İsmi lazım değil, tonton bir doktor ablam var benim, Amerika’daki torunlarını sevmek için her gidiş dönüşünün ardından mutlaka arar, memleket ve dünya meseleleri üzerine uzun uzun sohbet ederiz.
Geçen gün, “bi sorup araştır bakalım” dedi, o savcılar kendi kendilerine mi kaçtılar yoksa, konuşmasınlar diye birileri tarafından özellikle mi yollandılar yurt dışına” dedi tonton ablam?
Bu tür derin ve uluslararası konularda pek çok stratejik kitabın da yazarı olan Gazi Üniversitesi öğretim görevlilerinden pek kıymetli araştırmacı Nurullah Aydın’ı da arar, bilgi ve çok değerli fikirlerini mutlaka alırım.
Sağolsun hiç esirgemez Nurullah hocam.
Kendisi bu memleketin yetiştirdiği son derece saygın, yürekli, ülkesini ve halkını çok seven, milli duyguları yüksek insanlardan biridir.
Evinin kurşunlanmasına varıncaya değin Nurullah Aydın’a bu güne dek tam 16 kez suikast girişiminde bulunulmuş ancak, hiç birinde başarılı olunamamıştır.
Fahri profesörlük ve doktorluk unvanları vardır hocamın, bunları kendisi hiçbir yerde özellikle kullanmamış ancak onu seven insanlar isminin başına bunları mutlaka kıvanarak yapıştırmışlardır.
Yaşamı, birikimi ve eserleriyle “ben profesörüm” diye ortalıkta gezen pek çok profesörden yüz kat daha fazla profesördür Nurullah Aydın.
Türkiye’de hiç kimsenin cesaret edip de yazamadığı Lozan Anlaşması’nın gizli maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın gerçekte yabancılara ait olduğu, dışarıdan kontrol edildiği gerçeği ve Türkiye üzerindeki İngiltere hakimiyeti gibi konuları dile getirince ki, bir gün bunları da paylaşacağım sizlerle…
Başkalarının kemik artıklarını yalayarak geçinen kimi soysuz arsızlar tarafından İnternet de kullanılarak yıpratılmaya çalışılmış, aslı astarı olmayan bazı yalan bilgiler ortalığa yayılmak suretiyle gıyabında itibarsızlaştırma politikaları uygulanmıştır.
Oralarda yazılanlara inanıp da kanan kimi çapsız, cahil, başka çanak yalayıcılarıysa bu yalanları bulundukları bölgelerde yayarak kendi ağa babalarına yaranmaya çalışmışlardır.
Dikkate alıp da yanıt vereceğim şahısların kuturunun biraz ele gelir olması lazım; aradıkları cevapları eşelendikleri çöplüklerde ya da biraz okuyarak öğrensinler zavallı, iki satır lafı bir araya getiremeyen o edep fukarası cahil herifler.
Cemaatçi savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara yanlarında koca koca bavullarla iniyorlar Trabzon Havaalanı’na ve oradan da tıpış tıpış Hopa, ardından da Erivan ve Almanya’ya gidip iltica talebinde bulunuyorlar, biz de bunu yedik öyle mi?!.
Nurullah Aydın hocam sağolsun parça parça bilgileri birbirlerine rabıtalıyarak kocaman bir puzzle oluşturdu dün yine beynimde.
Başta Amerika olmak üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri İngiltere, Fransa ve Almanya’nın orta doğuda gerçekleştirmeyi planladığı yeni yapılanmaya ve Türkiye’nin bu işe sokulmasına karşı çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri komuta ve kurmay kademesinin yok edilmesine dair karar daha 1998 yılında alınır batılı bu ülkeler tarafından.
İlk hedef olan Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve arkadaşlarının tasfiyesinden başlanılarak ordunun Atatürkçü çizgisinde kırılmalar gerçekleştirilecek, ulusalcı subaylar tek tek ayıklanıp, cemaatin has adamları bünyeye sokulacaktır plana göre.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in başkanlığında operasyonu yürütecek hakim ve savcılardan bir ekip oluşturulur.
Bakanlığa ağırlığı tarikat ve cemaatlerden olmak üzere 2 bin yeni hakim ve savcı alınır.
Zaten Özal döneminden beri Cemaat, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde önemli ölçüde kadrolaşmıştır bile.
Aynı esnada Amerika’da (!) Polis ve Adalet Enstitüsü isimli iki yapı kurulur.
Seçilen hakim ve savcılarla kimi polis şefleri altışar aylık programlarla oralarda eğitilerek, Türkiye’deki değişimin mevcut hukuki zeminde nasıl gerçekleştirileceği, istenmeyenlerin hangi yöntemlerle bertaraf edileceği öğretilir!
Tarihte ilk defa MİT’e paralel yeni bir yapılanma yani, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı oluşturularak başına da şu meşhur dört bakandan biri olan Muammer Güler getirilir.
Amerika’dan gelen danışman Savcı Suzanne Hayden’a Adalet Bakanlığı’nda yer verilerek rahat çalışması sağlanır!
Sadece o da değil…
Amerikan istihbarat örgütü olan CIA Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum, Konya ve Adana’da olmak üzere tam altı yerde ofis açar.
Aslında ABD’nin federal bir iç güvenlik yapılanması olan FBI bile Türkiye’ye gelecek, Ankara’da özel bir büro kuracaktır kendisine.
