Ramazan
Onlardan bütün Bursa’da 5-6 kadar vardı.
Hepsi de trafik polisiydiler ve kentin önemli kavşaklarında görev yapıyorlardı.
Ortak noktalarıysa Göbeklitepe’nin onların göbeklerinin yanında düz ova gibi kalmasıydı.
Hepsi obezdi!
Göbek delikleri sarı tişörtlerinin altından pırtlamış vaziyette belli olur, onları görenler ister istemez dünyadaki kıtlığın sebebi olduklarını düşünürlerdi!
İçlerinden en belalısı Heykel’den aşağı doğru inerken dört yol ağzının sol tarafında halkın arasına karışıp, kamufle olmuş halde dururdu.
Sağ koltuğunun arasına sıkıştırdığı siyah fermuarlı bir çanta, elinde de ceza makbuzu bulunurdu.
Oradan geçen sürücü emniyet kemeri takmamış mı?
Kırmızı ışıkta mı geçmiş?
İçeride sigara mı içiyor?
Hatalı sollamam mı yaptı?
Telefonla mı konuşuyor?
Yandı gülüm keten helva!
Hemen oracıkta cezasını keser, makbuz daha sonra postayla eve ulaşırdı.
Özellikle de dolmuşçu ve taksicilerin püsküllü belasıydı bu şişman trafik polisi.
O’nun durduğu yerin tam karşısında Cumhuriyet Caddesi’nin, Kayhan’a doğru ilerlediği sırada hemen solda bir “kuzu söğüşçü” vardır…
Şöyle yağlı kağıdın üzerine “tık tık tık” doğranmış soğuk kuzu kelle kendine özgü baharatlarla şenlendirilir, yanına maydanoz, domates ve taze biber konarak servis edilirdi…
Beyin ve göz olmazsa olmaz; bunların lezzetini sakatat sevenler anlayabilirler ancak
Tuzunu ve limonunu da eksik etmemek lazım hani.
Orayı, Keles’in Işıklar köyünden bir aile işletir yıllardır.
Bir gün afiyetle önümdekilere yumulmuşken kapıdan içeri kim girse beğenirsiniz?
Az önce sözünü ettiğim obez trafik polisi!
O da beni hemen tanıdı tabii…
“Sizin o yazınızdan sonra çok çektik çok” dedi oturur oturmaz!
“Bursa’nın obez polisleri” başlıklı bir yazı kaleme almıştım…
Fakat adam garip bir şekilde acayip zayıflamış ve dal gibi olmuş.
Dönemin İl emniyet müdürü bunları ortalıkta gözükmesinler diye önce zemin katlardaki arşivlere almış.
Sonra bizim dombiliyi çevik kuvvetteki bir konteynere vermişler.
“İçeri sığamıyordum ki” diyor; ”aynı yerde başka arkadaşlar da görev yapıyorlardı; soğuk kış günlerini dışarıda, kapının önünde geçirdim…”
Hepimizi birden tam bir yıl boyunca her gün Heykel-Çekirge, Çekirge-Heykel hattında yürüttü sayın müdürümüz!..
İsminiz neydi memur bey:
“Ramazan”
Polis memuru Ramazan bey bu gün hala orada, Dörtyol ağzında solda pusuya yatmış vaziyette beklemekte…
İnönü Caddesi’nden her geçişimde el sallayıp, korna çalıyorum!..
Bu “Ramazan” ismine de takığım arkadaş!
Bir gün Çavuş Örme’nin sahibi Metin Çavuş arıyor:
“Bak, telefonu birine vereceğim…”
-Kime vereceksin çavış? Öyle emrivaki işleri sevmem ben!
“Dağlı Ramazan’a vereceğim…”
-Ya Çavış, bizim oralarda her üç kişiden birinin adı Ramazan’dır; hangi Ramazan bu?
Orhaneli Yolu’ndaki “Gümüş Vadi Restoran’ın sahibi” olan Ramazan’mış!..
Sohbet ettik…
Bursa’da iyi et ve uykuluk yemek istediğinizde oraya gitmelisiniz.
Bir akşamüzeri aniden midem bulanıyor ve içeride ne varsa bulunduğum yere istemsiz çıkarıyorum.
Ardından bağırsaklarım bozuluyor…
Sonra, dizlerim ve ayaklarım tutmamaya başlıyor.
Ellerim zangır zangır titremekte…
Bardak dahi tutamıyorum…
Komşumuz Sevim Gülsuyu’nun da yardımıyla apar topar merdivenlerden sürükleyerek indirip arabaya yerleştiriyorlar.
Hedef, Acıbadem Hastanesi Acil Servis…
Eşim panik halinde koşturup, dış kapının önünde beklemekte olan ambülans şoförü Ramazan’dan hasta arabası istiyor…
Ramazan oralı bile değil, başını sağa doğru çeviriveriyor.
Bu kez içeriden isteniyor yardım…
Güç bela getirilebilen arabaya bindirilip, servise doğru götürülüyorum…
Doktor hayatından bezmiş…
Suratında hastaya dair en ufak bir yakınlık yok.
“Nereden geldin şimdi sen buraya” dercesine bakıyor?!.
Dışarıda hemşirelerin elinde birer cep telefonu, iş vakti sosyalleşmekle meşguller!..
Önce adetten bir serum çakılıyor, sonra kan ve gaita örnekleri filan…
Başkaca da bir tetkik, öneri filan yok…
Ertesi gün teknik donanımındaki üstünlükleri nedeniyle, kentimizin başarılı hekimlerinden İç Hastalıkları Uzmanı Arzu Tanışık Başaran’ın yönlendirmesiyle soluğu Medicana Hastanesi’nde alıyoruz.
Onca yoğunluğuna rağmen sağ olsun İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Murat Keskin tedavimi kabul ediyor.
Acıbadem’deki hekim yarım yamalak bir şeyler söylemişti ama “Dizanteriye” yakalanmışım meğerse…
Derhal çok daha derin incelemelere girişiliyor…
İlaç tedavisiyle birlikte 24 saat boyunca B12 destekli serumlar hiç eksik edilmiyor.
Meğerse Dizanteriyi yapan amip, safra kesesini etkiliyor…
Safra kesesi de karaciğeri…
Türkiye’de bir sağlık kuruluşuna gidersiniz, bir doktora görünüp reçetenizi alır çıkarsınız…
Medicana’da, Murat Keskin ve arkadaşlarının ekip çalışması yapmalarına hayran oldum.
Karşılıklı görüşme ve değerlendirmeler sonucu her safhada birlikte hareket ettiler.
Akciğer MR’ı, beyin MR’ı…
Her türlü tahlil ve test…
Yıllar önce izlediğim DR Hause dizisini anımsattı bana bu uğraş…
Ee madem geldik, 3 yıldır yaptırmamışım Murat Keskin uyguladı kolonoskopiyi…
Ayıptır söylemesi, bir süredir hemoroid problemim vardı, Operatör Doktor Barış Gülcü hallediverdi o sorunu da…
Barış Bey yazmaya da çok meraklı, en son “Perianal bölge ameliyatları sonrası taburculuk önerilerimiz” konulu bir çalışmaya imza atmış.
Ardından dediler, “Sizi çok stresli ve baskı altında görüyoruz”…
Psikiyatri Uzmanı Ebru Öztepe Yavaşçı sarıverdi tüm sevecenliğiyle daha sonra beni…
Hastanede geçen 10 günün ardından taburcu olduktan sonra çıkışta valeye sordum:
“Evladım senin adın ne?”
-Ramazan abi, Ramazan!