Vay anasını be!
Yıllar nasıl da geçip gidiyor...
Babamdan defalarca dinlemiştim...
En küçük kız kardeşimiz Çiğdem henüz bebek...
Üşütüyor, zatürre oluyor aslında...
Keles'ten, Bursa'ya ulaşımın en erken 6 saatte sağlanabildiği yıllar o yıllar...
Tahtakale'de araçtan iniyor annem ve babam ve eskiden Sümerbank'ın karşısında bulunan Doktor Kamuran Fatura'nın muayenehanesine gidiyorlar...
Çocuk ateşler içerisinde yanıyor...
Annem sıkı sıkıya "üşümesin" diye battaniyeye sarmış...
Hekim ilk tetkikini yapıyor ve derhal bebeğin kıyafetlerini çıkarıyor!..
Valide atılıyor ileriye doğru, "çocuğumu üşüteceksin" diye!..
"Çekil be kadın" diyor Kamuran Fatura, "çekil şurdan"!..
Sonra babama dönüp, "Bu yavruyu kurtarmak için derhal bana buz bulup getirmelisin" diye sesleniyor!..
Sene, 60'lı yılların sonu ve o dönemin Bursa'sı...
O gün panik ve telaş içinde "Caddelerde koşturduğunu" ve "açık olan her iş yerine girip, buz sorduğunu" anlatmıştı rahmetli babam?..
Hayat ve insan böyle bir şey işte...
Doktor Kamuran Fatura babamın getirdiği buz kalıbını parçalayıp, bebeği içine yatıracak...
Çiğdem de bu sayede yaşama tutunacaktı.
Kentimizin en eski ve ehil çocuk doktorlarından Kamuran Fatura vefat etmiş...
Rahmet diliyorum...
Ve öte dünyada babamı bulup, iki tavla atmalarını niyaz ediyorum!..
İnsanız hepimiz...
Kuşkusuz tepkilerimiz de insanca...
Lisanı "yazmak" olan bendeniz, zaman zaman duygularını paylaşır kendince...
Sevindim...
Bursa'nın önemli iş insanı ve siyasetçilerinden biri olan İlhan Parseker, Nilüfer ilçesine bir "aile sağlığı merkezi" ve "112 acil sağlık istasyonu" yaptırıp, hediye etmiş...
Nerede o yıllarda tam donanımlı bir ilk yardım ambülansı?
Dodge kamyonetlerden bozma, böbrek taşı düşüren cenaze nakil araçlarını bile ara ki bulasın hastanı nakletmek için?!.
Oysa bu gün bir iş adamı yarı hastane sayılabilecek bir sağlık merkezini kendi imkanlarıyla var edip, yaşadığı şehrin halkına armağan edebiliyor...
Türkiye Genç İşadamları Derneği Bursa Şube Başkanı oğlu Ahmet Parseker de mütevazı kişiliğiyle babasının ardından geliyor...
İnanıyorum ki O da ebeveynini hiç aratmayacak ve bu kadim kente çok güzel dokunuşlar yapacak ileride...
Tanıdığım Parseker tutumludur ama asla cimri değildir...
En büyük zaafı da tavlada yenilmeye bir türlü katlanamamasıdır!
Geçen sene O'nun sayesinde dünyanın en güzel lezzetlerinden biriyle tanıştım:
"Sütlü balık."
"Teşekkürler" diyorum, başka da bir şey demiyorum...
Bandırma'da rüzgar enerjisi alanında da bir yatırımı var İlhan Bey'in...
Bu arada, ilk kez geçen hafta tatil için gittiğimiz Bozcaada'da görmüştüm o devasa rüzgar güllerini bundan yıllar önce...
Sonra, son 20 yılda memleketimin her yeri "gül bahçeleri" gibi rüzgar tribünleriyle doldu...
Temiz ve ucuz enerjiyle tanıştı yurdum...
Eskiden "su akar, Türk bakar" derlerdi, bırakın her damla suyu, dağlarımda esen meltemler bile ekonomiye kazandırılır oldu şu günlerde...
Dedik ki İlhan Parseker'e, "Başkan, şu devasa pervanelerini bi göster artık bize"; o da dedi ki, "Daha sonra da size sütlü balık ikram edeyim"...
Ve Bandırma'nın yolunu tuttuk...
Aklıma geldikçe gülerim...