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın “yabancı uzman çalıştırabileceğine” dair kanunla Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan ajanları bizim kesemizden maaşa bağlanır!
Bunların devşirmeleri yani, yerli işbirlikçiler genellikle gazeteci ya da akademisyen kılığında cirit atmaktadır ortalıkta.
Çalışmalar tamamlandıktan sonra düğmeye basılır.
Yıllardan beri Amerika’nın beslemesi olan Cemaat’in hakim, savcı ve polisleri, oluşturulan sahte delillerle asker ve aydınlarımızı bir bir zindanlara tıkarlar.
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Yargıtay gibi devletin üst kademe örgütleri tek tek ele geçirilir.
Bir yandan askerin ülkedeki etki ve yetkisi sıfırlanırken, orta doğudaki operasyonlar sırasıyla devam edecek, sadece Irak’ta toplamı 1 buçuk milyonu bulan Müslüman kitle Amerikan askerlerinin bomba ve mermileriyle can verecektir.
Çin ve Rusya ayak direyince planlar bir miktar değişir ama bu bölgedeki yeni yapılanma ve mühürlerin kimlere sunulacağı hemen hemen belli olmuştur artık.
Amerika, Türkiye’de askerin darbe yapmasının önüne geçmeye çalışırken, Mısır’daki darbeci general Sisi’yi baş tacı eder!
Bu arada yıllardır aldığı yüksek oy oranlarından ötürü kendine güveni iyice artan, batıya sık sık rest çeken ve mensupları da artık zenginleşme peşine düşmüş olan AKP’ye, daha önce kullandığı cemaatçi hakim, savcı ve polislerin eliyle 17-25 Aralık operasyonlarını yaptırılır.
Ondan sonra başlayan “paralel avını” biliyorsunuz zaten?
Ama şimdi paylaşacaklarım son derece dikkate değer ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la, AKP’nin kaderlerini belirleyecek türden.
Biliyorsunuz, Erdoğan’ın eski danışmanı Muhammet Taha Gergerlioğlu ve beraberindeki iki isim “Almanya’da casusluk yaptıkları ve Alman mahkemelerinin Türkiye’yle ilgili kararlarına etki ettikleri” gerekçesiyle tutuklanmış, ardından da yargılanmalarına başlanmıştı bu bir…
Almanya’da başlayan ve “Yüzyılın en büyük yolsuzluğu” diye nitelenen Deniz Feneri Davası’nın Türkiye’de üzeri örtülmüştü bu iki…
Adana’da yakalanan “MİT tırlarında kimyasal ve balistik silah bulunduğu, Suriye’deki katliamların bu silahlarla yapıldığı” iddiasıyla Esat Yönetimi, Esat’ın ülkesindeki ve Amerika’daki muhalifleri tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine ayrı ayrı ayrı davalar açılmış ve bu üç talep de mahkeme tarafından kabul edilmiştir, bu da üç…
Şimdi gelelim “cemaatçi savcılar ellerindeki koca koca bavullarla apar topar Türkiye’den niye gittiler” sorusunun yanıtına?
Nurullah Aydın hocam “gönderilmediler, Amerikan ve Alman istihbarat örgütlerinin denetim ve gözetiminde planlı olarak kaçırıldılar” diyor!
Nurullah hocama göre o bavulların içinde “önemli isimlerin ses ve görüntü kayıtları, 17-25 Aralık sürecine ilişkin tüm bilgilerin yazılı ve görüntülü kopyaları, MİT tırlarıyla ilgili belgeler ve dahası Deniz Feneri’yle alakalı cemaat ve devlet arşivlerinde her ne varsa onlar mevcut” durumdaydı ve tüm bunlar Alman adaletine de teslim edildi.
Bu arada farkında mısınız, Mısır’ın darbeci generali Sisi’yi dünyada herkes tanıdı, Almanlar 38 milyar dolarlık ticaret anlaşması yapıp ülkelerine davet ettiler, Suudi Arabistan 100 milyar dolarlık kaynak sağlayacağını açıkladı ama Türkiye’nin yüzüne dönüp bakan hiçbir ülke yok!
Türkiye yönetimi uluslararası çevrelerce muhatap alınıp, meşru kabul edilmiyor uzun süreden beri.
Obama, Tayyip Erdoğan’ın randevu talebini dün kesin bir dille reddetti!
Amerika başta olmak üzere hiç bir Avrupa ülkesinin lideri resmi olarak kutlamadı Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ı!
Kimse çağırmıyor.
Şu anda Türkiye’nin bir dışişleri bakanı var mı farkında mısınız siz?
Amerika’da yeni seçilen başkanlar alınıp 3 ay boyunca bir eğitime tabi tutulur. Bu arada eskisi görevi bırakmaz ama hayat öneme haiz olanlar dışında hiçbir karara da imza atmaz.
Bu duruma Amerikan politikasında “topal ördek dönemi” denir.
Türkiye de tam bir “topal ördek dönemi” yaşıyor şimdilerde.
Bu topal ördek seçimden sonra birileri tarafından kızartıldıktan sonra afiyetle bir güzel yenecek mi yoksa yerinden kalkıp, toparlanarak yükseklere doğru uçup gidecek mi onu izleyip hep birlikte göreceğiz?