Yazarlar

Çok yimeyin!

post-img
Latince “homo” insan demektir. “Homo Sapiens” ise “akıllı” ya da “bilen” insan anlamını taşır. Bu gün “homo” türleri içerisinde, yaşayan tek canlı kolu bizleriz. Anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıktık ve modern davranışlarımıza da bundan 50.000 yıl kadar önce kavuştuk. O vakitler yaşlı dünyamızda başka insanımsılar yani “homo” üst grubunun dalları olan başka canlılar da vardı. Mesela son derece iri ve güçlü olan, avcılık ya da leş yiyiciliğiyle geçinen “Homo Erectus” bunlardan biridir. Ya da 30 bin yıl öncesine kadar dünyada yaşayan, yine insandan çok daha iri ve güçlü olan “Homo Neanderthalensis” de bunlara örnek gösterilebilir. Sözünü ettiğim bu türlerin soyları, bizzat bizim atalarımız tarafından beslenmek amacıyla avlanıp, kıtır kıtır da yenilerek tamamen kurutulmuştur! Vahşi dünyada daha düne kadar var olan “yamyamlık” artık tükenmeye yüz tuttu ama bu gün Afrika ya da Amazon’lara gidin, pek çok yerli kabilenin hala aynı şeyi yaptığını, maymun ve maymunumsuları avlayarak yaşadıklarını göreceksiniz. İnsan da aynen böyle davranmış bin yıllar boyunca. Mesela bize yakın türlerden biri bizimkilerden birini yakalasa tek eliyle boğacak; Homo Sapiens çok daha küçük ve güçsüz çünkü! Ama beyninin ön lobu onlardan daha fazla gelişmiş olan Homo Sapiens, zekası sayesinde tuzak kurma yeteneğine sahip! Mesela içlerinden biri Neanderthal adamının başına bir taş atarak ardından başlıyor kaçmaya. “Vay, sen bana bunu nasıl yaparsın” diye kendisini kovalamaya başlayan zekası daha kıt  Neanderthal amcayı daha önce üzerini çalı çırpıyla topluca kapattıkları çukura doğru çeken fırlama Homo sapiens amacına ulaştığı vakit, saklanmış olan diğer arkadaşları da ortaya çıkacak ve aşağı düşmüş olan avlarını taş ve sopalarla öldürdükten sonra oturup afiyetle yiyeceklerdir. Çok şerefsizdir insanoğlu! Özünde egosttir, kıyıcıdır, katildir, menfaatçidir. Çıkarı ya da beklentisi olmadan asla adım atmaz! Daha da ötesi dünya üzerindeki gelişim ya da değişimleri belirleyen birinci husus, insanoğlunun çıkarları ya da menfaat beklentileridir. Üstelik de tüm bu kötülüklerini görmezden gelip unutmak ya da “bir gün aynı şeylerin kendi başına gelebileceği” korkusundan kaynaklanıp beslenen “vicdanını” rahatlatabilmek için de dini ya da ahlaki kalıplara sarınıp, sığınır. Eğer onlara uygunsa yapılan iş, hiç sorun yoktur artık. Bir kısmı ineği kutsal sayıp korurken, aynı dünyada yaşayan başka topluluklarsa bir güzel boğazlayıp döş yerinden tas kebabı yaparlar! Yine mesela sonsuza dek insanoğlunun eline düşmüş olan koyun-kuzu ırkının hiçbir mensubu binlerce yıldan beri 2 buçuk yaşından fazla yaşayamamıştır farkında mısınız?!. Yaşayamamıştır çünkü, daha çocuk denecek bir yaşta bizler tarafından beslenmek amacıyla ya da kurbanlık olarak kesilip afiyetle yenilmektedir tümü çünkü! “Homo sapiens ırkının tavır ve davranışlarını belirleyen asli unsur çıkarıdır” demiştik az önce. Çıkarları uğruna tarihi boyunca inandığı tanrıları da kandırmaya çalışmıştır