Şimdi şöyle oluyor:
“Anaerkillik” annenin ya da bir kocakarının aile üstünde mutlak otoriteye sahip olduğu, yine bir grup dişinin benzer şekilde topluluk üstünde yaptırımlarının bulunduğu bir düzene verilen isim oluyor.
Bunun tam tersi olan “erkek egemen” bir anlayışsa “ataerkillik” olarak tanımlanıyor haliyle…
İnsanoğlu henüz tarıma ve yerleşik hayata geçmemiş, “avcı toplayıcı” bir dönemi sürüler halinde yaşarken, doğayla ilişkisini “doğurmak, var etmek” üzerine kurguluyor.
Dünyadaki tüm Türk topluluklarının her yıl tabiatın uyanışını kutsamak için yaptıkları “Nevruz” şenlikleri, toprağın üretken gücüne duyulan kadim bir saygının ifadesidir.
Keza, sonraki yılların kutsalı olacak “Güneş” de öyle.
Güneş olmadan hayat olmaz, tabiatta yeni doğumlar, yeni yaşamlar olmaz çünkü.
Avcı toplayıcı dönemdeki inanışa göre doğa dişildir.
İnsanın doğumunda erkeğin katkısı henüz bilinmediği için, “kadın” da kutsaldır.
Ve elbette toplumsal egemenlik onda bulunmalıdır!
Bundan önce 15 bin yıllık dönemde evvela bu coğrafyanın tanrıları hep dişildi…
Kybele Ana, Artemis, Athena gibi taptıkları tanrıçaları vardı insanoğlunun.
Anaerkil yani kadın egemenliğinde bulunan toplum eşitlikçi ve sınıfsızken, erkeğin hükümran olmasıyla birlikte köleci, rekabetçi ve şiddete dayalı bir düzen geliyor yerine!
Ve yaklaşık 12 bin yıl önce erkek kadını baskılayarak yavaş yavaş hakimiyeti eline alıyor.
Ne zaman ki insanoğlu doğal olayları kavramaya başladı, “büyü” bozuldu artık; bu arada kadının nasıl çocuk sahibi olduğu da anlaşılmıştı çoktan.
Bir de bunun üstüne erkekler üretim biçimini, savaş aletlerini geliştirdi; kılıcı eline alıp, “din devleti (şeriat)-tapınak-saray ve ordu” biçimindeki örgütlenmeyi getirdi yaşama.
Ve kadının saltanatı işte o dönemde bitti ilk olarak…
Bilgiden de mahrum ettiler dişileri pıyıklı ve de sakallı atalarımız!..
Kadın çocuk doğurmalı, tarlada çalışmalı ve erkeğin her türlü ihtiyacını karşılamalıydı artık…
Üretim ve tüketim fazlası mallar yani, “artı değer” oluşmaya başladığındaysa sahip olunan ekonomik güçten dolayı kadını sahiplenme, evlilik ve sınıf gibi kavramlar ortaya çıkmaya başladı…
Bu dönemden binlerce yıl sonra Kastamonu’nun, Cide kazasından “Rıfat Ilgaz” isimli bir muallim çıkacak, Hababam Sınıfı’ndan sonra yazıp, öğrencilerini anlattığı “Sınıf” isimli kitaptan ötürü “Komünizm propagandası yaptığı” gerekçesiyle dönemin egemeni İsmet İnönü ve yandaşları tarafından yapılan zorlu işkencelerle karşı karşıya kalacaktı!..
Bu süreci merak edenler “Karatma Geceleri” isimli filmi izleyebilir.
Soyut tanrı ve tanrıçalara tapılan pagan dönemde tapınaklar aynı zamanda erkeklerin cinsel arzularını tatmin ettikleri mekanlardı…
Giderdin, kendisini tanrıya adamış tapınak rahibeleriyle birlikte olmak için sunağa para, kıymetli maden, değerli taş, keçi, koyun gibi hediyelerini bırakıp yan tarafa, umumhaneye geçerdin!..
İşte bu kadınlar pazara ya da dışarı çıktıkları vakit, iffetli olanlardan ayrılabilmek için başlarını örtmek zorundaydılar!
Ve kadın için ilk örtünme tam olarak böyle başladı Sümer’de!..
(Muazzez İlmiye Çığ-Tarih Sümer’le Başlar)
O kadına gidip anlık ilişki kuran erkeğin hiçbir günahı ve vebali yoktu!..
Kadınla erkeğin başı aynı olmasına rağmen erkek değil, kadın örtünmek zorundaydı!
Çünkü yolda başka erkeklerin de şehvetini uyandırabilir, aşık olup oradan kaçarak tapınak gelirlerinden mahrum edebilirdi dinden geçinen erkekleri!..
Eğer bu gün erkek egemen bir toplum ya da din anlayışı kadına baskı uyguluyor, değişik gerekçelerle onu korkutarak orasını burasını kapatmaya zorluyorsa bu durum, ister eğitimli olsun ister eğitimsiz, o dişinin artık korteksine kazınmış olan “köleci anlayıştan” kurtulamadığına işarettir!..