Bandırmaspor taraftarları tribünlerde bağırıyor:
"Bandırma, Bandırma, Bandırma..."
Sıra rakip takımın taraftarında:
"Bandırcez, bandırcez, bandırcez!.."
Tesiste yaptığımız tavla turnuvasında ballı Metin Çavuş beni yendi, iki mars bi ters, Parseker de Vedat Kantar'ı haşladı, üç ters bi mars!..
Ardından "Misakça Köyü'nün" yolunu tuttuk...
Ve orada Kapıdağ Yarımadası'na komşu olan, deniz kıyısındaki "Karides Restoran'ın" önünde durduk...
Sahibi Ayçin Cantürk...
Adam bir mucit.
Bir yemek mucidi, o bir gerçek şef...
Sütlü balığın kaşifi.
Geçen hafta Bozcaada'dan dönerken İlhan Başkan'ı aradım yol tarifini almak için; hani istedim ki salgın nedeniyle iki yıldan beri memleketine gelemeyen kızım da tatsın o lezzeti.
Google'ın harita programı sizi kapının önüne kadar götürüyor:
"Bandırma, Misakça Köyü, Ayçin Usta'nın balık restoranı."
Olta levreği mutfakta demlenirken gelen mezelerden biri de "deniz börülcesiydi"...
İlk çatalı batıran kızım dedi ki, "Bu benim hayatımda yediğim en güzel deniz börülcesi"!..
Müthiş bir lezzet zenginliği, müthiş bir aroma...
Ne bu ya, ne var bunun içinde?!.
Usta'nın yeğeni Hasan yanıtladı soruyu:
"Dayım yabani fesleğen, biberiye, nane, zeytin yağı, az soya ekstresi, sarımsaktan oluşan bir sos hazırlar, geriye kalan sırlar kendisinde kalmak üzere, biz de bazı meze çeşitlerine ve salatalara bunu katarız."
Börülcelerin hepsini az ilerideki deniz merasından Ayçin Usta her sabah kendi elleriyle topluyormuş meğerse ve kılçıksız, tümü sürgün yerlerinden, körpelerin en körpesi...
Bak sevgili okur, valla yol topu topu 1 buçuk saat... Hele hele Tayyip Erdoğan'ın otobanını kullanırsanız 1 saati bile bulmaz... Sırf bu deniz börülcesinden tatmak için Bursa'dan kalkılır, Bandırma'nın Misakça Köyü'ne gidilir gelinir; benden söylemesi!..
Lakin, işin bu yanı sadece ön sevişme!..
Gelen salatayı anlatmaya kelimeler yetmez; o yüzden direkt filmin esas oğlanına giriş yapayım...
Bir olta levreği düşünün ki, helva kıvamında tabaktaki yerini almış, süt ve yoğurtla zenginleştirilip, üzeri eski kaşarla şenlendirilmiş...
İri kıyım çekilmiş karabiber parçaları etrafta raks ediyor; üzerindeki incecik Urfa biberi kıpkırmızı rengiyle sanki Türkan Şoray'ın dudağındaki ruj gibi cüretkar ve davetkar, bakır bir tavada kıvama getirilen halis tereyağı, balığı gelinlik kız misali gerdek gecesine hazır etmiş...
Yanına kızartılıp getirilmiş köy ekmeği şöyle sesleniyor insana:
"Bandırcez, bandırcez, bandırcez!.."
Hesap mı?
Vallaha sudan ucuz!
Yanında bi 35'lik sıvı gıdayla beraber o kocaman levrek ve masadaki diğer yiyecekler için sadece 340 lira para yazmışlar...
Hasan'a, "Ne bu evladım, biz bu parayı Bozcaada'da bi öğle yemeğinde veriyoduk" deyince çocuk, "Abi o zaman bahşişi bol tutarsın" diye yanıt vermesin mi?!.
Bol tuttuk elbette.
Acı paylaşıldıkça azalır, sevgiyse çoğalır...
İnsan sahip olduklarını ne kadar çok kişiyle üleşirse o derecede zenginleşir.
İlhan Parseker, Bursa'ya sadece bir sağlık kuruluşu hediye etmekle kalmadı...
Bildiği bir "lezzeti" bizimle de paylaşarak gönüllerde en az on kat daha taht kurdu...
Teşekkürler İlhan Parseker.