Bıldır, tam 30 senedir aynı mantarı yaşadıkları yöreden toplayıp Tahtakale’ye getirerek satan Orhaneli’nin, Yörücekler Köyü’nden yaşlı bir karı koca, sattıkları ürünü pişirip bu kez kendileri yiyince önce karaciğerleri iflas etmiş, ardından hastanede sekiz gün boyunca can çekiştikten sonra yaşama veda etmişlerdi.
Bölgede yaşayanlar yenilebilecekakça mantar, saçaklı mantar, ayı mantarı, dede bölük ve melkiyi çok iyi tanırlar; hangi türü zehirli, hangisi zararsız çok iyi bilirler.
Peki nasıl olmuştu da yıllardır toplayıp sattıkları aynı mantardan zehirlenmişti Orhanelili o karı koca?
Rahmetli Tankut abimle (Sözeri) tartışmıştık bu konuyu, “oradaki termik santralin bacasından çıkan kükürt ve diğer kimyasal gazlar uzun senelerin ardından artık, bitki ve mantarların DNA’sını bozmuş olabilir” yorumunu yapmıştı.
Geçmişte ne kadar çok gidip gelmiştik Orhaneli Termik Santrali’ne.
Geçenlerde yine Orhaneli Belediye Başkanı İrfan Tatlıoğlu’nun bir daveti üzerine gittiğimiz ilçede karşılaşıp hasret giderdik Ertuğrul abiyle. (Yalçınbayır)
Santralin bacasına filtre takılması için mücadele verenlerin en başında yürüyordu Ertuğrul Yalçınbayır.
Bunun için davalar açılıyor, tesisin önünde gösteriler yapılıyor, ana yol ulaşıma kapatılıyordu.
Kulakları çınlasın, dönemin ANAP’lı Bursa Milletvekili Feridun Pehlivan da bu işin peşini bırakmayanlardan biriydi ancak, bacaya takılması gereken “desülfirizasyon” tesisinin adını basın toplantıları sırasında telaffuz etmeyi bir türlü beceremez, çoklukla uyduruverip“defülzirizasyon” derdi!..
Desteklemek manasındaki “sübvanse” sözcüğünü de uzun seneler boyunca “süspanse” olarak söyledi Feridun bey yine; ee ne yapsın, demedi ki yanındaki Şoför Hasan “süspanse” değil sayın vekilim, “sübvase” diye!
Hasılı Bursalı çevreciler en sonunda o arıtma tesisini bacaya taktırmayı başardılar ama çok uzun süre hiç filtre edilmeden çevreye yayılan kükürt ve sülfür, doğal yapıyı bozmaya başlamıştı bile.
Sosyal demokrat siyasetçi Aytekin Gürler’i çok severim.
Sözü sohbeti hoş, eskilerin ağırlığı olan artık tükenmiş insanlarından biridir Aytekin hoca.
Hiç unutmuyorum, bir gün sohbetimizde Orhaneli Termik Santrali’nden dem vurarak, “bak Mehmet Ali” demişti, “kapitalist zihniyet o tesisin bacasız şekilde çalıştırılmasına karşı çıkanları derhal komünist olmakla suçlar, “milli servet düşmanı” bunlar diyerek gidip halka şikayet eder, “tesisin bir sürü insanı çalıştırıp, istihdam sağladığından” bahisle asla kapatılmaması gerektiğini savunurdu…”
-Peki komünist anlayış?
“Onlarsa ‘halk düşmanı’ ilan edecekleri tesisi derhal kapatıp, kapısına da kilit vururlardı…”
Anlaşılan sözü bir yere getirecekti Aytekin abi:
“Ama ben asıl bizim bakış açımıza yani, ‘sosyal demokrat’ felsefeye dikkatini çekmek istiyorum. Biz bu iki bakış açısı arasında denge kurup, orta yolu bulmaya çalışan bir anlayışın temsilcileriyiz. Ne bu şekilde çalıştırılıp açık kalmasından yanayız, ne de tamamen kapatılıp üretim gücünün sonlandırılmasından…”
-Peki, sizin yaklaşımınız nedir Aytekin abi?
“Hemen, derhal hiç gecikilmeksizin o desülfirizasyon ünitesinin oraya takılması ve elektrik üretiminin kesintisiz biçimde sürdürülmesi.”
Bir dönemin ayakları yere basan“sosyal demokrat” anlayışı bir yana, şimdikilerin deve mi yoksa kuş mu oldukları belli bile değil.
Adam, elinde hiçbir teknik veri olmadan Artvin’de altın madeni açılmasına karşı çıkıyor!
Samimi, bilgili, bilinçli olanları bir kenara koyarak söylüyorum:
“Bu memlekette ‘altın çıkarılmasın’ diye baskı yaratmak, vatana ihanetle aynı şeydir bana göre!..”
Amerikalısı altınını, Arap’ı petrolünü, İtalya’sı mermerini, Güney Afrika’sı elmasını çıkaracak, sıra Türkiye’ye geldiği vakitse birileri “çevrecilik ayağına” buna karşı durup engel olmaya çalışacaklar öyle mi?
Gerçek çevreciliğin “ağaç kesilmesin” diye yaygara yapmak yerine, “kesilenin yerine dikilmeyen ağaçların peşine düşmek” olduğunu, samimi ve yurtsever çevrecilere düşeninse“asla altın çıkarılmasın” demek yerine, “bu maden ekonomiye kazandırılırken, alınması gereken tüm önlem ve koruma tedbirlerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemek” olduğunu düşünüyorum.
