İngiltere’de hakimler her ay Hazineden diledikleri kadar para çekebiliyorlarmış.
Maaş çeklerinin üzerine uygun gördükleri rakamı yazıp, bankaya giderek hesaplarına yatırıyorlarmış.
Bir gün içlerinden biri merak etmiş, “Acaba 5 milyon Paund yazsam verirler mi” diye?
Veznedar derhal ödemiş.
Hakim şaşkınmış eve vardığında!
Sonra ertesi günü bankaya gidip, “Ben bu para ödenir mi diye merak ettiğim için çektim. Oysa ihtiyacım yoktu. İade etmek istiyorum” demiş.
Ertesi gün adamı Adalet Bakanlığından çağırıp, “iş akdinin feshedildiğini” bildirmişler!
“Peki niye?..”
“Devletinize güvenmeyip, sorguladığınız için… Bu ülkede devletine güvenmeyen hiç kimse hakimlik yapamaz!..”
Kıssadan hisse…
Öyle bir kurum olmalı ki devlet, Fırat’ın kıyısında koyun otlatan çobanın, bürokratın elinde oyuncak olmuş sanayicinin, kamu malı ve parasını pervasızca kendi siyasi ikbali için harcayan siyasetçiye karşı vatandaşın hakkını korumalı.
Tablerone olayını bilirsiniz….
O artık basit bir çikolata değil.
Sadece 6 dolarlık, dünyaya damga vuran bir siyasi yolsuzluk olayı.
İsveç Sosyal Demokrat Parti Başkanı Mona Sahlin bir markete uğrar, çok sevdiği Toblerone çikolatayı alır ve 6 dolar ödeyip evinin yolunu tutar.
Sahlin gündelik çalışmalarını sürdürürken bir gün kapı çalar; gelenler maliye müfettişleridir.
Mona Sahlin çikolatayı devletin kendisine tahsis ettiği kredi kartıyla satın almıştır, bu sebeple hakkında soruşturma başlatılır.
Mahkeme epey devam eder ve Sahlin 4 kere yargı önüne çıkar sonra savcı iddianameyi hazırlar.
Sahlin devletin verdiği kredi kartını yanlışlıkla kullandığını ve amacının devlet hazinesine zarar vermek olmadığını söyler.
Sahlin’in tüm mal varlığı maliye bakanlığı tarafından incelemeye tabi tutulur ve harcamaların dökümü alınır kendisi bu uzunca sürecin ardından aklanır.
Olay dünya siyasi tarihine Toblerone Davası olarak geçer.
Bizim mahalledeyse siyasetçiye her şey mubah görülür.
Onlar fahiş fiyatlarla satın aldıkları kol saatleri, sahip oldukları makam araçları, karılarının altına çektikleri lüks jeepler, muazzam konutlar, büyük iş sahaları ve ticari kuruluşlarıyla arzı endam ederler fakat kimse bu kişilerden hesap soramaz.
Sormaya kalktığınızda suçlu ilan edilir ve istenmeyen adam olursunuz.
Bizim memlekette sadece iktidarlar değil, muhalefet partileri de aynı yolun yolcusudur.
Melih Gökçek’in, Ankara kapılarını yaptırdığı CHP Genel Başkan yardımcısı Tekin Bingöl’ü yazdım mesela, ardından beni partiden attılar!
Toplumu ayakta tutan adalet ve halktaki adalet duygusudur.
Elin gavurunun kurduğu devlet, Hazinenin 6 dolarının peşine düşüyor, siyasetçinin mal varlığını inine dibine araştırıyor başka bir yamuk var mı diye?..
Bizim Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar tam 1 milyon 971 bin 598 lirayı belediye bütçesinden harcatıp, “seçim-reklam ve tanıtım” gideri olarak yazdırıyor…
Üstelik de bu durum Sayıştay raporuyla belgelenince, söz konusu meblağı Mustafa Dündar ve Osmangazi Belediyesi’ndeki 6 yandaşın faiziyle birlikte ödemelerine karar veriyor Devlet…
Ne Mustafa Dündar ne de o 6 bürokrat hakkında açılan tek bir dava yok!
Bu durum resmen kamu kaynaklarının bir şahsın siyasi geleceği adına pekşeş çekilmesidir; net!
Onca Cumhuriyet Savcısı arasında niye biri çıkıp da soruşturma başlatmıyor?
Hani Adalet Devletin temeliydi?
Dahası, bu durum karşısında İçişleri Bakanlığı O’nu neden hala orada tutuyor?
Belediye kaynaklarını PKK’ya yönlendiren belediye başkanları derhal görevden el çektiriliyor da…
Aynı kaynakları kendine yönlendiren biri hala orada nasıl duruyor?
Bursa basını da havalara bakıp ıslık çalmaktadır bu arada!
Maazallah bir de düşük de olsa Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olma ihtimali vardı bu şahsın!
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Hayırlı Cumalar efendim, hayırlı Cumalar…