insanoğlu! Onlara adak ya da kurbanlar sunarak az verip çok almaya çalışmıştır hep! Para ve gücünü kullanarak bırakın bu tarafı, öbür dünyada da en iyi yerleri kapabilmek için elinden gelen ne varsa sonuna dek yapmıştır. Eyüp Sultan’a gittiniz mi bilmiyorum? Eğer giderseniz avludan itibaren hemen sol tarafta muazzam mermer işçilikli ve asla fakir birinin ya da ailesinin yaptıramayacağı kadar değerli ve pahalı mezar taşlarına alıcı gözüyle tekrar bir bakın. Dünyada Hazreti Muhammet’in sancaktarının en yakınına defnedilerek, öte dünya için şefaat dileyip, menfaat sağlamaktır akıllarınca yaptıkları şey! Tümü de devirlerinin en zenginleri, ağaları ya da paşalarıdır onların. İnsanoğlu arasındaki sınıf farkı ve ayrımcılığı mezar yerlerinde bile kendisini gösterebilmektedir işte böyle. Bunu görmek için İstanbul’a gitmenize de gerek yok, Emirsultan türbesinin çevresine sıralanmış şahidelerdeki yazılara ve üzerlerindeki isimlerle, soy isimlere bakıvermeniz de yeter. Hemen hemen tümünün Bursa’nın en zenginlerine ya da nüfuzlu olanlarına ait olduklarını göreceksiniz. Orada amaçlanan tek şey daha önce dediğim gibi Emirsultan’a yakın olmak ve kıyamet günü bu yakınlıktan pay kapmaya çalışmaktır! Hem Emirsultan’ın manevi şahsiyetini kendi menfaati için para ödeyerek kullanmak, hem de Allah’ı kandırmaya çalışmaktır ki bu durum, yeryüzünde insandan başka buna tevessül ve tenezzül edecek başka da bir canlı türü de yoktur zaten! Emirsultan Mezarlığı’nda yer fiyatları şimdi kaç paradır kim bilir? Yine sözde “dünyada iman, ahrette mekan” dese de insanoğlu, gerçekte her iki alem de de asıl arzusu daima mekan olmuştur. Bu tarafta mekanı ya gidip devlet arazisine kurar geceden, ya da başka birinin arsasına. Devlete vergi, mühendise, mimara para vermeden inşaatını ucuz yoldan bitirmek ister daima. Yine kendi eliyle kurup yönettiği “devlet” de aynen kendisinin özelliklerini yansıtır insanoğlunun! Onun da temel iç güdüsü menfaat, soygun, vatandaşını kazıklama, kandırma, tuzak kurma, itirazda bulunup çok ileri gidildiği vakit de işkence ya da katletme üzerine kuruludur! Halka sigarayı bıraktırma kampanyaları düzenler mesela. Siz sanıyor musunuz ki vatandaşını, onun sağlığını düşündüğü için yapar bunu devlet; birincil kaygısı halk sağlığıdır? Hiç alakası bile yok. Sadece sigaradan dolayı kanser hastalığına yakalananların sayısı çok fazla artmıştır artık ve tedavisi de son derece pahalı olan bu illet devletin sigorta kurumlarına çok büyük yük olmaktadır, hepsi o kadar! Eğer şu kadarcık vatandaşını düşünse fabrika çıkışı 1 lirayı geçmeyen bir paket sigaradan 8 lira vergi almaz devlet! Azıcık insaflı davranır. Deprem biteli, deprem bölgelerindeki zarar görmüş alt yapı ve yollar tamamlanalı yıllar oldu. Niye hala deprem vergisi ödüyoruz, neden kalkmıyor, kaldırmıyorlar hala, soranınız var mı? TRT’de çalışan insanların maaşlarını, hiçbir vakit gidip de namaz kılmayacağımız on binlerce camideki imamın parasını, lojmanları da dahil olmak üzere elektriğini, suyunu niye biz ödüyoruz peki? Böyle adaletsiz, böyle