Gerisi tatavayapıp, kendi kendini tatmin etmeye çalışmaktır ki, hayırlı bir işe yaradığı da hiç görülmemiştir zaten!
Dönelim bakalım bu güne…
Aytekin Gürler’lerin siyaset yaptığı dönem nire, Şadi Özdemir’lerin, İsmet Karaca’ların, partilisinin yüzüne tüküren kadınların, Boncukçu Erdal’ların hüküm sürdükleri bu günkü devir nire?!.
CHP Grup Sözcüsü Erdal Aktuğ bıldır, Bursa Büyükşehir Belediye Meclis toplantısında Başkan Recep Altepe’ye plaket vermişti hatırlıyor musunuz; hem de nazar boncuklusundan?!.
Siyasette “üstün başarılarınızın devamını dilerim” anlamını taşıyan bu boncuklu plaketin üzerine artık bir daha ciddi bir muhalefet ve eleştiri yapılabilir mi?
Geçen gün CHP Bursa İl başkanı Şadi Özdemir yanına Hayri’yi, (Türkyılmaz) yönetim kurulu üyelerini ve bazı milletvekillerini de alarakTrilyenin ilerisine yapılması planlanan veyılda 2 milyon 500 bin yolcu, 400 bin araç, 600 bin treyler, 7 milyon ton kargo taşınması hedeflenenRoRo limanının kurulacağı alana gitmiş.
(Bu arada, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’dan orada yaşayan bütün Türklerin feci şekilde yıldıkları ve artık yaka silktikleri de gelen bilgiler arasında!..)
Neymiş efendim, orada liman yapılmasına karşıymış bizim CHP’liler!
Peki nedenmiş?
“Çevrede zeytin üretimi varmış, ağaç kesilecekmiş, üstelik Bursa İstanbul'un arka bahçesi yapılmaya çalışılıyormuş. İstanbul'un bütün yükü Bursa'nın üzerine atılmak isteniyormuş!..”
Bi gidin ya, bi gidin Allah aşkına artık!
Allah “politikacı” diye madem diğerlerini yarattı, peki sizi niye yarattı, ne gerek vardı bu kadar fuzuli işgale?!.
Bursa bu ülkenin bir şehri de İstanbul gavurun mu?
Ne güzel işte, milyonlarca insanımızın yararlanacağı, oradan yapılacak geçişlerle ekonomimizin canlanıp güçleneceği yepyeni koskoca bir yatırım planlanmış memleketimde ve siz bunun yapılmasına hangi mantıkla, hangi kafayla karşı çıkıyorsunuz Allah aşkına?
Yemin ediyorum, ısrarla söylüyorum, Atatürk bu gün sağ olsaydı bunların hepsini sopayla kovalar, yakaladığı yerde kıçlarına vura vura döverdi!
Hele bu devirde bir“yatırıma karşı çıkmak için” insanın kafasının nasıl bir “eror” verdiği, nasıl bir “arıza” yaptığını çözmekte güçlük çekiyorum doğrusu?
Geçen gün Boncukçu Erdal yapılan son Büyükşehir Belediye Meclis toplantısı sırasındaUludağ’ın arka yüzünde, Soğukpınar’ın hemen üst yanındaki Ketenlik bölgesinde açılması planlanan Volfram madenine de karşı çıkmış.
Neymiş efendim, “bu maden çevredeki su rezervlerine, tarım arazilerine zarar verirmiş” işte onun için de izin verilmemeliymiş.
Atatürk bu Erdal’ı sadece pataklamakla kalmaz, iki eliyle kulaklarını da tutarak şöyle bura bura bir güzel uzatırdı!
Elinde söylediğini ispat edecek hiçbir veri ve belge yok.
Uludağ’ın tepesinde eskiden uzun yıllar boyunca bir Volfram madeninin zaten çalıştırıldığını ancak bu tesisin ekonomik ömrünü tamamlaması nedeniyle kapatıldığını, sözünü ettiği madenin dünyanın en ağır taşlarından biri olduğunu, bırakın suya karışmayı, 3482 °C'de ancak eritilebilen bir element olduğunu da hiç bilmiyor bu Erdal!..
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’den de haşlamayı yemiş zaten toplantı sırasında.
“Felaket tellallığı yapma” demiş boncukçusunaAltepe, “yurt dışındaki tesisler çevreye zarar vermeden çalışıyorlar da bizimkiler niye çalışmasın?Oraya kurulacak olanın da en ufak bir tehlike yaratacağını gördüğümüz vakit izin vermeyiz zaten. Otur sıfır!”
Temel ormanda ağaç kesiyormuş, o sırada çevreciler de yürüyüşe çıkmışlar, onu bu vaziyetteelinde baltayla görünce de kızıporacıkta bir güzel pataklamışlar…
Temel üstü başı perişan bir halde yara bere içindeköye dönerken Dursun’a rastlamış.
Dursun, “ula Temel, pu ne hal pöyle” diye sormuş?
Temel de heyecanla hızlı hızlı başından geçenleri anlatmaya başlamış:
“Ormanda ağaç keseydum, pirden ortaya çıkan kalabaluk pir kurup ‘Doğan’ın yengesini bozmişum’ diye tövmeyepaşladupenu, halbuki penne Doğan’ı taniyruuum, ne de yengesuni!..”
Bizim CHP’li sözde çevreciler de o misal…
Ne “Doğan’ı” tanıyorlar ne de “yengesini” ama…
Hiçbir şeyden anlamadıkları halde, boş beleş konuşup“Doğan’ın yengesi bozulacak” diye gaf üstüne gaf yapmayı sürdürüyorlar hala!