Bahsettiğim dönemin ardılı İbrani yazıtlarında kendine yer bulan kadına dair bir-iki kurala bakalım önce:
Kadınlar aile yaşamında hemen hemen hiçbir şeye yetkili değildiler.
Kadınlar mahkemede tanıklık edemezdi.
Kadınlar kamuya açık alanlarda bulunamazdı.
Bir erkek istediği kadar kadını kendisine eş olarak alabilirdi.
Kadın babanın malı sayılır, evlenince sahiplik kocaya geçerdi.
Bir baba kızını köle olarak satabilir. Erkek bir köle 6 yıldan sonra özgür olurken kadın köleler ölünceye kadar köle kalırlardı.
Oğlan doğuran bir kadın 7 gün kirli kabul edilirken kız doğuran bir kadın 14 gün kirli kabul edilirdi.
Musa, Allahın kendisine ilettiği miras ile ilgili kuralları şöyle açıkladı:
“Adam ölünce tüm mirası oğluna kalır, kızı hiçbir şey alamaz. Eğer oğlu yok ise o zaman miras kızına kalır. Eğer çocukları yoksa miras erkek kardeşine kalır, ölen adamın kız kardeşleri bir hak iddia edemez. Eğer erkek kardeşi yoksa miras en yakın erkek akrabasına gider.”
Tecavüze uğramış bekar kadın tecavüzcüsü ile evlenmek zorundaydı.
Boşanma süreci kadın tarafından değil yalnızca erkek tarafından başlatılabilirdi.
Bir kadın dul kalırsa kayınbiraderi ile evlenmek zorundaydı…”
Antik Yunan’da kadın, "erkeğin başının belası" olarak görülmeye başlanacaktı.
Lakin, İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de zamanla ortaya çıktı.
Örneğin, Mevlana da kadının başörtüsü konusunda şunları söylemiştir:
"Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir." (Fihi Ma Fih)
Ne zor bir dişi olarak yaşamak…
Sana ve evlatlarına ömrünün sonuna kadar bakabilecek, sizi daima koruyup kollayacak bir adam bulup, ona kendini beğendireceksin; bunun için de doğanın seni mahrum ettiği tüm güzellikleri eşine karşı kullanabilmek için süslenecek, giyinecek, takıp takıştıracaksın ki, evdeki iktidarın daim olsun!..
Aslında doğada güzel, süslü olan erkeklerdir…
Bu durum pek çok türde böyledir çünkü normalde kadın değil, çiftleşip üreyebilmek için erkek beğendirmek zorundadır kendini!..
Lepistes akvaryum balığının erkeği rengarenktir mesela, arslan heybetli ve yeleli, geyik boynuzludur; tavus kuşunun erkeği gökkuşağı gibi açılır, dişisinin yüzüne bakılmaz, Adem oğlu saçlı sakallı, bir bakıma yelelidir!
Fakat insanoğlunda biraz değişmiştir bu durum…
Avcı toplayıcı dönemden tarım toplumuna geçtikten sonra vaziyet böyledir; “artı değer” insanı çok bozmuştur, en güzel kadınları en zengin erkekler alırlar hayatlarına!..
Ve korkarlar günün birinde başka birine gidecek diye!
İşte onun için de orasını burasını örterler, olabildiğince kapatırlar eve kadını…
Erkek egemen toplumlarda yine kendilerinin koydukları dini kurallara göre sokakta, hükümranlık kurdukları alanlarda, işyerlerinde gördükleri kadınlara -aman deyem- “tahrik” olmayalım diye, kısa kollu gömleği, dizden yukarı eteği, çatalı gösteren bluzu zinhar yasaklarlar başkalarının kadınlarına bile, velev ki burası devlet dairesi olsun!..
Osmangazi Belediyesi kurum içinde yayımladığı bir genelgeyle orada çalışan kadınların dizlerden yukarı etek giymelerini, kıyafetlerinde yırtmaç olmasını, kısa kollu gömleği, çatalı gösteren bluzu ve daha nicesini yasaklamış…
Bundan 500 sene öncesine sakil kalacağı için gidemeyeceklerinden de kendi partilerinin yargılayıp, rütbelerini söktüğü, bir dönemin haşmetli bir generaliyken mezarına “nü” olarak kefene sarılmış vaziyette, “onbaşı” olarak giren Amerikancı darbeci Kenan Evren’in o sıra yayımladığı bir genelgeyi dayanak tutmuşlar kendilerine, Osmangazi Belediyesi’nin sakallı başkan yardımcıları!..
Her türlü taciz, tecavüz ve de mahalle baskısına acayip gıcık olan bizim köyün şıpıdık terliklisi -terliklerini kadınlara kötü şeyler yapanların kafalarına vurmak için kullandığı rivayet edilir, aniden çıkarmak kolay oluyormuş zira- Özlem Yağmur da bu olay üzerine Başkan Mıstava Dündar’la bir söyleşi yapıp, “O’nu samimi bulduğunu” felan anlatmış!..
Dündar’ın anlattığına göre “aslında erkekler için yayınlamışlarmış” bu genelgeyi çünkü, apış araları yerlere kadar değen kot kumaştan şalvar giyermiş Osmangazi Belediyesi’nin personeli!..