haksız, vatandaşını resmen soyan ve enayi yerine koyan  bir devlet anlayışı olur mu? Peki ya hadi kendimizi geçtik, Hristiyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mecbur mu Erzurum’da bulunan bir camideki imamın maaşını ödemeye? Nerede şimdiki din adamlarında Hazreti Ömer adaleti? O imamlara da ayrı bir kızıyorum zaten! Günde toplam bir buçuk saat çalışıp da ayda 1000 dolardan fazla para alan bir iş kolu daha dünyada her halde başka bir yerde yoktur! Bir de sürekli bir şeyler alıp satarak ayrıca boş zamanlarında ticaretle de uğraşır bizdekiler. Siz şimdiye dek hiç ezilen, hak arayan, boykot yapan imam sınıfından birini gördünüz mü? Göremezsiniz! Çünkü tarih boyunca ezilenlerin değil, daima egemen, hakim grubun yanında yer almıştır din adamları. Aslında ne istiyordu insanoğlu? “Dünyada mekan, ahirette de mekan!..” Bizim memlekette önce kaçak bir cami yaparlar, aslında kaçak bir mahalle oluşturabilmektir gerçek amaçları! Camiyi kurdukları araziyse kesinlikle kendilerinin değil, ya devletin ya da vatandaşın malıdır! Hırsızlık önce oradan başlar. Cami tamamlanana kadar bilin ki toplanan paranın da en az yarısı birilerinin cebine gitmiştir genellikle. Sonra sıra gelir etrafında pıtrak gibi bitecek gecekondu ya da kaçak yapılara. Yine menfaatleri gereği politikacılar da aldırmazlar bu duruma. Yıllar boyunca sürekli gecekondu ya da imar afları çıkartıp dururlar. Bursa’nın yarısından fazlası kaçak. Şimdi gündemde belediyelerin “kentsel dönüşüm” projeleri var. Yok efendim depremmiş, çok insan ölürmüş falan filan… Burada da menfaat ya da menfaat beklentisi var insanoğlu için. Bir kere devlet olası kötü bir durumda karşı karşıya kalacağı alt yapı, sigorta ve tedavi masraflarından korkuyor tabii, bu riski olabildiğince aşağı çekmeye çalışıyor da… Şöyle bir Doğanbey kentsel dönüşüm alanını getirin gözünüzün önüne? Vatandaşın iki katlı evlerinden kendilerine 22’şer katlı gökdelenler devşirmediler mi belediyeciler, devlet ve devleti yönetenler? Bu olayda da asıl amaçlanan şey kesinlikle ranttır! Düşünsenize, kasabın vitrinine bakan kediler gibi bu ihalelerden pay kapmak için yutkunup duran yüzlerce müteahhitin ağzı nasıl sulanıyordur daha şimdiden?!. Mimarı, mühendisi, plancısı, avanta bekleyen belediyecisi, daha kimler kimler nasıl da heyecanlanıyordur şimdi! Bu iş gerçekte “kentsel dönüşüm” filan değil, “kentsel bölüşümdür” aslında. İnsanın genlerinden kaynaklanan bir durumdur. İşin şurası kesin ki, parsayı kapan çaktırmadan yine kapacak. Çok beğendiğim bir karikatür var. Karede rahmetli Ümit Usta gibi başında aşçı şapkasıyla tombul bir adam var ve onun üstünde de “ŞEFİN TAVSİYESİ” yazıyor. Karikatürde siz bir yemek tarifi filan beklerken bir baloncukla şefi konuşturmuş mizah ustası genç adam. Şefin tavsiyesi olarak da şöyle yazıyor orada: “Çok yimeyin!” Ben de diyorum ki bu “kentsel dönüşüm” meselesiyle ilgili olarak bu gün ilgili ve yetkililere: Yiyeceksiniz, adım gibi biliyorum yiyeceksiniz ama… Allah rızası için bari çok yimeyin!..        

Diğer Haberler