.
1970 yılına gelindiğinde artık kaçınılmaz olan gerçekleşir ve ilişkileri duyulur.
Arkadaşları Kürşat Bey’i uyarırlar, “Ordu seni subaylıktan atmadan önce sen istifa et” diye.
O da istifa eder ve bir havayolu şirketinde pilot olarak işe başlar.
Sürekli yurt dışındadır artık.
Çok sık görüşemezler.
Yakınlarının da telkin ve tavsiyeleriyle Kürşat Bey evlenir ve çok uzaklara, Kanada’ya yerleşirler.
Zeki Müren 24 Eylül 1996 Salı günü vefat etmiştir.
Bursalılar bu bilgiyi AS TV Haber Spikeri Halide Türkoğlu’ndan öğrenirler.
Cenazesi İstanbul’dan özel bir uçakla Bursa Muradiye Devlet Hastanesi morguna getirilir.
Ertesi gün morgda bir ziyaretçisi daha vardır Zeki Müren’in:
“Kürşat Bey ve oğlu!..”
Bir zamanların genç ve yakışıklı bir Hava Kuvvetleri pilotu olan Kürşat Bey aynı meslekte çalışan hostes bir hanımla evlenmiş, ondan da bir oğlu olmuştur.
Hayli karanlık ve uzun bir koridorda mermer taşın üzerinde yatmakta olan sevgili arkadaşına uzun uzun bakar Kürşat Bey.
Gözlerinden şıpır şıpır dökülen gözyaşlarını oğluna göstermemeye çalışır.
Sonra eğilip buz gibi alnından öper sevdiği insanı.
Belli belirsiz bir gülümseme yayılır Zeki Müren’in yüzüne ama o bunu göremez!
Artık sonsuza dek veda vakti gelmiştir büyük aşkına…
Oğluyla birlikte gözyaşları içinde ayrılırlar oradan.
(Radi Dikici-Aşkın Kavurduğu Güneş Zeki Müren’den)