Mıstava Dündar bile bu tabloya “oha yani” demiş!..
Ve araya ne hikmetse kadınlar da girivermiş böylece!
Aslında işin doğalı Özlem’in bir “vampirella” gibi belediye başkanının boynuna şah damarından dalması beklenirken Dündar’ın son bir gayretle “gümüş kazığı” O’nun te kalbine batırması sonucu, “Ay ne kadar samimisiniz amma velakin benim akupunktur seansım geldi” diyerek oradan tüymesi, bu mevzunun üzerine tüy dikmesine fazlasıyla yetmiş de artmış bile!..
Tabii yerel medyanın ne akan, ne kokan, ne de bulaşan beş para etmeyen “tavşan bokları”, bu kadına yönelik yapılan aşağılayıcı durumu görmezden gelip, Mıstava Dündar’ın fırınına ekmek taşımayı tercih etmişler!..
Günde 6 bin ekmek dağıtırmış Osmangazi Belediye Başkanı meğerse…
Şimdiye dek bir tek ekmek arabası görmedik de…
Cebinden mi veriyor yoksa, belediye kasasından mı?
Kendi politik reklamlarını yapıyor “kısa kollu bluz yasakçısı” Mıstava Dündar; Sayıştay da gayr-ı kanuni olan bu durumu tespit edip, kendisine söz konusu parayı geri vermesi için “zimmet” çıkarıyor!..
Aslında Dündar’ın günde üç kere Somuncu Baba Dergahına gidip de günahlarının af olması için aracılık teklif etmesi lazım ama O bu kentin çoğu her gün “kasap kedisi” gibi yalanan “kaztecilerini” bir fırına götürüp fotoğraflar vermekle yetiniyor!..
“Şurda bi kamyon karpuz var çocuklar, hepsi inecek” dese, yirmi yıldır kel kafasından beslenen başta olmak üzere hepsi sıraya girecek!..
Allah indinde “bir kadının işyerinde yazın kısa kollu bluz giymesi mi” daha günah yoksa, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan belediye kasasından kendi politik reklamını yapması mı Dündar’ın?
Akrabaları dahil bir cümle Yunanistan göçmeni faniyi “özel kaleminde” çalıştırarak devlet memuru yapması yani, ömür boyu hiç hak etmediği halde kamu hazinesinden para aldırması mı daha ahlaklı yoksa, iki kırmızı ruj sürüp oradaki, hayatında hiç flört ettiği biri olmamış doyumsuz sapık erkeklerin bakışlarına aldırmadan işini yapan bir kadının vakarlı duruşu mu?
İşin en vahim ve de samimiyetsiz yanı ne biliyor musunuz?
Baş örtüsü ya da tesettürü yıllarca kılık kıyafet yasağı olarak görüp savunanların bu gün iktidar olduklarında aynı baskıyı özgürce giyinen kadınlara da uyguluyor olmaları elbette!..
Ve Ak Parti’yi bitiren, bitirecek olan işte bunlardır!..
Bir zamanlar kerhane de çalışan kadınların bile ayağına gidip “Biz sizin hak ve özgürlükleriniz için de iktidara talibiz” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın, bunların eline birer 99’luk tesbih verip, artık cami cemaatinin yanına göndermesinin zamanı gelmiş de geçmektedir bile…
Ve böylece yazdığım sadece son durumdan ötürü bile Özlem’in özür dilemesi ve yeni bir yazı kaleme alması beklenir!..
Yoksa, şu “samimiyet” söyleşisini ömür boyu başına kakacağımı iyi bilmelidir!..
Mıstava Dündar’ın “samimiyeti” konusunda ciddi şüphelerim vardır zira!..
Vatandaşlar “hayır işi yapıyoruz, yoksullara katkıda bulunuyoruz” diye düşünerek kullanmadıkları kıyafetlerini gidip giysi kumbaralarına atarlarken Mıstava Bey yıllardır bunları kiloyla bir şirkete neredeyse bedavaya satıyor, o kumpanyaysa götürüp Afrika’daki fakir insanlara pazarlıyor!..
“Hayır işini” satmak yerine temizleyip, ütüleyip ihtiyaç sahiplerine dağıtmak varken, özel bir şirkete satmak da neyin nesi?
Belediye bütçesinde hangi kalemde gösteriliyor ve nerelere harcanıyor bu “hayır işi pazarlamanın” geliri?
Lakin en acınası durumsa, belediyede çalışan tesettürlü bazı kadınların “kılık kıyafet genelgesine” tepki gösteren hemcinslerine sırf birilerine yaranmak için çemkirmeleri elbette!..
Oysa erkeğin başının kadının başından ne farkı var ki?
Ondaki de ağız, bundaki de burun; saç desen herkeste var az çok…
Erkekler de tesettüre bürünsün; başlarını örtüp, bedenlerine libaslarını sarsınlar!..
Bizlerin “örtünme özgürlüklerimizi” niye vermiyor Osmangazi Belediye Başkanı Sayın Dündar?
Yoksa vizyonu “dün dardı” bu gün de mi dar?