Yazarlar

Rus büyükelçisini gerçekte kim öldürdü?

post-img
Şimdi şöyle… Olayı bir mahalledeki çocuk çetesi gibi düşünün? İçlerinden 5-6 kadarı çok daha güçlü ve iri, geriye kalanlarsa zayıf ve çelimsiz olsun… Ya tek tek tepelerine binerek, ya da büyükler kendi aralarında ittifaklar kurarak güçsüz olanların ellerindeki cillileri zorla, kaba kuvvet kullanarak alıyorlar. Haramilik yaparak zorla toplayıp, kendi aralarında da paylaştıkları ister cilli olsun, isterse diğerlerinin ceplerinde bulunan harçlıklar, Homo Sapiens yani, insan, yani biz var olduğumuzdan bu yana dünyada hakim olan tek düzen sadece budur! Adına ister “demokrasi”, ister “cumhuriyet”, ne derseniz deyin, monarşi, oligarşi, krallık, kapitalizm, sosyalizm, nasyonel sosyalizm, mosyalizm, hosyalizm, tosyolizm, tümü bildiğiniz hikayedir toplumları güdüp yönetmeye yarayan, insanın olduğu her yerde tek amaç çıkar, size başka türlü gösterilmeye çalışılsa da tek yöntem zorbalıktır! Yazarınız “bu gün de dahil, dünyanın hiçbir yerinde “gerçek demokrasi” diye bir şeyin yaşanmadığını” düşünür uzun yıllardan bu yana. Adına “devlet” denilen olgu kendini her ne kadar “demokratik” göstermeye çalışsa da cinayet de işler, işkence de yapar; kendi varlığı ve gölgesinden geçinenlerin çıkarları için kendi yurttaşları da dahil olmak üzere milyonlarca insanın ölmesine, öldürülmesine ses dahi çıkarmaz, çıkarsa da bu durum gerçekte asla samimi ve içten değildir. İşte bu “sokak çetesinin” hampacı irileri, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın söyleyip durduğu “dünya 5’ten büyüktür” lafının muhatapları olan ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’dır; esasında bunlar sadece ufaklardan da çalmazlar cillileri, bulabildikleri her fırsatta birbirlerinden de aşırmaya çalışırlar ve asla istemezler bir diğerlerinin kendilerinden daha fazla güçlenmesini. Rusya’nın ki, tabi o zaman çarlıktı, Osmanlı’yla ilk savaşı 1568’de “Astrahan Seferi’yle” başlar ve 1918’de “Bakü Muharebesi’ne” kadar gider. Ve biliyor musunuz Ruslara karşı çıkılan ilk seferin amaçlarından biri de aynen “Kanal İstanbul” gibi, Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açılarak Karadeniz ve Hazar Denizi arasında su yolu üzerinden bir bağlantı sağlanmaya çalışılmasıydı? Ne kadar enteresan benzerlikler içeriyor tarih! Hatta o yıllarda Kefe, Balaklava, Menkub ve Tamam halkından o kazı işinde çalıştırılmak üzere tam 30 bin işçi toplanmış ancak mevsim koşulları ve çıkan çeşitli isyanlar sonucu bu girişim yarıda kesilmek zorunda kalınmıştı. Rusların 1878 yılında İstanbul’un dibine, yani Ayastefanos’a, yani Yeşilköy’e kadar gelebilmeleriyse tam bir travmaydı Osmanlı için! Neredeyse yatak odasına kadar sokulmuşlardı koskoca imparatorluğun. O tarihte sıka sıka imzalanan “Ayastefanos Anlaşmasıyla” Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın tam bağımsızlıklarını kabul etmiş, Büyük Bulgaristan Prensliğine “eyvallah demiş, Bosna-Hersek’e bağımsızlık vermiş, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubayazıt ve Eleşkirt’i Rusya’ya hediye etmiş, Teselya’yı Yunanistan’a sunmuş ve savaş tazminatı ödemeye söz vermiştik! Ancak başta İngiltere olmak üzere mahallenin Avrupa’daki diğer “irilerinin” hiç hoşuna gitmemişti bu durum! 13 Haziran 1878'de Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark'ın başkanlığında Berlin'de, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katılımıyla bir kongre toplandı. Ayastefanos Anlaşmasının hükümlerine göre Rusya balkanlarda çok güçleniyordu; kabul edilebilir bir durum değildi bu onlar için. Tümü birleştiğinde kendisini tepeleyip tüm cillilerini elinden alabileceklerini iyi bilen Rusya da sıka sıka bu “Berlin Anlaşmasına” evet demek zorunda kaldı o tarihte. Gerçi Kıbrıs Sancağını o zaman onlara kiraladık ama büyük bir diplomasi becerisiyle İngiltere’yi işin içine çeken Sultan Abdülhamit’in ruhu şad olsun; hükümler çok daha hafifletilince Osmanlı’nın balkanlardaki varlığı bir 35 sene kadar daha devam etti, çok önemlidir bu sonuç! Siz Kurtuluş savaşını İnebolu’ya gelen top mermilerini kar altında kağnısıyla Ankara’ya taşıyan Elif’lerin sayesinde kazandığımızı mı sanıyorsunuz hala, hani, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Yediyordu Elif kağnısını, kara geceden geceden. Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu, uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar, inliyordu dağın ardı, yasla, her bir heceden heceden” diye anlattığı Elif’in? İstanbul buz gibi İngiliz işgali altındaydı, nereden geliyordu o mermiler sizce? Rusya’dan gülüm! Ve dahi savaş sadece silah, mermi değil, ayrıca çok para da demekti! Kastamonu ve İnebolu’ya gittiğinizde top mermisi taşıyan kadınların heykelleri karşılar sizi; Allah onlardan da bin kere razı olsun ancak, bu işi para karşılığında yaptıklarını da yazın kafanızın bir yerine, öyle hayalci olmayın! Sadece o mu? Türk ordusunun en az yarısı da savaştan kaçmıştı, üstelik de yanlarında tüfeklerini de götürerek! Hani bazı büroları, duvarları süsleyen pervaneli uçakların önündeki partal, yamalı kıyafetleriyle iki Türk askerinin fotoğrafı var, pek çok kişi onları iki kahraman insan sanıyor hala? Gerçekte asker kaçağıdır onlar gülüm, arkalarındakiler de İngiliz uçaklarıdır, Türklerin filan değil! Ekim devrimini yapıp “sosyalizme” geçmiş olan Rusya’yla öylesine bir flört içine girdi ki Mustafa Kemal, işin sonrasında öyle bir madik attı ki onlara, yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de kendi rejimlerini benimseyip, kendi kontrolüne gireceğini sanan Komünist Politbüro yağdırdıkça yağdırdı her ne lazımsa bize! Batıdaki çocuklar Asya’nın bu kadim ve savaşçı topluluklarından biri olan Rusların sıcak denizlere bu kadar rahat inmesini hiç istemiyordu bir türlü. Hoş Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya gibi ülkelerle Avrupa’nın içlerine dek nüfuz etmişti sosyalist blok ama bu sayede sadece Karadeniz’e kadar inebiliyordu Ruslar, önlerindeyse Türkiye’nin kontrolündeki boğazlar vardı engel olarak! Siz müttefik ülkeler tarafından ta Edirne’ye dek Trakya neden bize verildi sanıyorsunuz, kara kaşımız, kara gözümüz için mi, bakın haritaya, Yunanistan’la birlikte, Ege ve Marmara deniziyle Bulgaristan arasına tampon olalım diye, yoksa başka hiçbir şey için değil?!. Çok basittir dünyanın düzeni; bir “düzen” vardır, bir de “düzülenler”!.. En sonunda İngilizlerle anlaşan Mustafa Kemal yüzünü batıya dönünce ortada kalakaldı Ruslar ve nice sonra o da ancak 1944’ten sonra Beşar oğlanın babası Hafız Esat’la bir anlaşma yaparak Tartus Limanından çıkabildiler Akdeniz’e. Tarihi bir mücadelenin bir hesaplaşma ve düğüm noktasıdır, işte batı ve Rusya için sırf bu yüzden bu kadar önemlidir Suriye coğrafyası. Bir değil, bin büyükelçi feda edilecek kadar da değerlidir! İki gündür bakıyorum, hiç kimse meseleyi farklı bir açıdan değerlendirmedi. Doğru, batıya yani Amerika ve İngiltere’ye karşı geçmişte her kim “Rusya kozunu” oynadıysa, yani “ben de gidip Ruslarla anlaşırım arkadaş” deyip, restinini çektiyse, siyaseten ya da yaşamsal açıdan ömrü son buldu! Buna en bariz örnek Adnan Menderes’tir! Açın, dikkatlice okuyun, askere darbe yaptıran, boynuna yağlı urganı geçirten Amerika’ya rağmen inadına giriştiği “Rusya yakınlaşmasıdır Menderes’in”!.. Ne zaman Türkiye’deki bazı unsurlar Rusya ve İran gibi ülkelerle yakınlaşma içine girseler ya suikastler oldu ya darbeler, ya da operasyonlar. Türk ordusu içindeki millici, Avrasyacı yani, ülke çıkarlarının batıdan  değil, kendi bölgemizdeki ülkelerle işbirliği yapmaktan geçtiğini düşünen unsurların temizlenmesi harekatıdır Balyoz ya da Ergenekon gibi davalar; daha dün yaşanmıştır! Bunu da yargı içine iyice sızıp yerleşmiş FETÖ mensupları sayesinde gerçekleştirmişlerdir. Her zehir beraberinde kendi panzehirini de getirir. Çok şükür ki bunların foyaları erken döküldü. Bu sayede Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi durumu fark edip çok gecikmiş olan “Rusya yakınlaşması” içine girdi. Türkiye’yle ilişkilerinde attığı her adım tarih boyunca son anda batı tarafından engellenen Rusya’nın bu sefer buna tahammülü yoktu. Dolayısıyla böyle bir olasılığın önüne geçilip, kamu oyu  çift taraflı olarak bu yönde oluşturulmalıydı. Amerika FETÖ’yü kullanarak doğrudan kendisini işaret eden böyle bir eylem yapmaz bence. Bu durum sadece “Türkiye-Rusya yakınlaşması” sonucunu doğurur çünkü! Rusya da özellikle İsrail’deki bazı unsurları marifetiyle rahatlıkla FETÖ’yü kullanabilir…. Hiç kimse dile getirmedi ama… Ben diyorum ki, acaba Rusya mı yaptırdı, Rusya mı istedi Türkiye’deki büyükelçisini öldürülmesini, bu sayede oluşacak ortamdan yararlanıp, işbirliğine devam edebilmek için? Çünkü ortaya çıkan fotoğrafta sadece Türkiye’yle birlikte Rusya’nın çıkarları var! Nitekim, işler de o yönde sürüp gidiyor. “Eğer işin içinde Amerika olsaydı” diyorum, “hedef bir Rus büyükelçisi değil, doğrudan Cumhurbaşkanı ya da Başkakan olurdu” bence, çünkü devletin ve hükümetin girdiği yol onların göz yumup, affetmeyecekleri kadar millici ve ulusal çıkarlarımızdan yana! Tarihte hiç olmadığı kadar da keskin bir virajdan girildi üstelik!

Diğer Haberler